28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Anadolu köylüsünün kanını emdiler

Düyunu Umumiye yönetimi kısa sürede Osmanlı’nın tüm ekonomik yaşam ve maliyesini denetim altına almıştı. Ekonomik bağımsızlığın yitirilmesiyle sonuçlanan bu durum, doğal olarak siyasal egemenliğin de yabancılara geçmesine yol açmıştır

Anadolu köylüsünün kanını emdiler

II. ABDÜLHAMİD’İN 33 YILLIK DİKTATÖRLÜĞÜ - 2

Fethi Karaduman

Düyunu Umumiye Yönetim Kurulu (Konsey) İngiliz, Fransız, Hollanda, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı tahvilleri sahiplerini temsil eden altı delegeyle, çoğunluğu Osmanlı Bankası elinde bulunan öncelikli tahvil sahiplerini temsil eden bir delegeden oluşmuştu. “Düyunu Umumiye” Osmanlı Devleti’nin en verimli kaynaklarını yabancı alacaklılar hesabına denetim altına almakla, devletin mali bağımsızlığına son vermiş oluyordu.

Osmanlı Devleti’ne bağlı olan eyaletler ve devletler tarafından yapılan ödemelerden oluşan dış gelirler de Düyunu Umumiye yönetimine verilmişti. Osmanlı Devleti bu vergilerden yoksun kaldığı gibi, ayrıca borç güvencesi olarak iç vergilerden de (tuz, tütün) yeni kaynak göstermişti. Düyunu Umumiye, Türk köylüsünü yoksullaştırmada, malından mülkünden yoksunlaştırmada, Batılı alacaklılar adına çok iyi işleyen bir sömürü aracı olarak görev yapmıştır.

Emperyalizmin bir aracı olarak kapitalist sistemin ileri karakolu görevi yapan Düyunu Umumiye’nin varlık nedeni, aynı zamanda yabancı sermayeye güven ortamı sağlamaktı. Düyunu Umumiye yönetimi kısa sürede Osmanlı’nın tüm ekonomik yaşam ve maliyesini denetim altına almıştı. Ekonomik bağımsızlığın yitirilmesiyle sonuçlanan bu durum, doğal olarak siyasal egemenliğin de yabancılara geçmesine yol açmıştır.

TÜTÜN REJİSİ

Düyunu Umumiye’nin baskısıyla ve yabancı sermayeyle 1883 yılında Tütün Rejisi adlı bir şirket kuruldu. Tütün Rejisi’ne, tütün üretiminin alım satımının denetlenmesi ve tütün vergisini toplaması görevi verildi. Bu Reji yıllık kazancının bir bölümünü de dış borç ödemelerinde kullanılmak üzere Düyunu Umumiye’ye aktarıyordu.

Reji İdaresi, Osmanlı Hükümeti’ne kazançtan pay vermemek için, ilk üç yıl zarar göstermiş, Paris borsasında kâr elde ettiği ortaya çıkmasından sonra da düşük kazançlar göstermiştir. Bazı yabancı sermayedarlar, bu son derece kazançlı işi ele geçirebilmek için dönemin Padişahı II. Abdülhamid’e rüşvet üstüne rüşvet teklif etmişlerdir.

Reji yönetimi, Türk köylüsüne korkunç baskılar yapmış, çok cana kıymıştır. Kurtuluş Savaşı’na varıncaya değin köylüyü iliğine dek sömürmüştür. Beş bini aşkın çalışanı ile silahlı korucuları olan Reji idaresi, İmparatorluk kalıntısının elindeki en verimli iş ve gelir kaynaklarına doğrudan el koymuştur.

1877-78 OSMANLI- RUS SAVAŞI

Osmanlı Devleti’nin en çok toprak yitirdiği Abdülhamid döneminde, yaklaşık 1,5 milyon kilometre karelik toprak, imparatorluktan koparıldı (bugünkü topraklarımızın iki katı).

Kafkaslar ve Balkanlar’da Tuna üzerinden olmak üzere iki ayrı cephede süren 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı (93 Harbi) Osmanlı ordularının ağır yenilgisi ile sonuçlandı. Rus orduları batıdaYeşilköy’e kadar gelerek İstanbul’un kapılarına dayandılar, doğuda ise Erzurum’a kadar ilerlediler. Osmanlı Devleti 3 Mart 1878’de ağır koşullar içeren Ayastefanos Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı.

Rusya’nın ilerlemesi karşısında, Osmanlı’yı tek başına Rusya’ya yedirmemek ve ölüm döşeğindeki hasta adamın mirasından pay almak için İngiltere ve Fransa da harekete geçerek, 13 Haziran-13 Temmuz 1878 günleri arasında Berlin’de bir kongre toplanmasını sağladılar. Berlin Kongresi’ne Avrupa’nın egemen devletlerinden İngiltere, Rusya, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti ve Balkan halklarından temsilciler katıldılar.

Kongre sonucunda Berlin Antlaşması imzalandı. Anlaşma Karlofça Antlaşması’nın (1699) ardından Balkanlar’daki Osmanlı varlığının yok edilmesi yolunda ikinci büyük adım olmuştur.

İmzalanan antlaşmayla Osmanlı Devleti, kendisine bağlı olan Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ’ın kendi başlarına birer prenslik olmalarını kabul etmiştir. Ayrıca, Osmanlı Devleti, Vilayat-ı Sitte denilen Doğu Anadolu’daki illerde Ermeniler yararına ıslahat (reform) yapacaktı (“Büyük Ermenistan” kandırmacasıyla Ermeni isyanlarının başlamasına yol açacak “reformlar”). Yasalar gereği Ermenilerin nüfusları yetmediği için ayrı bir beylik kuramadılar. Benzer ıslahatlar Makedonya vilayetinde de gerçekleştirilecekti.

“Hürriyet’in ilanıyla” 23 Temmuz 1908’de başlayan II. Meşrutiyet, Abdülhamid yönetiminin baskıcı (mutlakıyetçi) tutumuna karşı bir başkaldırıdır. Abdülhamid’in kuşkucu yapısı çok geniş polis (Hafiye) örgütlenmesi kurmasına yol açmıştı. Yayın organlarına ağır sansürler getirildi. Bütün bu baskı yöntemlerine karşı yine de yönetime karşı gizli örgütlenmeler oluştu.

II. MEŞRUTİYET VE 31 MART OLAYI

31 Mart’ta (13 Nisan 1909 / 31 Mart 1325) “Şeriat isteriz” sözleriyle ayaklanan gericiler İstanbul’da terör estirdiler. Milletvekili ve subaylardan birçok kişiyi öldürdüler. Ayaklanmanın başını Derviş Vahdeti ve onun İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ile yayın organı Volkan Gazetesi çekiyordu.

Emperyalist İngiltere’nin dış desteği ve Abdülhamid’in hoşgörüsüyle gerçekleşen bu ayaklanma kalkışmasına Meclis sessiz kalırken, Hükümet istifa etti, Tevfik Paşa Sadrazam olarak atandı, (14 Nisan 1909).

Ayaklanmayı bastırmak, Meşrutiyet’i bir daha hiçbir gücün sarsmayacağı biçimde güçlendirmek ve Anayasa’nın üstünde hiçbir yasa, hiçbir kuvvet olmadığını göstermek için İttihat ve Terakki harekete geçti. İçinde Enver Paşa ve Mustafa Kemal’in de bulunduğu Harekât Ordusu 24 Nisan’da İstanbul’a girdi ve ayaklanmayı bastırdı. 27 Nisan’da İstanbul’da toplanan Meclis, Abdülhamid’in tahttan indirilmesine ve Mehmet Reşat’ın başa geçirilmesine karar verdi.

Harekât Ordusu siyasal yaşama müdahale ederek, Padişahın sınırsız etkisini kırdı. Daha sonra da köklü Anayasa değişiklikleri gerçekleştirdi.

Dizinin ilk bölümü için tıklatın

Son Dakika Haberleri