20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Amerika’da aydın olmak

Mehmet Yuva

Mehmet Yuva

Gazete Yazarı

A+ A-

Nancy Hessel New York Times’ın maruf gazetecisi idi. “Mulaim” yani “uyumlu” bir gazeteciydi. Verilen görevi yerine getiriyor ve “liberal” New York Times gazetesi için göçmen “Latino” ve “Hispanyol” toplulukların sorunlarını ele alan belgeseller hazırlıyordu. Onurluydu ve kendisinden onurlu değil uyumlu olması istenmişti. Çizilen çemberin dışına çıkmanın onu hangi meydan okumalarla karşı karşıya bırakacağını tahmin edemiyordu.

ABD’nin mahremine girince

Bir gün İsrail-ABD vatandaşı Thomas Friedmann’ın “Beyrut’tan Kudüs’e giden yol” adını taşıyan bir kitabını okudu. Friedmann kendisini “ilerici”, “liberal”, “Filistin dostu” ve hatta FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) lideri merhum Yaser Arafat’ın “özel dostu” olarak pazarlıyor. “Güvenilir-tarafsız” Ortadoğu uzmanı olarak lanse ediyordu. O kadar ki, Arafat 1986 senesinde grubundan ayrılmış olan ve Suriye’nin desteğini arkasına almış olan Ebu Musa’ya bağlı silahlı milislerin ablukasına maruz kalıp can derdine düştüğünde bile Beyrut’ta Mr. Friedmann ile aynı binadaydı. Nancy biraz bu kitabın tesiri biraz da Thomas Fridmann’ın iddia ettiği gibi, pek “liberal” ve “objektif” olmadığı kanısında olduğu için Filistin meselesini biraz daha yakından tanımak adına Filistin’e gitme kararı alır. Arap Müslüman, Hiristiyan ve Yahudilerle görüşmeler yapar. Gözlemlerini bir kitapta toplar ve “New York’tan Kudüs’e giden yol” başlığıyla kitabını neşretmek ister. İster ama ABD’de her istediğinizi özgürce yapamazsınız. Hele hele mesele geniş kamuoyunu etkileyecek boyutta ise hiç yapamazsınız. Bilahare eğer konu Filistin gibi İsrail ve ABD’nin “mahrem” alanına giren bir mesele ise vay halinize. Üstüne üstelik bir maruf ve sevilen bir Amerikalı gazetecinin bunu yapması “depremle” eş değer kabul edilir. Mevzuat “İsrail” alakalı ise en “demokrat ve hürriyetçi” geçinen bazı “Liberaller” bile elektrik çarpmış gibi oluyorlar.

Nancy’yi engelleyen ‘gizli el’

Nancy kitabında İsrail’in maruf “insanlık dışı” uygulamalarını teşhir etmekte, Filistinli Arap Hıristiyan mahkumların askeri hapishanelerde maruz kaldıkları işkenceleri anlatmaktadır. ABD’de Hıristiyan kamuoyunu kendi maslahatları için dizayn etmeye çalışan ve bu uğurda büyük miktarda maddi ve manevi külfet harcayan “İsrail sevenlerin” yaratmaya çalıştığı “Yahudi-Hiristiyan” kardeşliğini bozmak affedilmez bir yaptırım olarak telakki edilir.

“Hıristiyan” dostu İsrail’in 2 bin senedir Mesih taraftarı olan orjinal Arap Hıristiyanlar’a kötü muameleleri mubah kabul etmiş olduğunu deşifre etmek Batı’daki “imajına” olumsuz etkiler sağlar. İşte Nancy kitabında İsrail’in bu kırmızı çizgilerini çiğnemişti. Önce “nazikçe” kitabını yayınlamaması için tenbih ettiler. Anlamadı. “Bol süt, bol bal ve bol özgürlük” yurdu ABD’nin bir vatandaş olarak kendisine sağladığı “ifade ve basın özgürlüğünden” bahsetti. Bu sefer onlar onu anlamadı. Nancy kitabını yayınlamak için ülkenin en nüfuzlu medya patronlarıyla dağıtım şirketleriyle ve matbaa-neşriyat merkezleri ve kitap evleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. En güvendiği insanlar dahi bir müddet sonra “korkudan” onu yalnız bıraktılar. Nereye gitse kime başvursa bir “gizli el” hayatını cehenneme çeviriyordu. Kitabını neşretmeye kimse cesaret edemiyordu. Buna rağmen ümitsizliğe düşmedi. Kiliselerde okullarda üniversitelerde çeşitli sivil toplum örgütlerinde kitabını anlattı, bununla yetinmedi “basın diktası” ve “faşist-ırkçı” uygulamaların ulaştığı boyuta dikkat çekti. “Siyonist” ırkçılığı, tekelci hegemonyayı ve Karanlık Sarayın (AK Saray) basın yoluyla icra ettiği “iktisadi” terörü deşifre etti. ABD’de “demokrasinin” değil “mafyokrasinin” egemen olduğunu acı bir tecrübeyle keşfetti.

‘Ruhlarını şeytana satanlar’

Kendisini anti-semit ilan edemiyorlardı. Çünkü o da “Sami” kökenliydi. “Yahudi” düşmanlığı yaptığını iddia edemiyorlardı. Çünkü hem “Yahudi” kökenliydi hem de yaşamı boyunca ırkçılığın her türüne karşı amansız mücadele vermişti. İkiyüzlülük, onursuzluk, riyakarlık ve basındaki “dingili kırık” kalemşörler, Nancy’nin ifadesiyle “ruhlarını şeytana satanlar” (bence şeytana haksızlık etmiş, çünkü bu tipler şeytana bile külahı ters giydirirler,) Nancy’nin yüreğine fazla geldi. Birgün sessiz sedasız aramızdan ayrıldı. Ona yapılan en büyük kötülük hayatını cehenneme dönüştüren “satılık” kalemlerin ölümünden sonra hakkında methiyetler dizmesiydi. Hani Anadolumuz’da bir tabir vardır: “öldürürler ve cenazesinde en önde yürürler”. Nancy’ye, “özgür basın” cenneti ABD’de aynen böyle etmişlerdi.