25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

'677 sayılı yasa uygulanmalı, tarikat ve cemaatlerin kökü kazınmalı'

Aydınlık Gazetesi'nin gündeme getirdiği 'Diyanetin Tarikat Raporu' haberi etkisini sürdürürken, İlahiyatçı Yazar Cemil Kılıç görüşlerini Aydınlık'a anlattı.

'677 sayılı yasa uygulanmalı, tarikat ve cemaatlerin kökü kazınmalı'
A+ A-
CEMİL KILIÇ İLAHİYATÇI YAZAR

Bugünlerde Türkiye’deki cemaat ve tarikatlar hakkında sıkça haberler yapılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlandığı ileri sürülen ve gizli olduğu söylenen bir rapordan hareketle tarikat ve cemaatlere ilişkin çeşitli değerlendirmeler, çözümlemeler, öneriler ve görüşler kamuoyunda bir hayli yer alıyor.

Ben, Diyanet’in raporu üzerinden cemaat ve tarikatların denetlenmesi gerektiği fikrine güç kazandırılmaya çalışıldığı kanısındayım. Anlaşılan o ki Diyanet’in raporunun ana amacı da cemaat ve tarikatların denetlenmesi işini propaganda ederek buna yasal zemin oluşturmaktır.

Bunu nasıl saptıyoruz?

Çünkü Söz konusu raporda özetle şöyle deniliyor:

Tarikat ve cemaatler hem tarihi hem de sosyolojik bir gerçekliktir. Bu yapılar İslam sonrası tarihimizin her devrinde oldu. Bugün de olması doğaldır.

Ne var ki Cumhuriyetin ilk yıllarında ve özellikle 1950’ye değin “din karşıtı” politikalar izlendiğinden cemaat ve tarikatlar çalışmalarını gizli olarak devam ettirdiler.

Yapılan gizli çalışmalar devlet denetiminden uzak olduğu için bu yapılar zamanla “sahih İslam” çizgisinden saptılar.

Cemaat ve tarikatların yasaklanması, onların varlığını yok etmediği gibi daha da güçlendirdi ve onları siyasi, ticari kazanç sağlama kurumları haline getirip asıl kimliklerinden uzaklaştırdı.

Cemaat ve tarikatların önemli bir kesimi “sahih İslam” anlayışından uzaklaşarak sapkın yönelimlere doğru yol aldı.

Kimi cemaat ve tarikatlar tıpkı FETÖ gibi dış istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilmektedir. Devlette FETÖ benzeri bir örgütlenme temayülünde olan yapılara karşı dikkatli olunmalıdır.

Tüm bu eleştirel yaklaşımlara karşın Diyanet’e göre yine de geleneksel din anlayışını ve “sahih İslam’ı” yaşamaya ve yaşatmaya çalışan ve tarihsel kökleri çok eskilere dayanan tarikat ve cemaatler bulunmaktadır.

Rapor özellikle Nakşibendilik ağırlıklı olarak kimi sözde sufî yapıları her şeye rağmen kayırmaya çalışmaktadır. Yaşanan kimi sıkıntıları da söz konusu yapıların yasal konumlarının bulunmayışıyla açıklama gayretindedir.

Ayrıca Vahhabilik, Selefilik yahut İran İslam devrimi etkisiyle oluşan kimi yeni oluşumlara karşı da sözde geleneksel sufî yapılara meşruiyet kazandırma önerisi göze çarpmaktadır.

Öte yandan kimi modernist yorumları esas alan yeni ilahiyatçı figürlerin de sahih olmayan bir İslam anlayışı inşa etmeye çalıştıkları iddia olunmaktadır.

Diyanet, cemaat ve tarikatların Osmanlı’nın son dönemlerindeki “Meclis-i Meşayih” benzeri bir yapıyla denetlenmesini zımnen de olsa önermektedir. Buna şaşırmıyorum. Zira Diyanet, internet sitesinde kendisini Osmanlı’daki Şeyhülislamlık kurumunun devamı gibi gördüğünü yazacak denli bir pervasızlık içindedir. İlaveten belirtelim ki, Diyanet’in zımnen önerdiği, meclis-i meşayih hiç de fonksiyonel bir kurum olmamış, başından türlü badireler geçmiş ve bir süre sonra sembolik kimliğini dahi yitirmiştir.

Öte yandan özellikle FETÖ deneyiminin de etkisiyle cemaat ve tarikatlara karşı kamuoyunda oluşan son derece olumsuz havayı dağıtıp kimi tarihsel / geleneksel sözde sufi yapılara meşruiyet kazandırma amaçlı söz konusu raporu cemaat ve tarikatların denetlemesi söylemiyle desteklemeye yahut sahiplenmeye çalışan kimi çevrelerin mevcudiyeti gerçekten hayret uyandırıcıdır.

Tarikat ve cemaat meselesinde gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koymadan önce Türkiye’nin tarikat ve cemaat olgusuna projektör tutalım.

Türkiye’de 20’si çok etkin, 30 dolayında büyük yapı var. Bunların bir kısmının yurt dışı örgütlenmeleri de mevcut. Bu 30 dolayındaki cemaat ve tarikat türü yapının 400 dolayında kolu bulunuyor. Bu yapılara mensubiyet içerisinde olan yaklaşık 1 buçuk milyon kişi var. Sempatizan anlamında ise bu sayının 5 milyondan az olması mümkün değil.

Cemaat ve tarikatların büyük çoğunluğu mevcut iktidarın oy deposudur. Buna karşın iktidarın bu yapılardan çok da hoşnut olmadığı artık aşikardır. Zira FETÖ deneyimi yoğurdu üfleyerek yemeyi iktidar için de gerekli kılıyor.

Biz evvelce tarikat ve cemaatler bu denli konuşuluyor değilken konuya ilişkin bir yazı kaleme almıştık. Yazımız odatv’de; “Tarikat ve Cemaatler Kur’an’a da, Dine de Aykırı” başlığıyla yayımlanmıştı.

O yazımızda Türk ve İslam tarihindeki kimi sufi yapıların, otorite merkezli şer’î İslam’a karşı halkçı muhalif İslam’ı temsil ettiklerini belirtip olumlulamıştık. Ancak tüm bu olumlulamaya karşın laik cumhuriyet yönetiminde artık böylesi yapıların hiçbirine gerek olmadığını da belirtmiştik.

Bu arada hemen belirtelim ki Alevilik ve Bektaşiliği de genel sufî hareketler içinde değerlendirip onlara karşı da olumsuz bir tutum alınması ve onların da Sünni tarikat ve cemaatlerle aynı kategoride değerlendirilmesi tam bir saptırmadır. Zira Alevilik ve Bektaşilik başlı başına bir inançsal akım olup herhangi bir mezhebin sufî yorumu değildir. Oysa cemaat ve tarikat dediğimiz yapılar, son tahlilde Sünni İslam’ın sufi yahut aykırı yorumları kapsamındadır. Hepsinin Sünni İslam’daki şer’î hüküm ve ritüelleri kabul ettikleri bilinen bir gerçektir. Oysa Alevilik ve Bektaşilik Sünnî İslam’ın şer’î ve hatta pek çok itikadî hükmünü kabul etmez. Tersine kendine özgü inançsal hükümler ortaya koyar. İşte bu nedenle Alevilerin cem evlerini tekke ve zaviye kapsamında değerlendirmek kesinlikle ve tümüyle isabetsizdir. Gerçek şu cem evleri camilerim muadilidir; tekke ve zaviyelerin değil…

Tekrar konumuza dönecek olursak…

Tarikat ve cemaatlere modern Türkiye’de yer olmaması gerekir. Zira bu yapılar toplum olarak uluslaşmamızı engelleyen, dini de hurafe ve bidatlar çerçevesinde ve akademik derinlikten uzak bir anlayışla algılayan yapılardır. İslam’ın çağdaş değerler zemininde modern bir anlayışla yeniden yorumlanması ve güncel yaşama aktarılması gayretinin önündeki en büyük engellerden biri de işte bu cemaat ve tarikat benzeri yapılardır.

Cemaat ve tarikatların hemen hemen hepsi hilafet ve saltanat yanlısıdır. Aradan geçen bunca zamana karşın halen hilafetçi ve saltanatçı zihniyetlerini terk etmiş değillerdir.

Cemaat ve tarikat benzeri yapıların varlığı aslında Kur’an’a da aykırıdır.

Sınıfsal, grupsal ve zümrevî ayrılıkları reddetmek ve İmran Ailesi Bölümü 103. Sözde / Al-i İmran Suresi 103. Ayette belirtildiği üzere; “… Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp ayrılığa düşmemek…” İslam’ın Müslümanlardan istediği temel davranıştır.

Cemaat ve tarikatların varlığı bu Kur’anî ve Muhammedî ilkeye aykırıdır.

Cemaat ve tarikat hatta bir bahs-i diğer olmakla birlikte mezhep meselesinde sürekli hatırlanması gereken bazı Kur’an ayetlerini burada bir kez daha zikretmeyi son derece yararlı buluyorum:

“Dinlerini parça parça edenler, bölük bölük olanlar yok mu? Senin onlarla hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra o, ne yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.” (Hayvanlar Bölümü 159. Söz / En’am Suresi 159. Ayet)

“Yalnız ona yönelin ve ondan sakının. Allah’a içtenlikle yakarışta bulunun ve ortak koşanlardan olmayın. Onlar ki, dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her topluluk elindekiyle böbürlenip durmaktadır.” (Romalılar Bölümü 31- 32. Sözler / Rum Suresi 31- 32. Ayetler)

Müslümanların mezhep, tarikat ve cemaat gibi yapıların tasallutundan kurtulup Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaları tevhidî bir tavır olarak üzerlerine yüklenmiş kutsal bir görevdir. Bu görevin ifası için dini, Muhammedî çizgide anlamak ve yaşamak lazımdır.

Tarikat ve cemaatler konusundaki çıplak gerçek şudur:

Bu yapılar cumhuriyet karşıtıdır. Atatürk devrimlerine karşı azılı bir düşmanlık içerisindedir.

Bu yapılar pek çok dinci gerici ayaklanmaya destek vermiş yahut öncülük etmişlerdir. Şeyh Said ayaklanması ve Menemen olayları bu konudaki en çarpıcı örneklerdir. FETÖ’nün darbe kalkışması da bu zincirin devamıdır. Bilinsin ki FETÖ’nün ulaştığı güce ulaşabildiklerinde diğer bütün cemaat ve tarikatlar benzeri bir çıyanlığı sergilemekten geri durmayacaklardır.

Bu yapılar, halkın dinsel duygularını acımasızca sömürmektedir.

Bu yapıların bazılarında genel ahlak kurallarına uymak konusunda bile zaafiyet vardır. Örnek olarak Timur Soykan’ın “Badeci Şeyhin Sır Odası” adlı kitabına ve İsmail Saymaz’ın “Şehvetiye Tarikatı” adlı çalışmasına bakılabilir.

Bu yapılar, çoğu kere yabancı istihbarat servislerinin güdümünde millî varlığımıza ve toplumsal birliğimize karşı faaliyet icra etmekten geri durmayan meşum odaklardır.

Bu yapılar aynı zamanda arı duru İslam’ı yozlaştıran, hurafe ve bidatlarla boğmaya çalışan yapılardır.

İşte bu ve bunun gibi pek çok başka sebepten ötürü cemaat ve tarikatların mevcudiyeti kabul edilemez, hoşgörüyle karşılanamaz.

Cemaat ve tarikatların yasallaşması, denetim için bir kurum kurulması gibi öneriler doğrudan doğruya cumhuriyet karşıtlığıdır. Hatta bize göre aynı zamanda İslam karşıtlığıdır.

Yapılması gereken şey bellidir:

30 Kasım 1925 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Yasasının ödünsüz bir biçimde uygulanması. Başka bir seçenek yoktur ve olamaz. Şayet laik demokratik bir sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne veda etmek istemiyorsak…

Cemaat ve tarikatlara ait bütün mallara el konulmalıdır. Tıpkı FETÖ’nün mallarına el konulduğu gibi…

Cemaat ve tarikatlara ait bütün dernekler, vakıflar, televizyon, radyo, dergi ve gazeteler de kapatılmalıdır. Tıpkı FETÖ’nünkiler kapatıldığı gibi…

Aksi halde ikinci bir FETÖ vakasının yaşanması olasıdır.

FETÖ ve benzeri yapılarla dinsel anlamda nasıl mücadele edilmesi gerektiğini biz son kitabımız; “İslam’a Kurulan Pusu: Kur’an İle Aldatmak” adlı çalışmamızda ortaya koyduk.

O halde sözlerimizi ulu önder Atatürk’ün sözleriyle bağlayalım:

“Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.”

Son Dakika Haberleri