24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

68'in kültürel ruhu

Mehmet Ulusoy

Mehmet Ulusoy

Eski Yazar

A+ A-

2018'deyiz, 68 büyük devrimci dalgasının 50. yılında... Bugünün gerçekliğinden, yaşanan derin sorunların prizmasından 50 yıllık geçmişe baktığımızda neleri nasıl görüyoruz, neleri yeniden düşünüp tartışmak gerekiyor? Günümüzün yakıcı temel ihtiyaçlarından, vazgeçilmezliklerinden baktığımızda bir çok şeyi, hatta belki de her şeyi... Toplumumuzun yaşadığı derin kültürel krizi, bayağılaşmayı, sığlaşmayı ve çoraklaşmayı düşünerek, 68'in kültürel ruhu neydi, ana hatlarıyla sanat ve edebiyatta bu nasıl ifadesini buldu, bir ucundan bunlara değinmeye çalışacağım.

1968 devrimci dalgasının ayırt edici özelliklerinden birisi, kültür ve sanat alanında aydınlanmacı, toplumcu ve devrimci bir atılımın yaşanmasıdır. Ulusal, halkçı, eşitlikçi nitelikteki bu kültür ve sanat rüzgarının ya da ikliminin toplumda yarattığı değişimlerin derinliğini, boyutlarını ve yaygın etkisini bilmeden 68 devrimci atılımını ve günümüze bıraktığı mirası da yeterince kavramış sayılmayız.

***

Türk Devrimi'nin karşı devrimle çarpıştı uzun 150 yıllık salınım sürecinin son halkası 27 Mayıs ve 68 devrimci dalgası, özellikle günümüz devrimcileri açısından ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bugün yaşamakta olduğumuz, emperyalizm ve ortaçağ güçlerinin ulusumuza yaşattığı aşağılanmaya, çürümeye, ahlaksızlıklara ve alçaklıklara karşı ciddi bir direniş varsa eğer, bunun köklerini ve enerji kaynaklarını, en başta, Kemalist Devrimin ikinci atılımı olan 27 Mayıs ve 68'in yarattığı devrimci ruhta ve kültürde aramalıyız.

Bunun anlamı, sadece, geçmiş devrimleri, ekonomik-toplumsal değişiklikleri bilmek, onlardan bir şeyler öğrenmek değildir. Çok daha önemlisi; köklü toplumsal-siyasal değişim ve dönüşüm ideallerini içeren bu dönemdeki düşünce ve değerlerin, daha sonra, yaşam tarzında, değer yargılarında, düşünce tarzı ve yöntemlerinde, kısacası maddi ve manevi hayatın yeniden üretilmesinde bir gelenek, alışkanlık ve ortak ideal haline gelerek hâlâ yaşayıp yaşamamasıdır. Bütün bunların estetik ifadesi olarak da, sanat ve edebiyatta söz konusu değerlerin, ideallerin, estetik biçimlerin yeniden üretilip üretilmemesidir.

68 devrimci kültürünün kaynakları sadece ulusal geçmişte ve toplumsal dinamiklerde değildir. 1968'ler; zafere ulaşan Çin Devrimi'nin, Küba ve Cezayir Devrimlerinin, Vietnam'ın ABD emperyalizmine karşı destansı kurtuluş savaşının aydınların ve gençliğin vicdanında, yüreğinde, tutuşturduğu haksızlığa ve köleliğe isyan duygusunun fabrika direnişlerine, köylülerin toprak işgallerine, üniversite boykot ve işgallerine kadar taşınan fırtınalı bir bahar iklimidir. Arap dünyasında BAAS önderliğindeki sosyalizm deneyimlerinin ve Asya-Afrika-Latin Amerika'nın geniş coğrafyalarındaki birleşik bir dalgaya dönüşen kurtuluş savaşlarının estirdiği büyük fırtınanın bütün dünyayı sardığı bir dönemdir.

****

Benim de içinde yer aldığım 1968'lerin yükselen ve yaygın olarak paylaşılan, neredeyse toplumun her kesiminde moda haline gelen yeni ve yükselen ortak değerleri, beğenileri ve davranış biçimleri vardı. En başta, dünya çapındaki büyük dalganın ifadesi olan ulusal bağımsızlıkçılık ya da ulusal kurtuluşçuluk geliyordu. Edebiyat ve sanatta Amerikan düşmanlığını işlemeyen her esere kuşkuyla bakılırdı, kınanırdı. İkincisi, -ABD güdümlü Flipin tipi değil- gerçek, halkçı bir demokrasi özlemidir. M. Ali Aybar'ın yönetimindeki, ilerici Türk aydınının büyük bir kesimini etkileyen TİP'in temel sloganı da “Bağımsızlık ve demokrasi” idi.

27 Mayıs'tan önceki 20 yılda hasıraltı edilen, küllenen bazı devrimci değerler yeniden gündeme getirilip tartışılıyor, bilinçlere işleniyor, adeta kazınıyordu. Dönemin en etkili ve en çok okunan dergisi YÖN'de, Atatürkçü ya da Milliyetçi bir sosyalizm ekseninde ele alınan yazıların ağırlığını bağımsızlık, demokrasi, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşları, emeğin, yoksulun hakları, sömürüye karşı mücadele temaları oluşturuyordu.

Özellikle vurgulamak gerekir ki, 68 hareketinin büyüklüğünün ve uzun solukluluğunun belli özel nedenleri vardır. Bunlar; en başta gençlik hareketi olarak geniş kitleleri kucaklaması; gençlik hareketinin yükselen işçi hareketi, köylülerin toprak mücadelesi ve öğretmen örgütlenmesiyle karşılıklı birbirini güçlendirerek paralel gelişmesi ve sosyalistlerin tek bir partide birlik oluşturmasıdır. Yani devrimciliğin ve sosyalizmin ilk kez kitlesel çapta benimsenir ve tartışılır hale gelmesi, kanımca hareketin hem niteliksel düzeyini, hem de çok yönlü etkisini artırmıştır. Burada niteliğin niceliğe, niceliğin niteliğe dönüştüğü verimli, üretken bir süreç söz konusudur.

Bunlar yükselen değerlerdi; karşısında hiç bir düşüncenin direnme gücü olmayan büyüleyici bir çekicilikleri vardı. Hele hele emperyalizmi, sömürüyü, eşitsizlikleri savunmak, eğitimli, biraz bir şeyler okuyan ve düşünebilen ortalama bir yurttaş açısından ayıplanan, kınanan bir zaaf olarak görünmekteydi. Örneğin, milliyetçi-ülkücü çevreler de esen rüzgarın pek dışında değillerdi; onlar da genellikle tartışmalarda ve söylemlerinde “biz de toplumcuyuz”, “biz de ABD'ye karşıyız, ama komünizme de (Rusya'ya da) karşıyız” diyorlardı. En azından Türk-İslam Sentezinin MHP'de egemen ideoloji olduğu 1969 Kongresi'ne kadar bu çok açık böyleydi.

***

Kısacası, 60'lı yıllar, gerek dünyada gerekse Türkiye'te toplumcu, eşitlikçi ve paylaşmacı değer ve ideallerin, halka hizmet duygusunun olağanüstü yüksek olduğu, yüceltildiği bir düşünce ve davranış iklimine sahipti. Her türlü ilişkide, sohbetlerde, tartışmalarda, sanat ve edebiyatta bireyciliği, bencilliği övmek, eşitsizliği, sömürüyü, ağalığı savunmak bir aforoz, dışlanma nedeni olabiliyordu. En onurlu, en saygın, en erdemli düşünce ve davranış halk için, vatan için en üst düzeyde özveride bulunabilmekti. Fedailik, vericilik en kutsal davranıştı. Özetle, toplumsal bir ideali olmayan, ot gibi yaşayan ya da “ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu”, “savaş yapma aşk yap” tekerlemesine sığınan tutumlardı. Bunlar, yükselen değil, alçalan, saygınlığını yitiren değerleri oluşturuyordu.

Dev-Genç'in binlerce kişinin katıldığı o meşhur kitlesel and içme törenleri bu yüksek devrimci ruhun simgesel örnekleriydi. Şu çok anlatılan davranış, o yılların toplumcu-devrimci ruh halini en çarpıcı yansıtan simgesel örnektir: Genellikle zengin kökenli genç kız ve erkekler, devrimci arkadaş çevrelerinden dışlanmamak için, onlarla birlikte oldukları toplantı-sohbet ortamlarında, içtikleri pahalı sigaraları rahatça çıkarıp içemezlerdi. Çantalarında ayrıca bulundurdukları Birinci sigarasını -biraz da göstere göstere- çıkarıp içerler ve ikram ederlerdi. Paylaşma ve dayanışma ruhu en yüksek noktasındaydı. Parası ve imkanı olanın olmayanla bunu paylaşması en olağan davranıştı. Dahası, zirveye çıkmış ve geleceğe dönük her kişisel planı devrime göre yapma düşüncesinin egemen olduğu bu romantik devrimciliğin kitabında mülk sahibi olmak, para ve mal biriktirmek vb ideallere yer yoktu. 12 Mart cezaevlerindeki devrimcilerin komün geleneği bu kültürün tipik bir göstergesidir. Bu gelenek 12 ve sonrası yozlaşarak devam etti

Sol dergilerde ve Dev-Genç'in geniş kitle toplantılarında Amerikan mallarına ve kültürüne karşı büyük bir coşkuyla benimsenen kararlar alınıyordu. Coca Cola, Pall Mall, Mallbora sigaraları gibi Amerikan mallarını tüketmeme, yerli malı tüketme yönünde tavırlar ortaya konuyor ve ulusalcı, yerlici bir kültürel davranış gelişiyordu. Bu kültürün bir parçası olarak örneğin Tommix, Texas gibi, ezilen dünya gençliğini afyonlama aracı olan resimli romanlara karşı, o yıllarda çıkan Karaoğlan, Tarkan gibi Türk tarihinden kahramanları işleyen yerli resimli romanlar giderek daha çok tercih edilir hale geliyordu. Kısacası, Amerikan kültürünün bütün biçimlerine ve Amerikan mallarına karşı güçlü bir duyarlılık oluşuyordu.

***

68 gençliğinde yaygın olarak yaşanan, kendini samimi olarak değiştirme ile özentinin iç içe olduğu davranışlar, kuşkusuz “yoksulluk edebiyatı” ya da gösterişçi, özentili solculuk kokan abartılı ve biçimsel tavırlara kadar gidebiliyordu. Ne var ki böylesi devrimci kabarış dönemlerinde, özellikle yenilik arayışı içindeki gençlik kitlelerinde ve aydınlarda görülen sığ, gelip geçici, özentili bu tür davranışlar kaçınılmazdır ve doğaldır. Çünkü, belli bir bilinçli ve öncü bir kesim dışında, büyük kitleler genellikle ezilmişliğin, sömürülmüşlüğün verdiği sınıfsal sezgileriyle, içgüdüleriyle ve öfkeli tepkileriyle hareketlere katılmaktadır. Öte yandan, sanayileşme ve modernleşme adımlarının hızlandığı, kentlere göçün yaygınlaştığı bu dönemde geleneksel, muhafazakar yaşam biçiminden kopma olgusu dönemin en çarpıcı gerçeğiydi. Yenilik ve değişim talebi, her alanda özgürleşme, birey ve kimlik sahibi olma isteği olma isteği, denebilir ki Türkiye tarihinde ilk kez bu derece yaygın ve sarsıcı bir şekilde yaşanmaktaydı.

Örneğin, bir moda olarak yaşansa da, kılık kıyafetteki bazı yenilikler, uzun saç, favori, bıyık, bol paça pantolun ve başka yenilikler, ilk kez dar bir burjuva sosyetik çevrenin dışına çıkıyor, kitleselleşiyordu. Özellikle gençliğin değişim talebiyle örtüşerek devrimciliğin, ilericiliğin biçimsel bir simgesi haline geliyordu. Ya da günün yükselen değeri olarak devrimciliğin moda haline gelmesinin bir göstergesiydi bunlar.

***

Modernleşme, moda, yenilikçilik ile devrimcilik ve ulusalcılık ilişkisi, Türk Devriminin genelde en temel ve tartışmalı sorunlarından biridir. 1960'larda bunlar arasındaki ilişki çok daha karmaşık ve üst düzeyde yaşanmıştır. Ancak burada şunu vurgulamak önemlidir: Türk Devrimi tarihinde modernleşmenin daha çok Batılılaşma, Batı'yı taklit etme biçiminde yaşandığı Tanzimatçılık olarak tanımladığımız dönemlerde, yukarıdaki ilişki ulusalcılığa ve devrimciliğe değil, emperyalizmle bütünleşmeye hizmet etmiştir. 1908-1945 ve bunun devamı niteliğindeki 1960-1980 döneminde ise, bu ilişki, yani Bat kaynaklı yenilikçilik ve kültür-sanattaki moda hareketler, daha çok ulusalcı modernleşmenin ve devrimcileşmenin bir parçası olmuştur.

Bunun en tipik ve en çarpıcı göstergesi şudur: Batı merkezlerinde gelişen 68 hareketi ile Türkiye 68 hareketini yaratan ortak talep, yeni bir toplum, yeni bir dünya, yani öz olarak “yenilik” olduğu halde, “nasıl bir yenilik” sorusuna Batı'da ve bizde tamamen farklı yanıtlar verilmekteydi. Dolayısıyla Batı'daki “yenilik” rüzgarı özünde emperyalist (liberal-anarşist) siyaset ve kültürün bir uzantısı olduğu halde, bizdeki ivmelenerek yükselen antiemperyalist ve toplumcu mücadeleye hizmet etmiştir. Bizde ve Ezilen Dünya'da “yeni/yenilik” ikili bir karakter göstermektedir. Toplumun iç dinamikleriyle ortaya çıkan, onun gelişmesini, özgürleşmesini, ortaçağdan kurtulmasını içeren yenilikçilik, gerçek anlamda yenilikçiliği ifade ediyordu.

Öte yandan, daha çok kapitalizmin daha yüksek kâr amaçlı olarak sık sık başvurmak zorunda kaldığı “yenilik”lerine, yani modalarına bağlı olarak, bize yansıyan “yenilik”ler vardır. Bunlar, aslında emperyalist gerici kültürün sahte yenilikçi görünümleridir. Batıcılığı hâlâ ilericilik olarak gören yeni Tanzimatçı, mandacı Türk aydını bu sahte yenilikleri, modaları bir ilerleme, özgürleşme, modernleşme ölçütü olarak gördü. İşte, 1960'lardaki, sanatta, özellikle müzikte Hafif Batı Müziği ve resimde Soyut Dışavurumculuk ya da soyut resim olarak adlandırılan modalar, özentiler, emperyalist kültürün, Amerikan merkezli modernist sanatın uzantılarıydı. Bunun, Birinci ve İkinci Yenici şiirinde gölülen yansımaları çok daha önceden başlamıştı.

Sözkonusu Batı kaynaklı sözde yenilikçi sanat akımlarından etkilenmeler, ulusal devrimci kültürün gerçek yenilikçi talep ve amaçlarıyla hep iç içe olmuştur. Ulusal devrimci sanat ve edebiyatın özgünlüğünü büyük ölçüde saptıran, çarpıtan ve bozan bir rol oynamıştır.

Ama bütün bunlara rağmen, 1960'ların sonlarına doğru, toplumsal devrimci içerik, giderek işçi ve köylü hareketleriyle de bütünleşerek baskın hale geldikçe, her türlü yenilikçilik de onun bir parçası, onu tamamlayan bir ögesi haline geldi. Bunun sanat ve edebiyattaki en çarpıcı örneklerinden birisi, İkinci Yeni akımının 1960'lardan sonra hızla sönümlenmesi ve Cemal Süreya, Turgut Uyar, İlhan Berk, Ülkü Tamer gibi İkinci Yeni şairlerinin giderek toplumcu ve gerçekçi bir eksene kaymasıdır.

Devam edecek...