28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Avrasya kültürünün mitolojik kökleri: Türk kültüründe 'ejder'in 'evren'selliği

Mehmet Ulusoy

Mehmet Ulusoy

Eski Yazar

Türk kültürünün mitolojik, tarihsel köklerini incelerken, özellikle kutsal dağ, kutsal ağaç/Hayat Ağacı, Huma Kuşu/Umay, Sungur Kuşu, Kartal, Ejder/yılan (Evren) gibi Türklerin kültürel değer ve inançlarını simgeleştiren ve bunları günümüze taşıyan doğa varlıkları ile karşılaşırız. İnsanın insanlaşma evriminin en yakın 100 bin yıllık sürecini düşündüğümüzde, onu bile çok az bildiğimiz tarihsel dönem en fazla 5-6 bin yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu çok sınırlı bilgiyle, özellikle ruhsal oluşumu açısında insanı ve toplumları her yönüyle açıklamak olanaksızdır. İnsan davranışlarının şifreleri, ilk örnekleri ya da kök hücreleri mitolojik çağlarda saklıdır. On binlerce yılı kapsayan bu dönem, insanlığın ya da toplumların, çok küçük bir bölümünü bilincin oluşturduğu, ruhsal, bilicaltı dünyasıdır.

Toplumsal bilinçaltı dünyası günümüze, tabularla, törelerle, efsanelerle, çeşitli inanç biçimlariyle, nedeni açıklanamayan tepkisellikler, değer yargıları, sezgiler ve hayalgücüne yansıyan büyük düşünsel ve ruhsal enerji patlamaları biçiminde taşınmıştır. İnsanlaşmanın temel hedefi bunları bilince yükseltmektir. Kuşkusuz bu binlerce yıllık kültürel-insani enerji birikiminin çağdaş dışavurumlarının en belirgin biçimleri sanat ve edebiyattır. Sanat ve edebiyatımızın ulusal devrimci niteliğini yükseltirken ulusal kimliğimizin mitolojik köklerinden gelen simge, imge ve değerler hâlâ büyük ölçüde gizemini korumaktadır. Ejder ya da evren imgesi ve simgesi bu birikimin en önemli ögelerindendir.

Türk mitolojisi ve kültürü üzerine, geçmişe göre çok daha zengin, yeni kaynaklara, yeni bilgilere dayanan ve Türklerin tarihte oynadıkları siyasal ve kültürel rolü, bütün Batı merkezli yalan ve çarpıtmalara rağmen gözler önüne seren bilimsel, gurur verici çalışmalar var önümüzde. Bunlardan biri de, bu alanda önde gelen bilim insanı, Türkçülüğün önderlerinden Ahmet Ferit Tek'in kızı Emel Esin'indir. Onun, “Türk Kozmolojisine Giriş”, “Orta Asya'dan Osmanlı'ya Türk Sanatında İkonogratik Motifler” ve “Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu” başlıklı üç ciltlik kapsamlı yapıtı, bu konuda en ciddi, en geniş ve güvenilir kaynaklardan biridir. Yazımızda özellikle Esin'in yapıtlarından temel kaynak alarak yararlanacağız.

EVRENSELCİ GÖKSEL MOTİFLER VE ÇİFT BAŞLI EJDER/EVREN

Emel Esin'in vurguladığı gibi, Türklerin ve Çinlerin ortak mitolojik-kültürel geçmişini, elimizdeki verilere dayanarak, MÖ. iki binli yıllarda oluşan ve kurucularının Türk kökenli olduğu vurgulanan Chou (Çu) uygarlığı ve kültüründen başlatabiliriz. Bu kültürün felsefi temelini, evrendeki her şeyin ve olayın, birbirini tamamlayan iki karşıt ilkenin, -Çinlerde Yang-Ying, Türklerde Yaruk-Kararıg (aydınlık-karanlık)- mücadelesi tarafından belirlendiğini ileri süren Taocu düşünce oluşturuyordu. Başka deyişle, Marks ve Engels'in, tarihsellik boyutunu katarak en son ve evrensel niteliğini verdiği karşıtların birliği ve mücadelesine dayanan Diyalektik Maddecilik, daha ilkel ve kaba olmakla birlikte Taoculukta da, çatışan karşıtların bir bütünün parçaları olarak birbirlerini tamamlaması biçiminde ifade edilmekteydi. Gerek İskitlerde, gerek Hunlarda ve Göktürklerde, yani İslam öncesi Türklerde egemen düşünce biçimi ve sanat üslubu bu doğacı/maddeci diyalektiğe dayanıyordu.

Yani diyebiliriz ki, doğacı Çin felsefesi olarak bilinen bu diyalektik düşüncenin, kökensel kaynakları esas olarak Çin'de değil, İç ve Orta Asya'da, Turan coğrafyasındadır. Ne var ki, en az ikibin beşyüz yıllık kesintisiz varlığını sürdüren ve böylece tarihsel ve düşünsel bilgi birikimini günümüze kadar taşıyan Çin uygarlığı, haklı olarak Taoculuğu daha sonra da geliştirerek bir Çin felsefesine dönüştürmüştür. Ancak kökeni ne olursa olsun Taoculuk Asya toplumlarının en yaygın düşünce biçimlerinden biridir.

Taocu felsefedeki karşıt-bütünselci (zıtların birliği) ilkelerin niteliklerini açarsak, Türk kültüründeki bazı kavram ve motifleri de daha iyi anlayabiliriz. Yukarıda sözünü ettiğimiz Yang ve Yaruk ilkesi şu unsurlarda simgeleşmekte ya da görünüm kazanmaktaydı: Güneşin zirvede göründüğü gün ortası, öğle saati, yaz mevsimi, ateş unsuru, kızıl renk, tek sayılar, hükümdarın kişiliği, erillik kavramı... Yang ve Yaruk ilkesinin astrolojik simgeleri, güneş ve Türkçe Kızıl Sagızgan (Saksağan), Çince Kızıl Kuş denen takımyıldızıdır. Gök ibadeti bu gibi simgelerle yapılırdı. Ying ve Kararıg ilkesinin en üst noktası ise, yer-suların dibinde, Türkçede tağdın (dağ yönü) denen kuzey yönünde, gece ve kış mevsiminde, su unsurunda, kara renkte, çift sayılarda, dişilik kavramında kendini gösteriyordu. Kararıg ilkesinin astrolojik simgeleri, ay ve Türkçede karayılan, Çincede kaplumbağa ve yılan adını taşıyan takımyıldızıdır.

Burada, Türk ve Çin mitolojilerindeki ejder ya da yılan, olumsuzu/düşmanı simgeleyen bir varlık değil, tam aksine, toprak ananın, üretimin, bereketin, ölümün ve yeniden dirilişin (hem öldüren hem sağaltan), yani evrensel sonsuz döngünün (evrilme) simgesidir. Bilindiği gibi, ejderin ya da yılanın döngüsel sonsuzluğu ifade eden özelliği, yılanın yılda bir deri değiştirip kendini yenilemesiyle somutlaştırılır; ölürken aynı zamanda dirildiği, yeniden doğduğu anlatılmak istenir. Böylece yılan, ejder (evren), yaruk-kararuk (aydınlık-karanlık) ikili bütünlüğünün birbirine dönüştüğü sonsuz döngüselliğin simgesel varlıkları oluyor.

Anadolu efsanelerinden çok bilinen Şahmaran (Yılanların şahı) efsanesi, Türk mitolojisindeki yer-su dünyasının, yeraltının ve suların egemen varlığı ejder/yılan inancının, tipik bir devamı niteliğindedir. Özellikle Güney ve Güneydoğu Anadolu'da yaygın olarak bilinen, sevilen, hatta bereket, uğur getirmesi umuduyla evlere resimleri asılan bir efsanevi yaratık olması, onun mitolojik kutsallığını kanıtlamaktadır. Ejderhaya olumsuzluk yükleyen Batı Asya dinsel inançlarına karşı, ona uğur ve şifa getirici olumluluk yükleyen bu kutsallığı koruyabilmek için, Türk halkı, Orta Asya hayvan sanatında uygulanan Grifon üslubuyla, gövdesi yılanken başını dünyalar güzeli ve iyi yürekli bir kıza çevirmiştir.

Anadolu kültüründe, ejder-ha ile evrilme ve evren arasındaki bu mitsel-düşünsel ilişki, Şeyh Nasurüddin Mahmut El Hoyi'nin (Nasrettin Hoca) “Ahi Evren” lakabında simgeleşir. Debbağların piri ve Ahiliğin kurucusu Ahi Evren, aynı zamanda Tıp bilgisine de sahiptir, yani tabiptir ve yılan zehirinin çok zararlı ve aynı zamanda çok yararlı ikili karakterini bilmektedir. Debbağhanesinin mahzeninde yılan beslemesi ve yılan zehirinden ilaç üretmesi nedeniyle Evren (ejder) lakabı verilmiştir kendisine.(1)

Türk mitolojisi ve kültürünün temel simgesel motiflerinden olan Hayat Ağacı'nın koruyucusu ve tamamlayıcısı, birbirine dolanmış (yang-ying karşıtlığı ve özdeşliği) çift başlı ejder-ha (evren) ya da yılandır. Bunun diğer versiyonları, Hayat Ağacı'nın iki yanında yer alan çifte boğa -daha doğrusu boğa ve inek- ile Selçuklu, Osmanlı ve genellikle bütün Türk süsleme ve armalarında, halılarda yer alan Çift başlı ejder ve kartal motifleridir. Kartal'ın yerini, daha efsanevi bir kuş olan, bazı yorumlara göre, genellikle kuş donunda gözüken Umay'ın bir görüntüsü olarak Sungur kuşu almaktadır. Hemen belirtelim; çift başların biri dişi biri erkektir; böylece dişi ve erkek, birbirini tamamlayan karşıtlar olarak evrensel bütünlüğü, bir-liği simgelemektedir.

Anadoluda bu düşüncenin sanata yansımalarına bakalım: Erzurum Çifte Minareli Medrese'de hayat ağacı ve ejder, Çankırı Darüşşifa'da kabartma olarak çift başlı ejder, Ahlat Selçuklu mezar taşlarında çok sayıda çift başlı ejder motiflerine rastlarız. Ayrıca değişik ejder motiflerine, Kırşehir / Kesikköprü Han, Ani Kalesi, Burdur / Susuz Han, Erzurum / Emir Saltık Kümbeti, Kayseri / Karatay Han ve çok sayıda Anadolu çeşmesinde, (su tanrısı olarak) ağzından su fışkırtan ejder başlı oluk motifleri ile karşılaşırız. Diyarbakır Artuklu Hükümdarının ambleminin çift başlı ejder olduğunu da unutmayalım.(2)

Bilindiği gibi Tıbbın simgesi, birbirine sarmalanmış çift başlı yılandır. Çünkü, yılan (ejder), ikili özelliğiyle ölümün ve yeniden doğumun, dolayısıyla evrensel bütünselliğin, sonsuz yaşam döngüsünün simgesidir. Bu anlamda, solucandan Gök Ejderine kadar değişiklikler gösteren ejder/yılan, Yer Ana kültüne bağlı en eski inançlardaki doğum-ölüm-yeniden doğum... sarmal diyalektik döngüsünün, üremenin, çoğalmanın kaynağı yer/yeraltı tanrısıyla bütünleşen, onu simgeleyen bir kutsal varlıktır.

SONSUZ GÜÇ, DEVLET/EGEMENLİK VE BEREKET SİMGESİ OLARAK EJDER

Türkler sadece gök kürenin Kutupyıldızı etrafında döndüğüne değil, aynı zamanda yuvarlak kavramına karşılık gelebilecek, yıldızları taşıyan bir tekerleğin, “gök çarkı”nın döndüğüne de inanıyorlardı. Kutadgu Bilig'te, gök çarkının dönüşünün evren'in (ejderin) sarılma hareketiyle (evrilmek) meydana geldiği belirtilir. Bir gök ejderi olan evren, Chou'lar, Doğu Hunları ve Türklerin (Kök Türkler ve Uygurlar) inancına göre, gök kubbenin ve yağmurun simgesi olarak kabul edilen Gök Ejder (Kök Luu) takımyıldızıyla özdeşleşmektedir. Kök Türk ve Uygur kağanları, dikili taşlar üzerinde çift başlı gök ejderi biçimindeki Kök Luu olarak betimlenen simgesel figürlerle gökten kut (kutsanmış onay) alırlardı. Hunların merkezlerinin Ejder şehri olarak anılması da, güç, kuvvet sembolü olarak ejderin Türklerde yüksek bir değere sahip olduğunu gösteriyordu.(3)

Orhun anıtlarında, Kül-tegin anıt mezarında “Kil duvarlar üzerinde ejderha meskeleri bulunmaktadır. (...) Başın üzerinde beş dişli bir taç, onun üzerine ise, kartala benzeyen bir kuş resmi tasvir edilmiştir.”(4) Burada, hem İslam öncesi Türk kültüründe ejderhanın kutsallığı, hem de “kartala benzeyen kuş”la Umay'ın tanrısallığı görülmektedir.

Pazırık'ta çıkan bir betimden anlıyoruz ki, evren, aynı zamanda baharda göğe çıkarken eril, kışın yerin altındayken dişil, karma bir varlık olabilmektedir. Buradaki sözkonusu evren betimlemesinde, insan başlı, boynuzlu, pars gövdeli, kuş kanatlı bir varlık olabilmektedir. Pars gövdesinin üzerindeki benekler Çatalhöyük'te çift çift yapılan pars kabartmalarının üzerindeki beneklerle tıpa tıp aynıdır. (5)

Evrenin bütün tezahürlerini gök ve yer-sub'un (yer-su: yeryüzü) temsil ettiği birbirine karşıt, fakat birbirini tamamlayan iki evrensel “nefes”ten oluşmuş olarak kabul eden sistem, proto-Türk ve Türklerin en eski ve öz kozmolojisidir (evrenin oluşumu, dünyanın ve insanlığın yaratılışı ile ilgili düşünce). Doğu Asya tarihçisi Eberhard'ın, çoğunluğunu Türk olarak değerlendirdiği Chou (Çu)'lardan (MÖ: 1059-249) önce, bugünkü kuzey Çin'e egemen olan Şang sülalesi döneminde, Ti denilen gök tanrısına, doğa güçlerine ve atalara ibadet ediliyordu. Çu'lar bu kozmolojiyi anavatanları olan İç Asya'dan getirmişlerdi.(6)

Ayrıca Çu'larla başlayan evrenselcilik Çin'de gelişirken, bir yandan da Çinlerin Hu dediği ve Çin'in kuzeyi ile batısında yaşayan Çinli olmayan kavimler, yani Türkler, Çu'ların diğer mirasçıları olarak aynı kozmolojiye sahip bulunuyorlardı. İlkel doğacı diyalektik dediğimiz bu Taoculuğun ilkeleri bütün Hu'larda yaygındı. “Kök-Türklerin Kağan soyu, Çinlilerin As-hi-na [Asena] dediği boy, IV.-V. yüzyıllarda tarih sahnesine ilk çıktığı zaman Yaşıl-ögüz (Hoang-ho) Irmağı'nın batısındaki Ding-liang'da, bir Taoist türbe olan dağın civarına yaşamaktaydı. Batılıların 'despotik' dediği Merkeziyetçi devlet felsefesi ise, gerek Hsiung-nular [Hunlar], gerekse Kök Türkler tarafından kabul edilmekte, fakat kendilerine göre yorumlamaktaydılar.”(7)

Hükümdarların evrene boyun eğmesi ve böylece hanedan arması niteliği belirginleşen çift evren motifi, taht motifi olduğu gibi, bayrak ve tuğların üzerinde de yer almaktadır. Oğuz Türkçesinde Evren'in bir anlamı da Alp'tir.(8)

Kuşkusuz, birbirine sarmalanmış çift başlı ejder ve çift başlı yılan da, doğanın sonsuz döngüsel evrimini, diyalektik karşıt ilkelerin mücadelesini ve birliğini anlatmaktadır. Evrensel bütünlük, bir, yaratılışta (kozmogoni) gök ve yer olarak ikiye bölünmüştü. Ejder bu ikiliği iki biçimde evrensel bütünlüğe bağlamaktadır: Birincisi, bir çok efsaneye yansıyan (eril ve dişil) çift başlı ejder (yılan) motifiyle; ikincisi, tek bir ejderin (evren) kuyruğunu ısırarak (yakalayarak) oluşturduğu dairesellik ya da döngüsellikle. Başın kuyruğu tutması, sonun aynı zamanda baş, yani başlangıç olduğunu göstermektedir. Demek ki, İç Asya'da doğacı Türk-Altay kültürünün bir devamı olarak Taocu diyalektik maddeci düşünce, Heraklitos'tan çok daha önce Asya'nın merkezinde ortaya çıkmıştı.

MISIR-AKDENİZ KÜLTÜRÜNDE VE İSLAMDA EJDER/EVREN NEDEN DÜŞMANLAŞTIRILDI?

İslam öncesinde Türklerde bereket, refah, güç ve kuvvet simgesi olarak kabul edilen bu efsanevi yaratık, İslamiyetle birlikte Batı Asya ve Akdeniz kültürleriyle ilişkiye geçildiğinde, sözkonusu olumlu özelliklerini yitirmiş, daha çok kötülüğün simge olmuştur. Çünkü, Türklerin hayvanlar, dağlar ve ağaçlar-ormanlar üzerinden imgeleştirdiği, ve ister istemez olumlu-olumsuz iki yanın birliğini benimseyen doğacı maddecilik, büyük ölçüde düalist yanı ağır basan Mısır-Akdeniz merkezli dinlerce savunulamazdı.

Türklerde İslamiyetin kabul edilmesiyle birlikte mitolojik tarih yeniden biçimlendirilmekte ve keza Araplarda ve İran'da, kahramanlığın ölçütü ejderhayı öldürmek haline gelmektedir. Diyebiliriz ki, Akdeniz merkezli, Yunan, Roma Bizans, İbrani-Arap, İran uygarlıklarının mitolojilerinde, daha sonra İslam tarihi ve kültüründe ejderhanın baş düşman olmasının, ona “barbar” Türkler için kullanılan “Yecüc-mecüc” deyiminin eklenmesinin nesnel ekonomik-toplumsal temeli vardı. Kuşkusuz bu temeli, yükselen ve dünyanın merkezi İpek Yolu'na egemen olan “barbar” Türk ve Çin gücüne karşı ekonomik-siyasi savaş oluşturuyordu.

Hint mitolojisinde de ejderha bütün kötülüklerin kaynağıdır, uygarlığın düşmanıdır. Orada suları “bağlayan”, güneşi “tutan”, evrenin kaostan düzene, uygarlığa geçişi engelleyen güç olarak simgeleştirilir. Hint mitolojisinin savaş tanrısı İndra'nın en büyük mücadeleleri, kahramanlıkları yer altı canavarı ejderhaya karşıdır.

TÜRK HAYVANSAL SANAT ÜSLUBUNDAKİ ÖZGÜNLÜKLER

Bilindiği gibi, İslam öncesi Türk sanatında özellikle Grifon (gövdesi ve başı farklı hayvanlardan oluşan sanat) ve çift başlı ağırlıklı hayvan motifi benzersizdir ve çok derin bir tarihsel-kültürel anlama sahiptir. Uygur sanatında sıklıkla görülen çift evren, veya dört yönü gösteren dört evren betiminin ikonografisi çok eskidir. Her ikisi de Altay kökenli olan iki kültürde; Sümer sanatının çift yılan motifi, Sind havzasında çift evren olarak karşımıza çıkmaktadır. Hindistan'daki Harappa mühürlerinin biri üzerinde, yılan bedenli, at başlı, tek boynuzlu bir çift ejder ağaca sarılmaktadır. MÖ. VII.-V. yüzyıllarda, Asya göçebe sanatında, Ordos, Sibirya ve Luristan'da çift başlı ejder motifi yaygın haldedir.

Çin, Hint ve diğer Asya kültürleri Türklerin evren motifine etkide bulunmuşlarsa da, üslup bakımından Türk santçıları kendi özgünlüklerini korumuşlardır. Çinlerde eğri çizgilerden oluşmuş, adeta yazıya benzeyen evren betimi, Türk sanatında yoktur. Hint sanatındaki evren betimleri de farklıdır. Türkler, alplik işareti olan evren motifini ateşte ısıtılıp suya batırılan yatağan, pala ve kılıç kabzalarında Avrasya göçebe kültüründen devraldılar. Proto-Türk jonkların, kükreyen evren şeklinde oyulmuş boynuz boruları üfleyerek evren sesi çıkardıkları gibi, Türk erenler de evren şeklinde boznuzdan yapılmış, ağzı olan “Yuf Borusu” çalıyorlardı.

Türk sanat üslubunun en önemli ve belirleyici özelliklerinden biri, soyut biçimleri gerçeği kadar canlı gösterme arzusudur; yani maddecidir, gerçekçidir. Çinler veya İranlılar, süslemeli veya biraz basmakalıp çizgilerle ejderi betimlerlerken, Türk sanatçısı canlı bir canavar göstermek ister; bunu da belli ölçüde başarmıştır. Bunun sırrı şudur: Türk sanatçısı, karma bir hayvan olarak gösterilen evren'in vücudunun her ayrı kısmını doğadan esinlenmiş olarak betimlemektedir. Uygur ve Osmanlı ressamları timsah-evrenlerin yapışkan ve pullu derisini, pars-evrenlerin benekli tüylerini, geyik-evrenlerin boynuzlarını doğal bir biçimde çizmeye özen göstermişlerdir.(9)

(1) Ahi Evren, Tasavvufi Düşüncenin Esasları, tercüme, inceleme ve Araştırma: Prof. Dr. Mikail Bayram, NKM Yayınları, Konya, 2008, s. 25, 26 vd.

(2) Bkz. Emel Esin, Türk Sanatında İkonogratik Motifler, “Rersimler” bölümü, s. 330 vd.

(3) Yaşar Çoruhlu, Orta Asya'dan Osmanlıya Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, ikinci basım, İstanbul, 2006. s. 137.

(4) L. N. Gumilev, Eski Türkler, Selenge Yayınları, dördüncü baskı, İstanbul, 2003, s. 400.

(5) Yıdız Cıbıroğlu, Türk Sanatında Gizli Yüz, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2008, s. 116.

(6) Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2001, s. 19 vd; Emel Esin, Türk Sanatında İkonografik Motifler, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2004, s. 16-54, 120-121.

(7) Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, s. 21.

(8) Emel Esin, Türk Sanatında İkonogratik Motifler, s. 134, 135 vd. (9) Emel Esin, age, s. 141, 142.