18 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

28 Şubat TSK-FETÖ ilişkisi üzerine bir inceleme

28 Şubat sürecinde FETÖ ile TSK'nın ilişkisi tekrara gündeme geldi. Emekli Albay Alican Türk ise bu iddialara karşı bir inceleme yazısı kaleme aldı. İşte o yazı.

28 Şubat TSK-FETÖ ilişkisi üzerine bir inceleme
A+ A-

15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonra bilhassa "bir kısım medya"da FETÖ karşıtı tepkilerin iki şekilde yoğunlaştığını görüyoruz.

Bunlardan birincisi, düne kadar Fethullah Gülen'i ve cemaatini savunmak için birbiriyle yarışanların tepkileri... Düne kadar Gülen için "yüzyılın dâhisi", "Türkiye'nin yüz akı Muhterem Hocaefendi" diyenler, ona adıyla hitap etmeyi bile saygısızlık sayanlar 15 Temmuz İhanet Kalkışması'ndan sonra "alçak FETÖ" diye aşağılamak için yarışıyor.

Dünya işte... Düşmeye gör!

İkinci grup ise "tutuklamalar devam ederken" ortaya ilginç bir tez atanlardan oluşuyor... Bunlar FETÖ ile 28 Şubat arasında bir bağlantı olduğunu söyleyerek, "28 Şubat'ı da FETÖ'nün yaptırdığını" iddia ediyorlar. Varsayımları şunlar: Askerlerin 28 Şubat döneminde Fethullah Gülen'le anlaşıp, onu REFAHYOL Hükûmetini devirmek için kullandıkları; Gülen'in, askerlerin talimatına uyarak Hükûmete "Beceremediniz, çekin gidin!" dediği ve Müslüman kadının namusu olan (!) başörtüsünü "teferruat" olarak tanımladığı; bu hizmetlerinden dolayı Gülen cemaatinin 28 Şubat'tı en az zararla atlatan grup olduğu, askerlerin onlara neredeyse hiç dokunmadığı, hatta faaliyetlerine göz bile yumduğu; nitekim Gülen'in Çevik Bir Paşa'ya yazdığı mektubun da bunun göstergesi olduğu, falan...

Bunlar vahim iddialardı... Araştırmamak olmazdı.

Ben de öyle yaptım ve 28 Şubat döneminde TSK ile FETÖ arasında ne gibi bir ilişki olduğunu araştırmaya koyuldum. Sonuçta, gerçekten o dönemde TSK'nın FETÖ ile çok önemli bağları olduğunu, neredeyse bütün yazışmalarda FETÖ'den söz ettiğini tespit ettim.

İşte şimdi tüm çıplaklığıyla onları deşifre etme zamanı geldi...

Ancak konuya geçmeden önce şunu vurgulamak lâzım: 28 Şubat döneminde TSK - FETÖ ilişkisini en güzel biçimde kanıtlayan ve üzerinde tartışılamayacak çok önemli iki temel kaynak var:

1. Kasım 2012'de yayımlanan TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu,

2. Hâlâ yargı aşaması devam eden 28 Şubat Davası İddianamesi.

Bu kaynakların ikisinin de ortak özelliği, hazırlayanların, devletin elindeki en gizli bilgi ve belgelere ulaşmakta hiçbir sorun yaşamamış olmalarıdır. Yani ilgililer bu kaynakları hazırlarken Kozmik Oda dahil devletin bütün arşivlerine girmişler ve istedikleri bilgi ve belgeleri almışlardır.

İşte bu kaynaklarda TSK'nın Fethullah Gülen cemaati ile ilgisini / ilişkisini son derece net biçimde görme şansına sahip oluyoruz.

Şimdi gelin bunlara tek tek bakalım:

1. TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nundaki belgelere göre 28 Şubat döneminde TSK - FETÖ İlişkisi:

a. Komisyon Raporu'nda yer alan en önemli belgeler arasında Genelkurmay Başkanlığı'nın Cumhurbaşkanına verdiği "brifingler" yer alıyor. Fakat ne gariptir ki söz konusu brifingleri incelediğimizde, neredeyse tamamında Genelkurmay'ın FETÖ'yü bir "irticai unsur" olarak tanımladığını ve özellikle eğitim kurumları ile yaygınlaşmaya çalıştığına vurgu yaptığını

görüyoruz. İşte bizzat Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı tarafından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e 17 Ocak 1997 tarihinde verilen brifingde - dönemin Milli Eğitim Bakanı'nın o makama Fethullah Gülen'in desteği ile geldiği de vurgulanıp - şu hususlara değiniliyor:

- Refah Partisi (...) Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna Fethullah Gülen’in desteği ile gelmiş olan Mehmet Sağlam'ın bulunmasından da mutlu olmaktadır.

- İmam hatip okullarının yanı sıra yurtiçinde ve yurtdışında açtıkları, kurdukları ve / veya denetledikleri Kur'an kursu, dershane, okul ve üniversiteler vasıtasıyla yoğun, yaygın ve etkili bir eğitim çalışması yürüten irticai unsurlar, kendine özgü eğitim olanakları yaratmakta, bilinçli olarak kamu yönetimi alanında spesifik hedeflere göre adam yetiştirmekte, yurt ve pansiyonlar ağı sayesinde barınma olanağı sağlamakta, öğrencilere önemli miktarda burs, harçlık, eğitim araç ve gereçleri temin etmektedir.

Bu çerçevede sadece Fethullah Gülen'e ait yurtiçinde ve yurtdışında toplam 448 yurt, 346 dershane, 181 okul ve 3 özel üniversite bulunmaktadır. (Sf. 989)

(NOT: Bu paragraf 28 Şubat İddianamesi'nin 62 ve 73'üncü sayfalarında da aynen yer almaktadır.)

b. Yine söz konusu brifinge baktığımızda, 11 Ocak 1997 tarihinde Başbakan Erbakan tarafından tarikat - cemaat liderlerine başbakanlık konutunda verilen iftar yemeğine TSK'nın fena bozulduğunu görüyoruz. Nitekim - davetli olmasına rağmen o yemeğe katılmayan - Fethullah Gülen'in de aralarında bulunduğu 51 kişi hakkında brifingde şunlar söyleniyor:

- Refah Partisi ile tarikat birlikteliği, 11 Ocak 1997 tarihinde kamuoyunun tamamına mal olacak şekilde tüm medya tarafından tespit edilen görüntülerle açıkça ortaya konmuştur. Bu bağlamda çağdaş Türkiye açısından büyük temsil değeri bulunan başbakanlık konutunda başbakan Erbakan tarafından düzenlenen iftar yemeğine; başta Fethullah Gülen (...) olmak üzere, ülkenin yürürlükteki kanunlarına göre yasaklanmış toplam 51 tarikat ve cemaat lideri davet edilmiş ve davet edilenler Cumhuriyet Türkiye'sinin hiçbir döneminde örneğine rastlanılmayacak bir davranışla çağrıldıkları konut kapısında RP Ankara milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan tarafından el öpülerek karşılanmıştır. (Sf. 996)

c. 24 Temmuz 1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e bir başka brifing daha veriliyor. Brifingin başlığı "İSLÂMÎ SERMAYE"... Brifingde, "İslamî sermayeye mensup" başlıca iki derneğin adı sayılırken bunlardan birinin "İş Hayatı Dayanışma Derneği" olduğu, bu derneğin Fethullah Gülen grubu tarafından yönlendirildiği, bahse konu derneklerin 26 il merkezi ve 6 ilçede faaliyet gösterdiği vurgulanıyor. (Sf. 1083)

ç. 17 Mart 1998 tarihinde yine Genelkurmay Başkanlığı tarafından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e "İRTİCA NE DURUMDADIR?" başlıklı 60 sayfalık bir brifing daha veriliyor. Bu brifingde "Fethullah Gülen Nurcu Tarikatının faaliyetlerinin ivedilikle incelenmesi ve izlenmesi, bu konuda alınacak tedbirlerin tespit edilerek uygulamaya konulması gerektiği"nin altı çizilerek şu bilgiler sıralanıyor:

- 45 fen lisesinin bu kesimin kontrolünde olduğu, bu okullarda sözde "altın nesil” yetiştirme adı altında başta Harp Okulları olmak üzere kritik üniversitelere girmeye aday tarikat müritleri yetiştirildiği, 5000’e yaklaşan dershane ve kursun da bu kesime ait olduğu, eğitim alanında faaliyet gösteren en önemli tarikatın Fethullah Gülen tarikatı olduğu,

- Gülen’in hedefinin “okullarında beyinlerini yıkadığı gençlikle oluşturacağı toplum vasıtasıyla lâik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olan TC’yi sona erdirip yerine şer'î yasaların hâkim olduğu İslâm devletini kurmak” olduğu,

- 1972 yılında Fethullah Gülen’in, Atatürk’ü gençliğe din düşmanı olarak göstermeye ve tanıtmaya çalıştığı, Nurculuk tarikatı yoluyla dine dayalı devlet düzenini kurma yönünde faaliyette bulunduğunun mahkemece belirlendiği ve üç yıl ağır hapse mahkûm edildiği,

- Adı geçenin mahkûmiyetine esas teşkil eden, “dine dayalı devlet düzeni kurma” amacını güden faaliyetlerinin, Askeri Yargıtay’ın 24.10.1973 tarih ve 1973/242 sayılı Kararı ile de sabit görüldüğü,

- Fethullah Gülen tarikatının yurt içinde 182 okulu, 300 dershanesi ve 25 bin kapasiteli 240 yurt ve pansiyonunun mevcut olduğu, bu kurumların 200 civarında vakıf ve yine 200 civarında şirket tarafından desteklendiği, bu okullarda kız ve erkek öğrencilere ayrı eğitim verildiği, "siyasal İslâm" zihniyetiyle yönlendirildikleri,

- Fethullahçıların Türkiye’de gerçekleştirilmesi hedeflenen İslâm devletine uluslararası destek sağlamak amacıyla yurt dışında okul açma atağı başlattıkları, özellikle de Orta Asya’da okullar açtıkları, bu çerçevede 52 ülkede 6 üniversite, 236 ilkokul ve orta dereceli okul, 6 dershane olmak üzere toplam 248 okul / dershane ve 21 öğrenci yurdu açıldığı, bu okullarda 3 bini yabancı olmak üzere, 7 bin eğitici / idarecinin görev yaptığı, önümüzdeki 5 yıl içinde 500 orta dereceli, 50 üniversite açılmasını hedefledikleri,

- Fethullah Gülen’in eğitim alanındaki bu yatırımlarının toplam değerinin 350 trilyon TL olduğu, Gülen’in Batı'ya karşı ılımlı bir dini lider görüntüsü çizmeye özen gösterdiği, Fethullah’ın Papa ile görüşmesinin yaratılmak istenen bu imajın bir uzantısı olduğu, bu görüşmede Türkiye’de rahip yetiştiren bir Ruhban Okulu açılmasını destekleyeceği konusunda garantiler verdiği duyumunun alındığı, bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanının Papa ile görüşme talebinin 3 yıldan beri bekletilmesine rağmen, Gülen’in görüşme talebinin kısa süre içinde olumlu cevaplandırılması ve resmî bir sıfatı olmamasına rağmen Roma’da Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi tarafından devlet protokolü ile karşılanarak, Papa ile görüştürülmesinin ve Papa’yı İsa’nın Doğumunun 2000'inci Yılı vesilesiyle Türkiye’ye davet etmesinin devletin Diyanet İşleri Başkanı'nın itibarını zedelemeye matuf bir hareket olduğu gibi aynı zamanda Büyükelçinin bu tavrının da devlet onuruyla bağdaşmayacak bir durum olduğu,

- Gülen’in çizilen “Hoşgörü” ve “Barış” tablolarıyla bazı devlet çevrelerini etkilediği, Gülen’in faaliyetlerine devletin destek verdiği imajını çizmesinin takiye olduğu, oysa Cumhuriyet dönemine “Kefere düzeni” diyen Fethullahçıların bugün bu düzenin devamlılığını ister görünerek bazı kesimleri de davranışlarına inandırabildikleri; “Devlet içinde Devlet” faaliyetleri icra eden Fethullahçıların tarikat okullarının Milli Eğitime alternatif bir anlayışla yönetildikleri, okullarında idareci dahil tüm personelin tarikat tarafından tayin edildiği ve maaşlarının kendi kıstaslarına göre belirlendiği, irticaî kesimin İslam Devletine ulaşıldığında gerekli olacak kadroları yetiştirmek ve devlete sızmayı amaçladıkları,

- “Bürokrasiye hakim olan devlete hakim olur” prensibini uygulayan Fethullah Gülen Nurcu tarikatında yer alan bazı bürokratların, Hazine Müsteşarlığı'nın Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü ile Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü gibi icra birimlerinde örgütlenerek, irticayı destekleyen sermayeye teşvik verilmesini sağladıkları, bu kesimlerin devlet imkanlarıyla büyüyüp gelişmesine ön ayak oldukları,

- Özellikle Fethullah Gülen Nurcu tarikatının da TSK'ne sızma girişimlerinde bulunduğu, Gülen tarikatına ait yurt dışındaki okulların açılış törenlerine özellikle emekli generallerin davet edilerek TSK ile yakınlaşma gayretleri sarf edildiği... (Sf. 1088 - 1100)

İşte 17 Mart 1998'de Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanı'na FETÖ hakkında bunları söylüyor. Yani "bu adamlar devleti içinde devlet olmaya çalışıyorlar" deniyor. Ve dahi, aynı brifingde Fethullah Gülen cemaatinin TSK'ya sızmak amacıyla ne tür taktikler geliştirdiği ve bu konuda duyulan kaygı aynen şöyle ifade ediliyor:

- Gülen Nurcu tarikatı tarafından, Silahlı Kuvvetler içerisinde yapılanabilmek ve ileride etkinliğe kavuşabilmek amacıyla yeni projeler üretilmeye başlanmış, bu çerçevede; askeri okullarda okuyan öğrenciler öncelikli hedef olarak belirlenmiş, kültür düzeyi yüksek tarikat mensubu ve türban takmayan kadınların askeri öğrencilerle tanışmaları ve evlenmelerinin sağlanabilmesi için gerekli vasatı oluşturacak bir yapılanmaya gidilmiştir. Anılan kesim tarafından bu yöntemle 10 yıla kadar bir sürede Silahlı Kuvvetler içerisinde tarikat olarak söz sahibi bir konuma gelebilecekleri şeklinde değerlendirmeler yapılmaktadır. (Sf.1108-1109)(*)

İşte sadece bu bilgiler bile 28 Şubat döneminde TSK ile FETÖ arasında bir "bağ" olduğunu ve bu bağın "türünü" net biçimde ortaya koymuyor mu?

Ama durun, bitmedi!.. Biz yine de TSK - FETÖ ilişkisini ve TSK'nın FETÖ hakkındaki düşüncelerine ilişkin birkaç bilgiyi de "28 Şubat İddianamesi"nden verelim...

Lâkin hemen belirtmekte yarar var ki, 28 Şubat İddianamesi'ni hazırlayan iki savcı da (Mustafa Bilgili ve Kemal Çetin) FETÖ'cü çıktı... Bu kişiler aynı zamanda kamuoyunda Kozmik Oda olarak bilinen soruşturmayı ve aramayı yapan savcılar... Şimdi bunların ikisi de meslekten ihraç edildi, Mustafa Bilgili denen savcı kılıklı alçak ise kaçak... Yani aranıyor!.. (Tıpkı Ergenekon'un ünlü savcısı Zekeriya ÖZ gibi...)

Bu iki zat-ı muhterem, 1309 sayfalık iddianameyi hazırlarken sadece Kozmik Oda dahil devletin bütün arşivlerine girip taramakla kalmamışlar, ayrıca Genelkurmay Adlî Müşaviri Hâkim Albay Muharrem Köse aracılığıyla TSK'ya ilişkin her türlü bilgi ve belgeyi de temin etmişler. (Hatırlanacağı üzere bu sefil kişi de 15 Temmuz ihanetinin baş aktörlerinden biri çıkmıştı.)

İşte bu üçlünün birbiriyle dirsek temasında hazırladıkları iddianame ile TSK'nın FETÖ ile nasıl bir "ilişki" içinde olduğu net biçimde ortaya konuyor.

Şimdi bu iddianameye göre TSK ile FETÖ arasındaki o "ilişki"ye bakalım, görelim, aydınlanalım.

2. 28 Şubat İddianamesi'ndeki belgelere göre 28 Şubat döneminde TSK - FETÖ İlişkisi:

a. İddianamenin 238'inci sayfasında değinilen ve Gnkur. İstihbarat Bşk.lığı'nın "Siyasal İslâmî Kesimin Kadrolaşma Faaliyetleri ve İslâmî Sermaye" konulu belgede "İslami sermayenin önemli bir bölümünü de ticari şirketler oluşturmaktadır. Bu şirketlerden, faaliyetleri istihbarî bilgilerle tespit edilebilenler şu şekilde gruplandırılmaktadır." denilerek ilk sırada FETHULLAH GÜLEN GRUBU sayılıyor ve bu gruba ait 203 ŞİRKET bulunduğu belirtiliyor.

Aynı belgede, bu ifadenin birkaç paragraf altında ise, "Fethullah Gülen’e ait mevcut 138 okulda öğrenim gören öğrencilerin de; Türkiye’de siyasal İslâm'ın oluşması halinde bu İslâmî kadrolarda görev alacak şekilde eğitildiği elde edilen bilgiler arasındadır." ifadesi yer alıyor. (Sf.239)

b. 4'ncü Kolordu K.lığı'ndan K.K. İstihbarat Bşk.lığına gönderilen 10 Nisan 1996 tarihli bir belgede bakın Fethullah Gülen hakkında ne söyleniyor:

"Nurcu kesimin liderliğini yapan "Fethullah Hoca" lakaplı Fethullah Gülen tarafından yönetilen grup yurtiçi ve yurtdışı teşkilatlanması ile nurculuğun yaygınlaştırılmasına gayret sarf etmektedir. Dershane ve kolejler vasıtası ile genç bir taban oluşturmaya çalışmaktadır. Grupların içerisinde TSK'lerine sızmak için en fazla gayret gösteren gruptur." (Sf. 433)

c. İddianame'de yer alan bir başka belgede TSK'nın BÇG eliyle 72 sayfalık bir Fethullah Gülen raporu hazırladığını ve MGK'nın dikkatine sunulduğunu öğreniyoruz. Meğer o raporda F.Gülen bir "tehdit" olarak tanımlanıp, cemaatin hedefi, stratejisi, yurt içi - yurtdışı faaliyetleri ve bu tehdide karşı alınacak önlemlere ilişkin teklifler sıralanıyormuş. (Sf. 454, 455)

ç. İddianamenin 459 - 499'ncu sayfaları arasında sıralanan belgelerde, kolordu bölgelerinde Fethullah Gülen cemaatine ait dernek, yurt, vakıf, dershane, Kur'an kursu ve buralardaki öğrenci sayıları ile Gülen yanlısı radyo - tv'lerin tek tek sayısal olarak verildiği görülüyor. (İşte savcı beyler iddianamede "niye bu tespitleri yaptın, sana ne?" diye TSK'yı suçluyor.)

d. "İRTİCAİ FAALİYETLER - 08.05.1997" başlıklı bir diğer belgede, "Fethullah Gülen’e ait 45 ülkede 200, Türkiye’de 125 okul bulunduğu, Fethullah Gülen’in Ankara Yükseliş Koleji’ni Fatih Üniversitesi olarak açmak üzere satın almaya çalıştığı" bilgisi yer alıyor. (Sf. 608)

e. İddianameye (yani savcıya) göre "İRTİCA NE DURUMDADIR başlıklı "Gizli" ibareli 50 sayfadan oluşan bir başka belgede yine "F.Gülen cemaati hakkında aleyhte bilgiler veriliyor"muş. (Sf. 615)

f. Fethullah Gülen'in "potansiyel ve yakından takip edilmesi gereken bir tehlike" olarak vurgulandığı "SİYASAL İSLAMLA MÜCADELE YÖNTEMLERİ" başlığı taşıyan bir başka TSK belgesinde şunlar belirtiliyor:

"Potansiyel bir tehlike de, Fetullah Gülen tarafından yurtdışında açılmış bulunan ve açılmakta olan orta ve yükseköğretim kurumlarıdır. Şu ana kadar alınan bilgilerde bu okullarda gayet ciddi eğitim yapıldığı, köktendinci eğilimlerin olmadığı, müfredatlarının ve öğretmenlerinin MEB kontrol ve denetiminde olduğu şeklindedir. Ancak (...) bu okulların öğrencileri, öğretmenleri, müfredat programları, özellikle ders dışı faaliyetleri yakından kontrol ve takip edilmelidir. MEB denetlemeleri sıklaşmalı, MİT devreye girmeli ve anılan ülkelerle işbirliği yapılmalıdır." (Sf. 700)

g. Hv.K.K.lığı'ndan Gnkur.Hrk.Bşk.lığına yazılan 24 Ağustos 1998 tarihli "Bilgi Toplanması" konulu yazıda şu tespit yer alıyor:

"Fethullah Gülen grubunun yapmış olduğu bölge koordinasyon toplantısında; devlet ve hükümet yanlısı tavırlara devam edileceği, cemaat toplantılarının toplu değil, küçük gruplar halinde birden fazla yerde yapılması konusunda kararların alındığı..." (Sf. 437 ve ayrıca CD 1, 43 Esas Klasör - 4, 1215 A No'lu ek klasörler)

İşte, iddianameden yaptığımız bu kısacık alıntılar bile 28 Şubat'ta TSK ile FETÖ arasındaki "derin ilişki"yi (!) ortaya koymuyor mu?.

Şimdi gelin bir de 28 Şubat döneminde TSK'dan atılanlara bakalım: TSK'dan atıldıkları için 28 Şubat İddianamesinde müşteki olarak yer alan 199 asker şahıstan 1995 - 2000 yılları arasında

ordudan atılanların sayısı 90 kişi... Bunlardan da 40'ı (yani yaklaşık % 45'i) Fethullah Gülen cemaati mensubu olmaktan dolayı ihraç edilmiş.(**)

Peki, Fethullah Gülen grubu üyesi olmak suçundan TSK'dan ihraç edilenler hakkında savcı beyler iddianamede ne diyor, biliyor musunuz?

"Müştekinin YAŞ'a sevk yazısında 'Fethullah Gülen Nurcu grubu mensubu' olduğu, (...) suç olarak değerlendirilebilecek bir faaliyetinin ortaya konamadığı, ileri sürülen iddiaların müştekinin askerlik görevi dışında, suç teşkil etmeyen, toplum içerisindeki özel yaşamı konusundaki tercihleri ile ilgili olduğu, bunların TSK'dan atılmasına gerekçe yapıldığı..."

Yani savcı beyler "bir personel Fethullah Gülen grubu üyesi diye ordudan atılır mıymış?" diye soruyor, iyi mi?

Neyse, sanıyorum 28 Şubat ve FETÖ arasında "derin bir ilişki" olduğu konusunda artık kimsede bir kuşku kalmamıştır. Ancak yazımızı bitirmeden bu konuda son bir alıntı daha yapalım... Bu kez alıntımız cemaatin Zaman adlı gazetesinde 12 yıl başyazarlık yapan Fehmi Koru'dan... Meclis'te kurulan 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'na 20 Ekim 2016 tarihinde açıklamalarda bulunan Koru şunları söylüyor:

"28 Şubat'ta cemaatin kimyası bozuldu. Gülen cemaati 28 Şubat'tan yarar gören değil, zarar gören bir durumdaydı. Gerçekten çok tedirgindiler, rahatsızdılar. Başlarına her türlü şeyin gelebileceği beklentisi içindeydiler. Askerler tarafından köklerine kibrit suyu döküleceği endişesi içerisindeydiler. Kendi kurumlarının kapatılacağı endişesindeydiler." (Medyadan alıntı)

Eh, bu ifadelerden Gülen'in o dönemde Çevik Bir Paşa'ya "bu okulları size devredelim" diye neden yalvar yakar bir mektup yazdığının gerekçesi de çok net anlaşılıyor galiba...

Neyse, sanıyorum artık mesele tamamen aydınlandı... Buraya kadar verilen bilgilerden hiç kuşku duyulmayacak biçimde kanıtladık ki 28 Şubat'la FETÖ arasında çok "derin" bir ilişki varmış...

Ancak görüldü ki bu ilişki "birbirini çeken" değil "birbirini iten", "dostane" değil "hasmane" bir ilişkiymiş... Meğer TSK 28 Şubat'ta FETÖ'yü korumak, kollamak, kayırmak bir yana, ülke ve rejim adına onları "tehlikeli bir hasım" olarak görüp göz açtırmamak için yasal yetki ve sorumlulukları dâhilinde üzerine düşeni yapmak, ayrıca devletin en üst makamlarını da bu çerçevede uyarıp harekete geçirmek için çırpınıp - debelenip durmuş...

Allahtan elimizde Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu ile 28 Şubat Davası İddianamesi diye kapı gibi iki kaynak var. Çok şey öğrendik! Lâkin her iki dokümanı da okuyunca insanın aklına Koca Ragıp Paşa'ya ait "Merdî kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler" ("Çingenenin mert olanı yiğitliğini överken hırsızlığını söyler") özdeyişinin geldiğini de eklemeliyim.

Son olarak, şunu vurgulamak isterim: TSK ile FETÖ arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmaya dönük bu araştırmadan sonra şahsen şu kanıya vardım ki, 28 Şubat'ta FETÖ'nün kayırıldığını, TSK'nın FETÖ ile işbirliği içinde olduğunu, FETÖ'nün zarar görmediğini iddia edenlerin neredeyse tamamı FETÖ'cüdür.

Ve dahi, bu zatların bütün çığırtkanlıkları tutuklamalar devam ederken kendi popolarını kurtarmak için hedef şaşırtma gayretinden başka bir şey değildir.

(E) Alb. Alican TÜRK

(*) İşin garibi, TSK'nın bu kaygısı karşısında Cumhurbaşkanlığı'nın öneri ve değerlendirmesi ise aynen şöyle olmuştur: "TSK her zaman lâiklik konusunda hassasiyet göstermiş, askerî öğrencilikten başlayarak her rütbedeki elemanlarını sıkı bir denetime tabi tutarak, zararlı kişileri bünyesinden uzaklaştırmıştır. Bugün için sürdürülen bu çaba 10 yıl sonra da aynen devam edecek, tarikat mensuplarının bu Kurum içinde söz sahibi bir konuma gelebilmeleri TSK'lerinin kendi iç denetimi sayesinde asla mümkün olamayacaktır." (Sf.1109)

(**) Dikkat! Bu rakamlar sizi yanıltmasın; bunlar sadece 28 Şubat iddianamesinde müşteki olarak ismi geçenlere ilişkin bilgiler... Yoksa 1995-2000 yılları arasında TSK'dan FETÖ'cü olduğu için atılanların sayısı eminim çok daha fazladır.

Son Dakika Haberleri