20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tecrübe ve Deneyim

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Dil yanlışı üzerine yazanlar çoğaldıkça, bu iş dil uzmanlığından çok, dil zaptiyeliğine döndü. Özellikle yazınsal metinlerde yanlış aramak büyük bir özen ister, bilgi ve zevk ister. Üslup gibi çok karışık bir olguyu iyi anlamak, yalnız dilbilgisi değil, dilbilim okumuş olmayı da gerektirir. Dil gibi esnek bir dizge, katılıkları kabul etmez. Bir dilin yazılmış yüz kuralı varsa, yazılamamış bin kuralı olduğunu unutmamak gerekir. Te-levizyonda bir canlı yayının heyecanı içinde bir dil sürçmesini hemen insanların yüzüne vurmayı doğru bulmuyorum. Bunlar anlık yanlışlardır, büyük bir olasılıkla yanlışı yapan da bunu hemen anlamıştır. Önemli olan kalıcı olabilecek, başkalarına bulaşabilecek yanlışlar üzerinde durmaktır benim için.

Dil yanlışlarıyla ilgili ilk yazım 1976 yılında Türk Dili dergisinde yayımlanmıştı. TDK’nın çıkardığı o dergide o günlerde yazmak bir yazı heveslisi için çok önemliydi. Bu ilk yazımda üç ya da dört dil yanlışı üzerinde duruyordum. Yanlış saydığım bir sözcüğün aslında Attilâ İlhan tarafından doğru kullanıldığını yıllar sonra anladım, o günlerde pek böbürlendiğim bu ilk yazım da böylece gözümden düştü. Doğruyu yanlış gibi göstermemeliydim, diğer örneklerde haklı olsam bile...

Bu yazımın başlığı eşanlamlı iki sözcük: tecrübe ve deneyim... Dilbilimcilere göre eşanlamlı sözcük yoktur, bizim eşanlamlı olarak saptadığımız sözcükler ayrı dillerden gelmiş sözcüklerdir. Örneğin, Doğu dillerinden aldığımız “tecrübe” sözcüğüne “deneyim” karşılığını bulduk. Tabiat - doğa, muhterem - sayın, hikâye - öykü örneklerinde olduğu gibi... Mümtaz Soysal’ın bir yazısını anımsıyorum. Bazen bu durumlarda eski sözcükler biraz farklı bir görevle yaşamaya devam edebiliyor. Mümtaz Soysal buna “şehir - kent” örneğini veriyor. Eşanlamlı görünseler de, birbirini tam karşılamadıklarını, “şehir” yerine her zaman “kent” diyemeyeceğimizi söylüyor. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki tasfiye yıllarını anlattığım “Bir Başka Şehir” adlı romanıma “Bir Başka Kent” diyememiştim. “Hikâye” ve “öykü” sözcüklerinde de buna benzer bir durum görüyoruz, biraz farklı anlamlarda ikisi de yaşıyor. Dilbilimciler “sözcüklerin anlamları yoktur, kullanımla vardır” derler, bu olayın gerisinde belki de bu dil gerçeği var. Eşanlamlı sözcükler ayrı anlamda sözcükler gibi yan yana kullanılmamalı. Dilimizde özellikle ikilemelerde az da olsa buna aykırı örnekler vardır; “İte köpeğe bulaşma!” tümcesinde olduğu gibi.

Yavuz Bingöl’ün ayrıldığı eşi Öykü Bingöl, “Onun tecrübe ve deneyimlerinden yararlanacağım” demiş. Bu söze yanlış demeden önce epey düşündüm. Acaba Öykü Hanım, “tecrübe” derken Yavuz Bingöl’ün “saray çevresinden” edindiklerini, “deneyim” derken de “sol çevrelerden” edindiklerini mi anlatmak istiyor? Anlatımında böyle bir incelik mi var acaba? Sanmam... Düpedüz yanlış. “Tecrübe” ve “deneyim” böyle yan yana kullanılmamalı. Öykü Bingöl sanırım şöyle diyecekti:

“Onun birikim ve deneyimlerinden yararlanacağım.”