24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

AKP- cemaat kavgasında kim kimi vurdu?.. Asıl ihanet nerede?..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye'de; bürokrasinin siyasetten sonra tarikatla da tanışmasının ardından, toplum tarafından kutsal sayılan "devlet" olgusu yandaşlığa teslim olmaya başladı...

"Devletin memuru", "cumhuriyetin savcısı", "adaletin yargıcı" ve "devletin polisi" gibi tanımlamaların hepsi ne yazık ki işte o günlerden itibaren geride kaldı...

Bu yozlaşma eskiden de vardı ama "sağcı-solcu memur" ayrımıyla kalmıştı... 12 Eylül 1980 sonrasında solu ezme uğruna uygulanan muhafazakar dayatmalar, kendi memurunu yaratmak için taarruza dönüştü; "Partili memur furyası!.."

ANAP iktidarının henüz memuru rüşvete alıştırmadığı dönemde şekillenen bu proje, 12 Eylül öncesinde solu bertaraf etme operasyonunun ikinci planlı adımıydı...

Bürokrasinin önce "sağcı", sonra da "dinci" memurlarla istilası bir ANAP projesiydi ve arkasında ne yazık ki "gardırop Atatürkçülüğü"nü de dayatan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) vardı...

Çünkü 12 Eylül'e gelinen kanlı sürecin sol siyasetten kaynaklandığına inanan askeri cunta işbaşındaydı ve onlar Nakşilere ve Nurculara devletin yolunu açarak, cumhuriyetin soldan arınacağına ve düze çıkacağına inanıyorlardı...

Üstelik MGK, bu gafil planı aynı zamanda bir Nakşi olan Turgut Özal ve onun tayfası tarafından uygulamaya soktu...

EROZYON DÖNEMİNİN RANTI!..

"Benim memurum işini bilir" zihniyeti de işte 1980'lerin başındaki bu sinsi ve yıkıcı proje sırasında ortaya çıktı...

Siyasetteki hızlı yozlaşmanın başlangıç noktası sayılan bu yaklaşım öylesine zıvanadan çıktı ki, bir süre sonra tarikat ve cemaatler de rüşvetçi memurun legal sayıldığı bürokratik erozyon döneminin büyük bir rant kapısının olduğunu keşfettiler...

Siyasete sızmayı medya üzerinden başlatan tarikat ve cemaatler, hem politikacılara yanaşmak hem de mürit istilasını başlatmak için tarikat gazetesi-mürit kalemşor atağına geçtiler...

Örneğin mahalli gazete kılığındaki Türkiye işte bu dönemin ürünüydü... Ve tabi ki küçük bir cemaat gazetesi olan Zaman'ın de zıplama yaptığı bir kuşatma süreciydi bu...

Aslında "mürit okur- militan memur" hattında "benim memurum"u yaratma projesi ilkokuldan itibaren uygulanmaya başlanmıştı...

Tarikat evleri, cemaat yurtları ve dinci hücrelerde yetiştirilen çocuklar bir süre sonra cumhuriyetin potansiyel bürokratları olarak hazırlandılar...

Cumhuriyette etkin olmanın devlete sızmakla mümkün olacağını gören tarikat ve cemaat üyeleri, birer mürit-militan olarak bürokrasiye yerleştirilirken, ellerinde işte o cemaat gazeteleri de vardı...

KUMPAS, İFTİRA, İTTİFAK!..

AKP hükümeti, mürit bürokrat ordusu için ANAP ve DYP iktidarlarını bile geride bırakan kadrolaşmalara ve nemalanmalara olanak yarattı...

Özellikle Fethullahçılar işte bu dönemde yalnızca ekonomi, medya ve eğitimde değil, devlet bürokrasisinde de kadrolaşmadık yer bırakmadılar...

"Devletin damarlarına hissettirmeden sızacaksınız" fetvasının iyice cesarete dönüştüğü bir dönemde, siyaseti kullanarak bürokraside yuvalananlar cumhuriyeti ele geçirdiklerini sanarak hilafetin rövanşı için karşı atağa geçtiler...

İlk hedef "devletin sahipleri" diye nitelendirilen Atatürkçü, cumhuriyetçi ve ulusalcı kadrolardı... İşte mürit-militan bürokrat zihniyeti, politikacıların desteğiyle, bürokrasideki cumhuriyetçilere "kumpas" kurarak sinsi bir savaş açtılar...

Yüzlerce sivil ve asker derin bir tertibin ardından zindanlara atılırken; AKP iktidarı, medyası yandaşları ve kiralıkları da cumhuriyetçileri karalamak için utanmazca bir iftira kampanyası başlattılar...

Sonunda "ikinci cumhuriyet", hatta hilafet uğruna başlatılan taarruz, cumhuriyetçi kişi ve kurumları büyük oranda sindirdi...

Ne yazık ki Meclis'teki gafil muhalefet de bu saldırıya karşı sessiz kaldı, hatta AKP karşısında, dinden nemalanmak için cumhuriyete savaş açanlarla "ittifak" bile kurdu!..

TAŞERONU BİÇEN BUMERANG!..

Devletin cemaatlerce ele geçirilmesini özetleyen yukarıdaki satırların verdiği ilk ders şudur; MGK aslında 1980'de solu ezmek için tarikatlara yanaşınca, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) yönelik tuzağın da temellerini atmış oldu...

MGK'nın ANAP eliyle göz yumduğu sağcı-dinci mürit bürokrasinin, 12 Eylül zihniyetinin siyasete izin verdiği 1983 seçimlerinden 23 yıl sonra; 2006'da, "Ergenekon" iddiasıyla Atatürkçü subaylara kumpas kurması, gafiller eliyle cumhuriyete saplanan paslı bir hançerdi!..

Peki ya ikinci derse ne demeli?.. Bu ders aslında derin bir gaflet ve açmazı da deşifre etti... Çünkü rant uğruna, siyaset eliyle büyütülen mürit bürokrasinin, aynı politik merkez tarafından nasıl da kullanılıp bir kenara atıldığını gözler önüne serdi bu ders!..

İşte "Ergenekon" ve "Balyoz" operasyonlarında AKP ile birlikte hareket eden cemaat müridi bürokrasinin, Atatürkçülere taktıkları kelepçelerle sorguya götürülmesi de gaflet ve işbirlikçiliğin aynı zamanda keskin bir bumerang olduğunu da kanıtladı...

Yazının başına dönelim... Türkiye'de; "devletin polisi, ordunun askeri, adaletin yargıcı" yapılanmaları, siyaset ve dinciliğe bulaşmadan yürütülebilseydi, bugün ne siyaset Erdoğan'ın "haşhaşi" dediği saldırıya uğrayabilirdi ne de cemaat üyesi memurlar, politikacılar tarafından kullanılıp birer "terörist" gibi derdest edilebilirdi...

Velhasıl ister memur ol ister işçi... İster siyasetçi ol ister gazeteci... Ne olursan ol, kullandırmayacaksın kendini...

Ne olursan ol; hele devletin ve milletin ekmeğini yerken kimsenin kiralık kılıcı, hançeri, kalemi, silahı, taşeronu, kuklası ve hatta müridi olmayacaksın...

Aksine kullanılmışlığın bumerangının er ya da geç gelip seni vurmaması olanak dışıdır...