19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Arkadan vurulur gibi, yaralıdır bazen aşk!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-


Aşkın yârin ceylani gözlerine bakarak, “Ne yazık ki biz olamadık” dedi garip adam... Ve sonra adeta isyan ederek devam etti;
“Sevdaları yalnızca masumiyete çöreklenmiş yılanlar değil, yalanlara sığınmış yüzsüzlükler de yıkar elbet, unutma!..”
Yüreğini sevdasına siper eden adam, o hüzünlü sesine sığınarak, içindeki serzenişi bir kez daha dillendirmek istedi;
“Gafletin dörtnala giden şaşkınlığına sığınmışsa hırpalanmış yürekler, arkadan vurulur gibi yaralıdır bazen aşk!..”
İnsanın yalnızca yârine değil, kendisine de ihaneti gibi kangrenleşmiş bir yaradır gaflet... Sözcükler o yüzden mermi gibi savrulmuştu...
“Yar” dediğin, işte böylesi bir yürek çırpınışını duyamıyorsa, bir eğri duvardan balçık gibi dökülen kerpice döner o zaman... Kendine bile tutunamayan ve tutunduğunu bile her fırsatta hançerlediği an!..
Tam bunlar geçerken aklımdan, güneşin kaçak çayı andıran son deminde; ağıtlara karışmış zalim nağmeler gibi ansızın geldi akşam...
Yüreğe zulmeden, yalnızlıkla alay eden ve içine kapandıkça, insanı içindeki harabeye hapseden!..
Sonra da parlayacak yıldızlara kucak açmışçasına ve “ay yüzlü yar”lara ısrarla tutunmuşçasına çöktü buhranlı yalnızlık!..
En sevmediğim de işte buydu; hüsran tablosuna karmaşık boyalar sıçratır gibi duran, karanlığa gebe, o zalim manzara!..
Güneşin tenleri örseleyen o gidişi var ya; Sanki sabırsız bir şarabın, şişesiyle birlikte sarhoş olması gibiydi akşam!..
CANIN CANANI GİBİ PUSLU!..
Akşamlar, geliş haberini yüzyıllar öncesinden verse de hep apansız abanarak, insanın adeta yakasına yapışır ya?.. Kurtuluş yoktur ya hani, gözlere kelepçe vuran karanlıktan?..
Ve her zamanki gibi, serseri bir mayın pusu kurmuşçasına, karanlığın kapısını çalar gibi hakim oldu mavilik...
Orada; yalnızlar vadisinde hep aynıydı, canın cananı gibi ah çektiren puslu manzara...
Öyle ki; İnsanı içine kapatan, kül tadında, buruk bir sessizlik vardı geleceği belirsiz sahipsiz fonda!..
Yitik tarihleri andıran zaman; o akşam da, her günün kepengini kapatan, hüzünlü ve muhtemeldir ki, buruk tatlar bıraktı geride...
“Yar” sesine hasret gibi ve zar sesinde kumar gibi kayıptır artık, beyaz tenden, karanfil yaprağı gibi savrulan kahkaha!..
PÜRÜZSÜZ TENDEKİ YILDIZ!
Dedim ya; yârin gidişi gibi beklenmeyen bir akşam oldu... Gün bitti ya; bir daha dönmeyecek mevsimler gibi...
Tül perdesinin ardında, adamını bekleyen narin sevgili misali, can suyuna hasret gül gibi soldu akşam...
Anladım ki o an; narin bir yaprağın pürüzsüz teninden yıldız gibi kaydı da gitti yar... Tıpkı ayrı hücrelerde, birbirine hapis ve faili meçhul anılar gibi gitti...
Ya da yalnızlığın kimsesizliğinden, bir Mart serinine yapışmış düş gibi,
Hüzünlü bir Eylül sonbaharına apansız düşen ezeli ve yorgun hasret gibi,
Velhasıl, denizlerin dalgasını andıran bir kavgada, kısacık sevdaya sığınan “yar” zamanları gibi gitti!..
Ne var ki; işte bu yüzden, biçare kalmış yüreklerin en tavizkar çırpınışına rağmen, rotasından düşen takvim yaprağına döndü zulme sığınmış efkâr!..
CEYLANIN SON İZLERİ!..
Akşam iyice koyulaşırken, hüzünle geriye baktı adam... Tenin tene, canın cana, gözün göze sevdalandığı anlara sığındı...
Akşamın karanlığı, bakışları teslim alırken, perdede izi kalan siyah beyaz bir filmin donuk sahnesi gibi, uzağa daldı da daldı adam!..
Sevda kulvarında, ceylan ayağından çocuksu izler kaldı zihninde!..
Toprağına ihanet eden filiz gibi, sevda kuyusunun köreltilmesi kaldı düşünde...
Esrarlı bakışlar kaldı geride ve buhranlı göz kırpışları... Çocuksu nazında gizlenen öfkenin belki de tortusu kaldı...
Kehribar kokusuna bulaşmış parmakların tendeki izleri kaldı...
“Git” demişti ya adam?.. Gitti işte yar... Akşamın ondan kalan son karanlığında kayboldu da gitti...
Ve geride, özlemleriyle kavga eden yüreklerin, aşka bulaşmış son çığlıkları ve duvardaki öksüz yankısı kaldı!..