25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

ABD-İran ilişkileri ve çetrefelli imtihan

Mehmet Yuva

Mehmet Yuva

Gazete Yazarı

A+ A-

ABD-İran arasında 1979'dan beri dolaysız diplomatik ilişkiler mevcut değil. İran, Amerika'da yaşayan vatandaşları ve konsolosluk hizmetlerini Pakistan Büyükelçiliği üzerinden icra etmektedir. Buna karşılık ABD, Tahran'da İsviçre Büyükelçiliği nezdinde temsil edilmektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı, Filistin İslami Cihad ve Hamas örgütleri ile Lübnan Hizbullah Partisi'ne verdiği açık destekten dolayı, İran'ı "terör örgütleri ve terörizme destek veren ülkeleri silahlandırıp finanse ettiği" gerekçesiyle "terörizme destek veren ülkeler" statüsüne dâhil etmiştir. Buna karşılık İran ABD'yi, "Siyonist terör devleti İsrail başta olmak üzere, dünyadaki terör örgütleri ve bu örgütleri besleyen devletleri destekleyen, Emperyalist tamahlar güden ve bu tamahlarını gerçekleştirmek için bütün askeri terör faaliyetlerini mubah kabul eden Büyük Şeytan" olarak telakki etmektedir. Bu suçlamalar halen kaim olmasına rağmen, iki ülke arasında uzun bir zamandır gizli buluşmalar vuku bulmaktadır. Her iki ülkede, "rasyonel ve faydacı" gerekçeler öne sürülerek yakınlaşmayı arzu edenler olduğu gibi, ilişkilerin bina edilebilmesi için çok ağır şartlar öne sürenler de var. Ancak bu ilişkilere ne pahasına olursa olsun tamamen karşı çıkanlar da vardır.

'SOPA VE HAVUÇ' FELSEFESİ

ABD kurulduğu tarihten itibaren Dış politikalarını "sopa ve havuç" felsefesi üzerine kurmuştur. Ancak son merhalede her iki unsurun temsilcileri, gayet uyum içinde, ABD'nin ulvi çıkarlarını gözetlemiştir. İran, binlerce yıllık devlet geleneği, önemli enerji kaynaklarına sahip olması, ağır sanayi hamleleri ile kendi kendine yeten iktisadi ve askeri bir güce dönüşmesi, Nükleer enerji alanında kayda değer bir ilerleme kaydetmesi, bölgesel ve uluslararası ittifaklar sayesinde nazarı dikkate alınması gereken bir bölgesel güç olmayı başarmıştır. Siyasal sistemi "İslami" yorumlara binaen kurgulamış ve etkili bir ulema-ruhban sınıfının mevcudiyetine rağmen, en az Batı standartlarında, parlamenter demokrasi ve modern eğitim kurumlarına sahip bir ülke olmuştur. ABD gibi İran da "sopa ve havuç" siyasetlerini çok etkili kullanmakta ve bu sayede ülkesine önemli miktarda kazanımlar aktarmaktadır. Bu noktaya hiç şüphesiz uzun bir süreç sonrası gelindi.

İSRAİL KAVGASI

Hesaplaşmayı, askeri ve iktisadi savaş üzerinden yürüten her iki ülke, tabiri caizse "kemik kıran" bir mücadelenin ardından, "bükemediğin eli öpeceksin" veya "köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı diyeceksin" formülünü uygulamaya koymuşlardır. Lakin ABD-İran yakınlaşması takoz ülkeler olarak tabir ettiğimiz, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye, Suriye, Irak ve Lübnan gerçeği ile imtihan halindedir. İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye, ABD'nin gücünden ne kaldıysa, hem güvenliği hem de bölgesel planları için kullanmak istemektedir. Her üç ülke bölgesel aktör ve reis olma arzusunu taşımaktadır. Bunun hesabıyla, bu ülkeler ABD'nin İran ile yakınlaşmasını güvenliği, reis olma planlarına katacağı artı-değer ve çıkarları oranında kabul edebilir. ABD'nin İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye'den bağımsız karar alabilir. Ancak bu kararlarını yukarıda sıraladığımız faktörleri nazari dikkate almadan uygulamaya koyması zordur. İşbirlikçi olarak nitelendirdiğimiz üç ülkenin, ama özellikle İsrail'in, ABD'yi rahatsız edecek tasarruflarda bulunma kabiliyet ve imkânları vardır. ABD sahasında, "İsrail ile mutlak bir koordinasyon ve kayıtsız-şartsız stratejik işbirliği olmalıdır", diyen cephe ile "İsrail'i ABD'nin kamburu ve kenesi" olarak telakki eden kesim arasındaki çatışma kazan kaldırma boyutuna ulaşmıştır. Bu kavganın kimin lehine sonuçlanacağını öngörmek kolay değil. Ancak İran yakınlaşmasından ABD, Suriye, Lübnan, Filistin, Irak, Afganistan, Petro-dolar Körfez ülkeleri ve Orta-Asya bölgesinde kazanım elde etme gayretindedir. İran, özellikle Suriye ve Irak sahasında ABD ile ne kadar uzlaşabilir ve bu uzlaşma İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye'yi ne kadar tatmin edebilir soruları hayati önemdedir.

İRAN'IN İMTİHANI

İran açısından ABD ile siyasi-ticari münasebetlerini genişletmesi, Nükleer programını garanti altına alma istemi ve Filistin, Lübnan, ama özellikle Suriye ve Irak'taki hayati değerde önemli milli çıkarlarını koruma arzusu önünde duran en karışık imtihan olacaktır. Bu imtihan özellikle Suriye sahasında hiç kolay geçmeyecektir.

ABD-İran muaşeretinin sonuç ürettiği iki saha Lübnan ve Irak olmuştur. Lübnan eski Başbakanı Saad El-Hariri 3.5 sene sonra yaşadığı ve vatandaşı olduğu Suudi Arabistan'dan Lübnan'a döndü. Bu şahıs 2007'de özelleştirilen Türk Telekom'un patronudur. Hariri'nin Lübnan'a dönüşü ABD, İran, Suudi Arabistan ve Hizbullah ile yapılan istişareler ve görüş birliği sonucu hâsıl olmuştur. Hariri "Sünni" burjuvazi ve topluluğun en güçlü temsilcisidir. Suriye krizi patlak verdikten sonra Suudi hanedanlığı ve Hariri'nin destekleyip beslediği dinci gruplar Lübnan genelinde, Filistin kampı Nahr el-Barad ama özellikle Suriye sınırındaki Trablusşam vilayetinde etkin bir askeri güç haline geldiler. Lübnan'dan Suriye'ye çok önemli silah ve militan transferi sağlandı. Hizbullah'ın Suriye ordusunun yanında savaşa dahil olması, Lübnan-Suriye hudut bölgelerinde silahlı grupların ağır yenilgiler alması, Suriye'den Lübnan'a sığınmaları ve burada kurtarılmış bölge iddiasında olmaları, Lübnan ordusunun bunlara karşı harekete geçmesi, Lübnan toplumunun ezici çoğunluğun bu savaşta ordunun yanında yer alması, Hariri'nin dönüşünü zorunlu kılan faktörler olmuştur.

ABD LÜBNAN'I KABUL ETMEK ZORUNDA KALDI

Lübnan'ı terörize ederek mevcut çelişkileri daha derin bir mezhep çatışmasına götüremeyeceğini anlayan ABD ve Suudi hanedanlığı, Lübnan'ın geleneksel konumunu kabullenmek zorunda kalmıştır. Bu statükoyu koruyan esas kuvvet Lübnan ordusu ile Hizbullah olmuştur. Dinci-tekfiri gruplara karşı savaş Suriye ordusu, Lübnan ordusu ile Hizbullah'ı daha çok yakınlaştırmıştır. Bu yakınlaşmanın engellenmesi için Suudi hanedanlığı Lübnan ordusuna 3 milyar dolar bağışta bulunmuştur. Bu meblağın 1 milyar dolarını hemen ve nakdi ödemiştir. Hariri'yi tekrar Lübnan'a göndererek dinci-tekfiri grupların müsebbip olduğu zararın "daha ılımlı" siyasetlerle telafisi arzulanmaktadır. İran, Hizbullah ve Suriye silah gücüyle dayattıkları bu yeni konjonktürü, tekfiri-dinci grupların tasfiyesi veya kontrol altında tutulması karşılığında, kabul eder bir pozisyondadır. Pazar günkü yazımızda ABD-İran yakınlaşmasının Irak ve Suriye'de yarattığı yansımaları kaleme alacağız.