26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

ABD’li diplomata, ne dedim?

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

A+ A-


İlkesel olarak, “ben demiştim”, ya da “gördünüz mü bak haklı çıktım” vb benzeri lafları etmemeye çalışırım.

Ancak, istisnai olarak bu tarzda yazıp konuşmaya bazen mecbur kalıyorum.

Son günlerde, ABD’li diplomat, yazar, gazeteci ve düşünce kuruluşu mensuplarının AKP’yle ilgili -eleştirel- açıklama, rapor ve beyanlarını okuyup, gördükçe bu konuyu yazmaya karar verdim.

Maalesef gününü tam hatırlayamıyorum ama, 2006 yılıydı. Ortada ne Ergenekon adı verilen kumpas, ne tek sesli hale getirilmiş medya, ne bugünkü gibi siyasallaştırılmış yargı, ne de TSK’ya karşı başlatılmış asimetrik psikolojik savaş vardı.

Başkent Ankara’da, sıkça düzenlenen resepsiyonlardan birine davetli olarak katılmıştım.

O tarihlerde Doğan Grubunun çıkardığı ve değerli gazeteci Sn. Rahmi Turan’ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı “Gözcü” gazetesinde muhalif köşe yazıları yazıyor, Flash TV’de de haftalık ekonomi - politik bir TV programını hazırlayıp yönetiyordum.

Resepsiyon sırasında bir ABD’li ve bir İsrail’li diplomatın da aralarında olduğu 5 - 6 kişilik bir grupla, ayaküstü tanışarak, konuşmaya başladık.

ABD’li diplomat benim yazı ve konuşmalarımı takip ettiklerini, ancak AKP iktidarı konusundaki eleştiri ve endişelerimi abartılı bulduklarını ve benim biraz karamsar düşündüğümü - oldukça nazik ve diplomatik bir dille - söyledi.

ABD’li diplomat özetle; “...Benim 50’yi aşkın İslam ülkesi arasında tek laik - demokratik - hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin, laiklik karşıtı bir odak tarafından yönetiliyor olmasından duyduğum kaygının yersiz olduğunu, dünyanın zaman içinde “İslamcı bir hükümetin “ (Islamic goverment) demokratik usullerle iktidardan gidebileceğini göreceğini, böylece siyasal İslamcılarla da Demokrasinin birarada yürüyebileceğinin görüleceğini tahmin ettiklerini...” söyledi.

Ben ise cevap olarak, kağıt üzerindeki bu teorinin, pratikte yürümesinin imkansız olduğunu söyledim.

Dini referanslarla devlet yönetmenin, başlangıçta adı “ılımlı” da olsa, kaçınılmaz olarak ve giderek fundemental ve otoriter bir çizgiye kayacağına dair görüşümde ısrarcı oldum. Bu tür iktidarların, dünyanın heryerinde bir daha gitmemek için, devleti ele geçirmeye ve rejimi değiştirmeye çalıştıklarını söyledim.

Geçen zaman ve yıllar Türkiye’yi laik - çağdaş - uygar bir çizgiden, tutucu- yobaz - gerici bir zihniyetin egemenliğe savurdu.

Mezhep ayrımcılığı, imam hatip fanatikliği ve cemaat görünümlü çıkar ve suç örgütlerinin her yere habis bir ur gibi yayılması hep bu dönemde oldu.

Türk aydınlarının, vatansever ve Atatürkçülerin kumpaslarla, TSK’nın sahte dijital veriler ve gizli tanıklarla tutsak edilmesi, yüzbinlerce kişinin yasadışı olarak telefonlarının ve özel yaşamlarının dinlenmesi ve gözetlenmesi, yargının ve emniyetin cemaat görünümlü örgüt tarafından ele geçirilmesi, medyanın tek sesli hale getirilmesi, ülkenin bütün komşularıyla kavgalı ve hasım hale gelmesi, modern tarihin gördüğü en vahşi ve kanlı bölücü terör örgütüyle mücadelenin terkedilerek müzakereye geçilmesi, utanç verici yolsuzluklar, ahbap ve eş dost kayırmacılığı, sansür, baskı ve anti demokratik, uygulamalar, hep bu iktidar döneminde yaygınlaştı ve sıradanlaştı.

***

Basra harap olduktan sonra...

ABD yönetimi, yakın müttefiği ve hamisi olduğu İsrail’e de büyük tehdit olacağı aşikar olan, Suriye’deki cihatçı fundementalist - vahşi terör örgütleri el-kaide ve el- nusrayı, Mısır’da münafık kardeşleri ve Filistin’de ise Hamas’ı, ideolojik ve fanatik bir biçimde destekleyen AKP iktidarının ve T. Erdoğan’ın gerçek yüzünü ve bölgeyi ve ülkeyi sürüklediği kaosu şimdi daha yeni farketmiş görünüyor.

ABD; bu gerici fanatik, mezhepçi - otoriter ve yolsuzluğa batmış iktidara yıllardır verdiği açık destek nedeniyle, şapkasını önüne koyup yeniden düşünmeli, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetinden, TSK’dan, vatanseverlerden, aydınlardan ve Atatürk sevdalısı Türk milletinden özür dilemelidir. ABD; Mısır’da da, Tunus’ta da, Türkiye’de de “Ilımlı İslam” denilen, saçma - ütopik- ideolojik ve gayrı ciddi projenin çöktüğünü, yürümediğini ve bu projesinin islam ülkelerinde, “Ilımlı” değil, cihatçı, ideolojik ve siyasal islamı azdırdığını görmelidir. ABD, hem islami fundamentalizmden, cihatçılıktan, terörden ve dinci fanatizmden korkmakta, hem de bunların önünü açacak “Ilımlı İslam” denilen, bir felaket senaryosunu mazlum müslüman halklara dayatmaktadır.

Bu büyük bir çelişkidir. Tarihi ve stratejik bir hatadır.Bir sürü, think - tank, diplomat, yazar, gazeteci ve yerli işbirlikçilerinin yıllardır savunduğu ve dayattığı “Ilımlı İslam” fantezisi, Türkiye’de de bir felakete ve kaosa dönüşmek üzeredir.

ABD adına bu teoriyi ortaya koyan, yazan ve savunan “sivri zekalılar” bu günlerde biraz caymış ve de aymış görülüyor, ama artık çok geç, çünkü artık “Basra harap olmak üzere”...