25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Almanlar gibi futbol oynayabilmek...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Almanya'nın Brezilya'yı beklenmedik bir skor ile yenmesinden sonra salt sambacılar değil bütün dünya futbol depremi yaşadı tam anlamıyla. Bilenler bilir, futbol ve spor üzerine yazı yazmaya başlayalı sonuca dayalı yorum yapmak kolaycılığına hiçbir zaman kaçmadım. Bu değerlendirmenin ortaya çıkan sonuçla ilişkisi yoktur. Brezilya finale çıksaydı Almanlar'ın futbolu hakkındaki görüşlerim değişmezdi. Dünya Kupası başlamadan önce ülkelerin yapısal özelliklerine ilişkin değerlendirmelerimde Alman futbolunun ayrıntılarını yazmıştım.

Alınan sonuç üzerine değerlendirme yapmasam da, Almanların attığı yedi gol sırasında futbolcuların konumlarına kısaca açıklık getirmek, ne demek istediğimin özetini de ortaya koymuş olacak. 80 yıllık Dünya Kupaları tarihinin yarı final maçlarında bir takımın diğerine yedi gol attığı görülmemiştir. Atılmış olsa bile, bunların hiçbirinde rakip savunma oyuncularının birine çalım atılmadan golü gerçekleştirmek görülmüş değil. Gelin görün ki, Almanlar yedi golün hiçbirinde rakip savunmacıların herhangi birine tek bir çalım atmadan, oyunu Brezilya ceza alanının etrafına yıktıktan sonra yaptıkları paslarla golleri gerçekleştirdiler.

Hele, Dünya Kupaları tarihinin en golcü oyuncusu unvanını ele geçiren, dört Dünya Kupası'nda yarı final oynama onurunu yaşayan Miroslav Klose'nin attığı bir ikinci gol var ki, izlenmesi kadar anlatılması ve yazılması da futbol adına olağanüstü bir güzellik. Bir Alman kanat atağı sırasında Müller, sağ taraftaki taç çizgisinin yanındaydı. Yüzü karşıdaki taç çizgisine dönük, rakip kaleyi sağ omuzu tarafında bırakarak topsuz bir koşu yaptı. Seri paslaşmalar sonunda topla buluştuğunda Brezilya altı pasının yakınlarında bir yerdeydi, ama kaleye yüzünü hala dönmemişti. Topu sağ tarafa çekip kaleye yüzünü dönebilirdi. Ama o, en ideal pozisyonu bulup kaleye dikey koşu yapan Klose'ye pasını verdi. O da kendini Dünya Kupası rekortmeni yapan golü attı.

Bu gol durumunda hangi Türk ya da hangi Latin Amerikalı futbolcu olsa önce çalım atmayı denerdi ki, Brezilya'nın Oscar ile kazandığı tek golde sambacı karşısındaki Boateng'i çalımlayarak golü attı. Aynı konumda herhangi bir Alman futbolcu olsa yanına başka Almanlar gelir, paslaşırlar, bir "orman" gibi birarada, bir "ordu" gibi disiplinli hareket ederlerdi. Almanlar attıkları her golde bu özelliklerini devreye soktular, kişiselliğin değil birlikteliğin verdiği dayanışmayla golleri sıraladılar. Atılan gollerde hep en uygun pozisyondaki oyuncunun bulunması da, orman ile Alman'ın özdeşleşmesinin bir sonucudur. Mesut Özil'in, Khedira'ya attırdığı beşinci gol, gol durumunda en uygun oyuncunun bulunmasına örnektir. Mesut kuvvetli bir şut çekerek golü atabilirdi. Ama o, verdiği pasla Khedira'ya, ayak içiyle daha az enerji harcatarak bir gol attırdı. Bu, zihinsel esneklik ve taktik öncelemenin olağanüstü bir örneğiydi. Mesut'u aşırı milliyetçi söylemlerle göklere çıkartacağımıza, başarım gücünün (performans) analizini yapabilsek futbola daha çok hizmetimiz olur kanımca...

Bütün bu yazdıklarımla nereye varmak istediğime gelince... Türkiye'de, Türk futbolunu kuşatıp kendini teknik direktörlükten, Türkiye direktörlüğüne atayan böylece meslektaşları olan teknik direktörlerin bir üstüne sıçrayıp onları aşağılayan Fatih Terim'den tutun da, amatör kümelerde görev yapan çalıştırıcılara kadar büyük çoğunluğu futbolu bilmiyor. Söz konusu bu insanlar futbolun çalım atmakla sınırlı olduğunu sanıyor. Oysa bir futbol takımı hiç çalım atmadan da, bir dünya devine yedi gol atabiliyor. İşin daha ilginci, 40 yılı aşkın bir süredir yaptığımız her antrenör ya da teknik direktör seminerine, kurslarına Alman eğiticiler çağırırız, ama onlardan hiç bir şey öğrenmeyiz. O zaman da ne Almanlar gibi futbol oynayabilirsiniz ne de "orman" ve "ordu" gibi davranabilirsiniz. Olsa olsa başta Fatih Terim olmak üzere paralı askerler olmaktan öteye geçemezsiniz... Devleti yönetenler paraları sıfırlıyor, Türkiye direktörü de paraları istifliyor, sonra da "Biz Dünya Kupası'nda neden yokuz" deniliyor. Hadi canım sen de!

ROBBEN Mİ BÜYÜK HOLLANDA MI?

Dünya Kupası başlamadan önce kupa finallerine kalan çoğu takım hakkında yazılar yazdım. Bu yazılarda ülkelerin yapısal özellikleriyle bunun futbola yansımalarını irdelemeye çalıştım. Bu haftanın başında ise Hollanda'nın futboluna ve ulusal özelliklerine değinmiştim. O yazımın son paragrafı şöyle: "Ne denli iyi oynarlarsa oynasınlar, total futbolun en iyi uygulayıcıları olsalar da, denizdeki yaşamda olduğu gibi Dünya Kupası finallerinde de hep tehlike içindedirler. Denize, sonsuza değin boyun eğdirilemediği gibi Dünya Kupası finallerinde de bir yerde karşı tarafın direncine yenik düşebilirler. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna yelken açabilirler, ama denizci Hollandalılara karşı denizin hep bir oyunu olacaktır. Kosta Rika maçında sular durgun görünse de, önümüzdeki günlerde denizin Hollanda'ya bir fırtına kopartması olasıdır."

Bu kanıya nereden vardım? Avrupa takımları futbolu Latinler gibi algılamaz, oynamaz. Hollanda gibi yardımlaşarak futbol oynamayı ilke edinmiş ülkelerde bir futbolcu fazla öne çıkartılmaz. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu Johan Cruyff bile total futbolun içinde Robben kadar öne çıkartılmamıştı. Başlangıçta herkes oynuyordu, sonlara doğru Robben'e bağımlı bir takım haline getirildi portakallar. Bu tehlikeyi gördüğümde Hollanda'nın yazgısı da kafamda netleşti. Oysa, Arjantin turnuvanın en iyi forvetlerine sahip olsa da, Hollanda, tangoculardan çok daha iyi bir "takım"dı. Robben büyültülerek "Hollanda takımı" küçültüldü. Gözlerde büyültülen Robben, bırakın bir Cruyff'u, bir Messi bile değildir. İş büyük oynamaya geldiğinde önemli olan Robben'in elinden gelen değil, Dirk Kuyt ve arkadaşlarının yapabilecekleridir. Hollanda bunun ayırdına varamadı.