28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

93 yıl önce uyarılar ve uzay çağında uyuyanlar...

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

Türkiye, “darbe” girişiminin sarsıntısı altında ürkütücü ve düşündürücü şoklar yaşamaya devam ediyor...
Ve her geçen gün yalnızca darbecilerin değil, onlara yıllar boyu taviz ve destek verenlerin dehşet verici foyaları da ortaya serildikçe seriliyor...
Yani cemaat unsurlarının nihai hedef için; devletin, iş dünyasının, bürokrasinin, medya ile diğer çalışma alanlarının “kılcal damarları”na kadar sızdığını gösteren şoke edici belge ve bilgiler ortaya saçıldıkça, ANAP’ından DYP’sine, DSP’sinden AKP’sine kadar tüm siyaset odaklarının işbirlikçi faaliyetleri de tek tek deşifre oluyor...
Çünkü herkes farkındadır artık; Cemaat her ne kadar 40 yıldır sergilediği sinsiliği kullanarak, uluslararası istihbarat örgütlerini bile kıskandıracak bir modelle devlete sızabilmişse, burada “suçlu” yalnızca bir köy imamı ile onun ardından giden sözde “okumuş” zavallılar değildir!.
Ve kuşku yoktur ki; “paralel yapı” tüm bu tehlikeli ve yıkıcı kuşatmayı yaparken, Cemaati görmeyen, göz ardı eden, onu destekleyen -büyütüp besleyen- siyaset kurumları da, “darbe”nin ulaştığı sonuçlar açısından bir o kadar suçludur...
Darbenin kanlı yolları, yalnızca beyinleri yıkanmış mürit-militanların şahsi çabaları, kör inançları ve “himmet”iyle döşenmedi çünkü...
Bu sızma, ilerleme ve hedefe varma yolları rahatlıkla yapılsın, mevzi koridorları açılsın diye “çete”ye adeta (demir, çakıl, çimento) verircesine olanak tanıyan siyasal bürokratik zihniyetin uşakları da darbenin sorumlularıdır...

İhanetin bir başka yüzü!..
Evet; Fetullahçıların, devletteki örgütlenmeyi darbeyle taçlandırarak, Türkiye Cumhuriyeti’ne tamamen el koyma çabası kanlı biçimde deşifre olurken, “gaflet, dalalet ve hatta ihanet”in itirafçılığı da açığa çıkmaya devam ediyor...
İşte bu sırada kimileri paçasını kurtarmak, kimileri mevzi almak, kimileri geleceklerini garantilemek ve kimileri de özellikle siyasetçilerin yaptığı gibi, “bir hata ettik oldu, pişmanız, af ola” tiyatrosuyla sorumluluktan kaçmaya çalışıyor...
Yalnızca “gafletin ve ihanetin” pişmanlığı değil bu utanç verici tavırlar...
Aynı zamanda milleti aptal yerine koyarak, körlüğün, cehaletin, öngörüsüzlüğün ve de vizyonsuzluğun daniskasıdır bu yaklaşımlar...
Oysa devleti ve milleti kurtarmak o kadar kolaydı ki bu gafletten ve onun sürüklediği derin ihanetten...
AKP’nin de yaptığı gibi, 15 yıl sonra parti binasına Atatürk posteri asmak zorunda kalanlar, Gazi’nin “irtica” ile ilgili 93 yıl öncesinden itibaren yaptığı yaşamsal uyarıları okusalardı, Türkiye bugün dincilerin dincilere “darbe” yapmaya kalktığı bir ülke olamazdı...
Üstelik; gericilik, tarikatçılık, cemaatçilik ile “tekke ve zaviye” zihniyeti gibi yapıların tehlikesine dikkat çekilen aşağıdaki konuşmaların bir bölümü bile okunmuş olsaydı, “Cemaat”e göz yumanlar “irtica”nın karanlık uykusundan bir nebze olsun uyanmış olacaklardı...

Gafillerin görmediği!..
Gazi’nin çeşitli zamanlarda yaptığı aşağıdaki uyarıları, yalnızca cemaati palazlandıran, başta AKP olmak üzere gerici sağ siyaset değil, partilerine cemaat müritlerini sızdırmaktan ve onları Pensilvanya’ya göndermekten bile çekinmeyen Gazi’nin mirasçıları da okuyuversin...
İşte laiklikten, Devrim Yasaları’ndan, cumhuriyetten ve Altı Ok’tan uzaklaşan, tarikata-cemaate taviz verenlerle “irtica”dan nemalanmaya çalışanların kafasında adeta vizyon çivisi etkisi yapacak müthiş uyarıların kronolojisi;
“İnkılâbın kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafamızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız inkılâp ve ilerleme bir an bile durmayacaktır.” (Ata’nın 16 Ocak 1923’te İzmit’te yaptığı basın toplantısındaki konuşmasının son satırları)
“Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz derim ki, ‘ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsî imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım benim milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım benim milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir.’ Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adımı atanı tepelemektir... Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim. Farz-ı muhal eğer bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak Meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.” (20 Mart 1923- Konya’da gençlere irticayı anlatırken)
“Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.
En doğru, en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir.” (Ağustos 1925-Şapka giydiği Kastamonu gezisinde.)
“Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün mana ve eşkaliyle medenî bir heyet-i içtimaiye haline isal etmektir, inkılâbımızın umde-i asliyesi budur. Bu hakikati kabul edemeyen zihniyetleri tarumar etmek zarurîdir. Memleket behemehal asrî medenî ve müreffeh olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır.” (1927-Nutuk’tan)
“Hadiseye dikkatimizi çevirmemizin sebebi dini, siyaset ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin bir daha anlatılmasıdır. Meselenin mahiyeti esasen din değil, dildir.
Kat’i olarak bilinmelidir ki Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır.” (Gericilerin Ulu Camii’den çıkarak vilayet önünde şeriat sloganları atması üzerine Bursa’ya giden Atatürk’ün 6 Şubat 1933’te yaptığı konuşma)