19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

AP seçimleri ve küreselleşmenin hezimeti

Ali Rıza Taşdelen

Ali Rıza Taşdelen

Gazete Yazarı

A+ A-

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin sonuçları bizler için sürpriz olmadı. Küreselleşmenin neoliberal politikalarıyla yoğrulan ve Atlantik cephesinin cenderesinden kurtulma sancısı yaşayan Avrupa Birliği (AB), içinden geçtiği bu sürece uygun bir sonuçla karşı karşıya kaldı.

KÜRESELLEŞME VE AB’NİN İNŞAASI

Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu Avrupa Birliği’ne dönüştüren Maastricht Anlaşması 7 Şubat 1992 tarihinde imzalandı ve 1 Kasım 1993’te yürürlüğe girdi.
ABD’nin başını çektiği neoliberal küreselleşme sürecinin doludizgin ilerlediği bir dönemdi. AB’nin oluşumunun başını çeken Almanya ve Fransa, François Mitterrand ve Helmut Kohl önderliğinde AB’yi küreselleşme vagonuna bağladılar. Hatta ABD’nin tek kutuplu dünyasında AB’yi küreselleşmenin koçbaşı yaptılar.
Halktan uzak elitlerin yönetiminde bir ‘Brüksel diktası’ oluşmuştu. Birliğe üye ülkelerin ulusal egemenlikleri her alanda ayaklar altına alındı. Piyasanın, bankaların ve tekellerin yani mali oligaşinin emrinde olan sağlı sollu hükümetler, adı demokrasi olan bir oyunun figüranları olmuşlardı.

ANAYASASIZ BİRLİK

2005’te Birliğin Anayasasını yaparak referanduma sundular. Fransız halkı 29 Mayıs’ta yapılan AB Anayasasına hayır diyerek Avrupa Birliğinin geleceğini bir belirsizliğe sürükledi. Böylece AB Anayasası geçersiz hale geldi. Yarım asırlık inşa sürecinde hükümetler ve bürokratlar tarafından alınan tüm kararlar halka rağmen alınmıştı.
Bu anayasa, küreselleşmeci neoliberal bir serbest pazar ekonomisi öngörüyor ve sosyal devleti ortadan kaldırıyordu. Sosyal harcamaların kısılmasını, kamu hizmetlerinin daraltılmasını, hatta tamamen ortadan kaldırılmasını öngörüyordu. Son yüzyılda kazanılmış sosyal haklara saldırıyor, özelleştirmeyi dayatıyordu. Demokratik karar mekanizmalarını yok ediyor, ulusal egemenlikten vazgeçmeyi öngörüyordu. Dinin kamusal alana girmesinin önünü açıyor ve laikliği yok sayıyordu. Ulusal azınlıkları ön plana çıkararak ulus-devlet yapısını parçalıyordu.


LİZBON ANLAŞMASINA MECBUR KALINDI

AB Anayasasının Fransız ve Hollanda halkı tarafından reddedilmesiyle ortaya çıkan krizin aşılması için, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin, AB Anayasasının yerine gündeme getirdiği ’Basitleştirilmiş Avrupa Anlaşması‘ 2007’de Almanya’nın da desteğiyle Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapılan AB zirvesinde kabul edildi.

Bu Anlaşma AB Anayasanın yerini aldı. Lizbon Antlaşması, özü itibarıyla 2005 yılında Fransa ve Hollanda halkı tarafından reddedilen AB anayasısını temel almıştı. Anlaşma, 2008’de üye ülkelerin parlamentolarında oylanarak kabul edildi ve 2009’da yürürlüğe girdi. Bu kez halk dışlanarak referandumdan kaçınılmıştı.


2008 KRİZİ VE BRÜKSEL’İN DAYATMALARI

2008’de patlayan mali kriz kapitalizmin beşiği olan Avrupa’yı derinden etkilemiş, iflasın ve çözülmenin eşiğine getirmişti. Borç batağından çıkış yolu bulamama, sanayi üretiminin sürekli gerilemesi, işsizliğin çığ gibi büyümesi ve halkın satın alma gücünün düşmesi, sistemi tıkamış durumdaydı. Avrupa Komisyonu krizden çıkış yolu olarak Fransa’ya dayatmalarını sıralıyordu :

-Emeklilik sisteminin 2020 yılında dengeye oturması için gerekli tedbirleri al.
-İlaç giderleri dahil sağlık sektöründe gerekli tedbirleri alarak tasarruf yap.
-Ücretleri dolayısıyla patronların sosyal prim ödemelerini düşür.
-İşsizlerin uzun süre işsizlik parası almasının önüne geç,
-Kamuda idari giderleri düşür,
-Yerel yönetim vergilerini artır.

HALKIN YANITI

Orta sınıfı bile çileden çıkaran ve 6 ay süren Sarı Yelekliler hareketi Fransa’yı salladı. 2017 cumhurbaşkanlığı seçimiyle başlayan sistemin sağ muhafazakar ve sosyal demokrat partileri sandığa gömen halk, AP seçimlerinde de aynı tutumunda ısrar ederek küreselleşme karşıtı, ulusal egemenlikçi milliyetçi partilere, özellikle Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi‘ne yönelerek gereken yanıtı verdi.