18 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ağaçlardan yükselen efkâr ne anlatıyor size!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Kimi zaman bir nefese bile muhtaç gibi mahzun kalan uçsuz bucaksız ve de ıssız o sahili süsleyenler, boydan boya birer eskimiş bayrak gibi duran isyan "anıt"ları gibiydi sanki!.. Belki kimsesiz, sanki sahipsiz ya da terk edilmiş!..

Saman sarısına bürünmüş çimler, köşelerde adeta dedikodu yaparcasına, yeşilinden soyunarak kümelenmiş çalılar ve insana hasret kamelyalarla banklar!.. Sanki öksüz kalmış, belki zavallı ya da kim bilir küskünler!..

Niçin sahil boyunca yorgun askerler gibi bir ip hizasında dizilmişti onlar?.. Hani "anıt" dediklerim?.. Hani hem ölmüş gibi sessiz hem de sarsılmadan ayakta duranlar?..

Yaşamın esas duruşuna nasıl olurdu da öyle merhametli bir selam çakarcasına soyluydular?.. Bir inci gerdanlık gibi mi desem?.. Papatyalardan bir kolye mi?.. Buse değmemiş beyaz tenleri tüm çekiciliğiyle teslim almış bir yakut dizisi mi?.. Yoksa ak gerdana bir öpücük gibi düşmüş kara üzüm taneleri mi?..

İşte o sahilde de her zamanki gibi akşam oldu... Karanlık, günle etmiş ya kavgasını, son deminde güneş el sallayıp "yarın görüşürüz" dercesine gitmiş ya?.. Mavi loşluğun ipek şalına bürünmüştü ya gece?.. İşte o kısırdöngülerin en eski değirmeninde, sonsuza dönüş gibi yine akşam olmuştu?..

"Anıt" dediğim ağaçlar akşam üzeri o yüzden efkârlı görünüyordu işte!.. İsyanından tömbeki kokusu yükselen bir efkârdı bu!.. Bir ceninden bir asil adam yaratan, yaşama köklerinin ve damarlarının haşmetiyle tutunmuş, doğaya güzelliğiyle can veren bir sarhoş efkârdı bu!..

Kerbela'ya meydan okumak!..

Siz bazen kendi efkârınızı dağıtmak için aklınızda gündüz düşleriyle yanlarından çok geçersiniz ya?.. Yorulduğunuzda sırtınızı yaslarsınız ya?.. Onlara özleminiz hep bahar aylarında, yapraklarının ve çiçeklerinin dans ettiği zamanlarda büyür ya?..

Hani güneşe isyan ederken gölgesine sevdalanırsınız ya?.. Hani yavrunuzla saklambaç oynarken tenine sarılıp "sobeee" dersiniz ya?.. Ve de hani kör bir bıçağın romantik hışmıyla, aşkınızın baş harflerini bir kalbin içine kazırsınız ya?..

Önceki gece, adeta Kerbela'ya meydan okuyan o sahilde, karanlığa rest çeken adımlarla çevreyi kolaçan ederken, küçük şehrin sessizliğinde; kayalıklara oturmuş çiftler, yalnızlığa isyan eden gençler, kanatları üşüyen kuşlar ve kışın terk edilmişliğinde, biçareliği yaşayan sokak hayvanları çekmiyordu dikkati...

Yalnız onlar... İşte o eskimiş bir ipin zamana direnen inadında, kehribar tanesi gibi sıralanmış olan o mazlum, o asil, o dargın ve o üzgün ağaçlar çekiyordu dikkati...

Birileri olsaydı o an yanımda; sorsaydım ona keşke, "ya senin dikkatini ne çekiyor, ayakta inat eden dev bitkilere bakarken?.."

"Ne anlıyorsun" deseydim "bu ağaçları izlerken, neler hissediyorsun, benliğinde nasıl çağrışımlar yapıyor, şu mahmur ve mağrur duruşuyla ne anlatmak istiyor sana" ağaçlar?..

Sorsaydım bunları birine ya; ne derdi acaba beyne nakşeden çaresiz ve sararmış, kim bilir belki de eski bir albümde unutulmuş fotoğraflar karşısında?..

Filizlenen umutlar gibi!..

Sakın ola "fark yok" demeyin... Bakmak ile görmenin farkı, dalgın ve şaşkın yürürken, kurumuş bir ağaç dalının gözleri isabet alması gibi şoklar yaşatabilirdi insana!..

Sahilde sararmış olsalar da; duruşlarının tüm haşmetiyle adeta yaşamın sonsuz nöbetini tutuyorcasına duran o ağaçlara bakanlar, "Dalları kurumuş, yaprakları dökülmüş bunların" diyebilirdi yalnızca...

Oysa o ağaçlar akşamın zulmeden soğuğunda, kimi mevsimlerin kış uykusunda ölüme yatsalar da; tüm çaresizlikleriyle çok şey anlatabilirler insana... Görebilen, hissedebilen, duygularıyla adeta ferman yazan insanlara...

Baktım park ışıklarının yansımasında, ilk ağaçtan en uzaktaki ağaca kadar... En baştaki karanlığın gölgesinde, biraz ileridekiler ise ışığın haşmetinde sararmış dallarıyla ışıldayan kolyeler gibiydiler... Işığın göz aldatmacası nasıl olurdu da bir ağaç gölgesinde, ölümle yaşamı aynı karede buluşturabilirdi ki?..

Dikkatle baktım, ne kadar da birbirine benziyordu sahilde kardeş ve yoldaş gibi dizilen ağaçlar!.. Başkasından vazgeçtim, kendime sordum; "Nasıl bir görüntüyü resmediyordu ağaçlar?.." Düşünceler sonbaharda dökülen yapraklar gibi ölümü değil, ilkbahardaki filizlenen umutlar gibi yaşamı anlatarak savruldu aklımda...

Kurumuş daldaki ders!..

Tuz kokusunun teslim aldığı o sahilde; duruşlarıyla, sessizlikleriyle, güzellikleriyle ve eskimiş bir altın zincir gibi uçsuz bucaksız serpilişleriyle o ağaçlar var ya;

O ağaçlar, aynı boyda, aynı gölgeyi veren ağaçlar... Eğilmeden bükülmeden dik durmuşçasına!.. Yaşamın bütün ihanetlerine kafa tutmuşçasına, bütün kalleş baltalara dikilmişçesine!.. Gökyüzüne uzanmış kollarıyla, "savulun" diye bağırırcasına!..

O sahilde, birbirine çok benzeyen o ağaçlar: isyan edip yaka silkmişçesine, öfkelenip bağrını yırtmışçasına, umut ile Tanrıya yakarırcasına ve kurumaya yüz tutmuş dallarını bağrı yanık pençeler gibi gökyüzüne savurmuşçasına duruyorlardı!..

Tüm bunları düşündüm de, zihnimden dökülen harfler iradenin eleğinden geçerken tek bir soruyu getirdi aklıma:

Kimi zaman yaşamın hastalıklarına, kimi zaman doğanın kuraklıklarına bel bükerek; bazen bir oduna, bazen bir kütüğe, bazen bir keresteye, bazen bir eşyaya ve hatta bazen de bir kâğıt parçasına bile dönüşebilen ağaçlardan niçin ders almaz insanoğlu?..

Niçin en azından ayakta ölen ağaçlar gibi, yaşarken inatla dik duramaz insanoğlu?.. Niçin kalleşliğin, ihanetin, arkadan vurmanın, umut sömürücülüğünün paslı ve kör baltalarına sap olmaktan kurtulamaz kimi insanoğlu?..

Yüreğiniz ferman yazdıracak, bir sedir gibi dik duracak kadar güçlüyse, sıradan sandığınız ağaçlara bakarken bunları da düşünün... Dalları kurusa da; insana eğilmeden, omurgalı ve onurlu durmak konusunda öylesine yaşamsal dersler veriyor ki!..