29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Arkeolojinin unutulmaz hocası

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

Arif Müfit Mansel, Bahadır Alkım, Jale İnan, Aşkidil Akarca, Ekrem Akurgal Halet Çambel ve Muhibbe Darga... Hepsi bir bakıma Türkiye’de arkeolojinin temellerini atan, birinci kuşak olarak adlandırabileceğimiz çok ama çok önemli isimlerdi. Ama daha önemlisi böylesine önemli isimlerin öğrencisi olmak, onların bilgi ve birikiminden yararlanma şansına erişmekti. Onun için bizim kuşak arkeologlar, tevazu bir yana kendilerini biraz bu hocalardan feyz aldıkları için ayrıcalıklı sayarlar.

Geçenlerde yitirdiğimiz Hiyeroglif ve çivi yazası uzmanı, Hititolog ve daha bir çok dalın uzmanı, hocaların hocası Muhibbe Darga, ülkemizin ilk kuşak arkeologlarının bir bakıma son temsilcisi idi. Onunla birlikte bu ilkler, yalnızca tarih yazmadılar, aynı zamanda tarih olarak da Türk arkeolojisinin altın sayfalarında birer birer yerlerini aldılar.

Mabeyinci torunu olan Darga, Kafkas asıllıydı. Anadolu’nun birkaç kentinde sanat tarihi hocalığı yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi’ne girmiş ve burada bir çok önemli esere imza atarak yalnızca ülkemizin değil, kendi dalında dünyada da saygın bir yer edinmişti.

Muhibbe Darga’nın birkaç gezisine onun daveti üzerine katılma olanağını yakalamıştım. Bunlardan biri de Çorum’da yapılan bilimsel bir kongreydi. O sıralarda bu kentteki Hititlerin başkenti Hattuşa’yı (Boğazköyü) Alman mimar ve arkeolog Peter Nev kazıyordu. Anadolu’da İÖ 3000-500 arasındaki kentleşme süreci üzerinde araştırmalar yapan Neve, Hititlerin başkenti Hattuşa yerleşmesinde sürdürdüğü kazılarda kentin sivil yapılarını ortaya çıkarmış, Hitit mimarlığına ilişkin ilginç saptamalar yapmış ve Boğazköy’ün sit alanı olarak kabulünde önemli bir oynamıştır.

Peter Neve aynı zamanda Muhibbe Darga’nın da meslektaşı ve çok yakın arkadaşıydı. Birlikte Boğazköye, yani Peter Neve’nin kazı yaptığı yere gittik. Ama Darga kazı alanına benim gitmemi, kendisinin ise aşağıdaki kahvede oturarak bekleyeceğini söyledi. Bu tavrına şaşırmıştım. Kendi mesleğinin belik de en önemli yerlerinden biri olan Bogazköy kazı alanına niye gelmeyeceğini sorunca da, “Benim kazı alanını görmemi Peter iyi karşılamaz” demişti. Şaşırmıştım. Muhibbe Darga gibi bir bilim kadını, uzman olduğu bir alanın en önemli merkezlerinden birine, sırf orayı kazan arkadaşı ve meslektaşının iyi karşılayamayacağı gerekçesiyle gidemiyordu. Sonunda yalnız gittim ve çalıştığım yayın organı için Peter Neve ile bir söyleşi yaptım. Ama söyleşi sırasında hocam Muhibbe Darga ile birlikte geldiğimi de söylemeden edemedim. Sonunda iki eski arkadaş ve meslektaş, kazı alanında değil de, ancak kazı evinde bir araya gelebildiler. Böylece, benim coğrafyamda kazı yapan yabancıların nasıl bir güce -yoksa tekele mi ?sahip olabildiklerinin acı bir yüzünü görmüş oldum. Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük Hititologlarından biri, hocaların hocası bile, kendi ülkesindeki bir kazı alanına girmeye çekiniyor, oraya giremiyordu...

Muhibbe Hoca ile TRT için “Bossert’in İzinde Karatepe” belgeselini yaparken de bir süre birlikte olduk. Hatta belgeselde gençliğini canlandıracak genç bir kızı kendisi seçmek istemişti. Ama olmadı...
Son aylarını yatakta geçirdiğini öğrendim. Aramaya cesaret edemedim. Arayanların bir çoğunu tersliyormuş. Terslenebilme korkusundan değil de, onu üzeceğimden çekindim... Çünkü dostlarının ve dost bildiği kimi öğrencilerinin kendisini bu halde görmesini asla istemezdi. Bir gün evine on beş dakika erken gittiğim için az azar işitmemiştim. Azar işitmemin tek nedeni ise, henüz makyaj yapmadan onu gördüğümdü. “Sen nasıl beni bu halde görebilirsin” diye başlayıp sonu gelmeyen sitemler etmişti.

Hep genç, güzel ve entelektüel kalmaya özen gösterirdi...Arkeoloji alanındaki başarısının sırrı da buydu... Bilimi de yaşam sevincini de hiç ıskalamadı...O yalnızca çok iyi bir hoca, iyi bir bilim kadını değil, onun da ötesinde iyi bir dost ve yol göstericisiydi de...