25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 24°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Anıları bile sahteydi!

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Devrim, imparatorluk ve krallık dönemlerinde en çok aşağılanan, hakarete uğrayan, nefret edilen insandı. Yine de birbirinden tümüyle farklı koşullara sahip bu üç dönemde ayakta kalmayı, söz sahibi olmayı ve ülkesinin kaderine yön vermeyi başardı. Balzac’a göre, yaşadığı yüzyılın psikolojik açıdan en ilginç karakteriydi. Heinrich Heine, onun hakkında “Sahtekarlığını o kadar ileri götürmüştü ki ölümünden sonra bile sahte anıları yayımlandı” demiş, Stefan Zweig bu adam için hayatının en güzel eserlerinden birini, “Bir Politikacının Portresi”ni ortaya ortaya koymuştu. “Her devrin adamı” deyimi, doğrudan doğruya onun karakterinden kaynaklandı, onu tanımladı. Katı bir Katolik eğitimi almasına ve papaz olmasına rağmen, “Tanrı’ya bile hiçbir zaman sadık kalmadığı” biliniyordu. En büyük özelliği, dostlarını sırtından vurması, en büyük yeteneği havayı iyi koklaması ve düne kadar inandığı her türlü değere sırtını dönebilmesiydi. Devrimi başlatmanın değil, devrimi bir ganimetmiş gibi değerlendirmenin önemli olduğunu hissetmişti. Kararını, kazanan ve kaybeden taraf belli olduktan sonra vermek konusunda eşsiz bir ustalığa sahipti. Hiçbir zaman, kendini sağlama almadan rengini belli etmemeyi öğrenmişti. Rahip cüppesini bir gecede çıkarıp attı, tıraşladığı saçlarını uzatmaya, devrim yanlısı ateşli konuşmalar yapmaya başladı. Kralların, hanedanların en büyük düşmanlarından biriydi artık. Tıpkı sonradan Robespierre ve ardından Napoleon’a yapacağı gibi 16. Louis’ye ihanet etmiş, “Kral katili” olmayı seve seve kabullenmişti. Sonradan Fransa’nın en zengin politikacısı haline gelecek olan bu adam, bir ara din ve özel mülkiyet konusundan o denli aşırı fikirlere varmıştı ki Robespierre’i, Danton’u, Marat’yı büyük farkla sollamış, Karl Marx’tan çok yıllar önce “Komünist Manifesto”nun bir benzerini kaleme almıştı. Jakoben Kulübü’nün başkanlığına yükselmesi pek de zor olmadı. Elbette sonradan tüm yaptıklarını ve söylediklerini geceden sabaha unutmak için de hiç zorlanmadı. Napoleon’un Polis Bakanı’ydı ama Avrupa’ya diz çöktüren imparator ondan “Sadece tek bir gerçek ve kusursuz hain tanıdım: Fouche!” şeklinde söz ediyordu.
USTAYA TOZ KONDURMAMAKDünya politika tarihinin gördüğü en sıra dışı, en aşağılık karakter olan, kılıktan kılığa girme, maske değiştirme ustası Joseph Fouche’yi (1759-1820) birden bire aklıma getiren şey, bizim “her devrin adamı”mız Mehmet Barlas’ın geçenlerde yazdığı “Bazı hainler edebiyata ilham kaynağı bile oldular” başlıklı yazısı oldu.Barlas 24 Aralık’ta Sabah’taki yazısında Sezar’a ihanet eden Brütüs, İsa’ya ihanet eden Judas gibi çok bilinen birkaç örneği, nereden icap ettiyse sıralamıştı ama listesinde çok önemli bir eksik de hemen dikkat çekiyordu: Fouche! Kendisi hiçbir zaman edebiyata ilham kaynağı olamayacak Mehmet Barlas’ın Joseph Fouche’yi tanımıyor bilmiyor olduğu düşünülemeyeceğine göre bu “gerçek ve kusursuz hain”den söz etmemesi, hatta yaşamıyla özdeşleşmiş bir kavramdan olumsuzca söz etmesi bana çok ilginç geldi doğrusu. Kanımca, ihanet konusunda yalnızca en harcıalem örnekleri vererek, ustasına ve kendisine toz kondurmak istememiş olabilir Barlas. Başka bir nedeni varsa, hiç merak etmeyin, yakında kokusu çıkar nasılsa... Barlas gibiler bayram değil seyran değilken, durduk yerde söz etmez “ihanet”ten! Merak ettiğim, Barlas’ın sevgili mesai arkadaşı, karikatür tarihimizin utanç sayfalarına çoktan geçmiş bulunan Salih Memecan da şu günlerde kendisini ihanete uğramış hissediyor mudur acaba?