20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Barbarlığın gramafonunu kimler çalıyor?.. Kimler çalıyor 'Kader' şarkılarını?..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Sararmış ve de köhnemiş sandıkların diplerinde, keşfedilmemiş notalar gibi kendine sarıldı yalnızlık...

Körelmiş gramafonların pas tutmuş iğnelerinden isyan etti biçare sessizlik...

Kül elenmiş divan gazellerinin acı çığlıklarında feveran etti bahtsız gözyaşı...

Ve de, vadilerde yankılanan hoyratlara ağlarken, eski plaklar gibi çığlık attı minicik yürek!..

İşte o an; ellerine kına yakıldığında oyun sandı parmak izleri... Korkak ve de ürkek gözleri avuçlarının içine odaklandı... "Kader"ini çiziyordu sanki kınanın damgası ve törenin kızıl lekesi gibi ağlıyordu sanki öfkesi!..

Sürme çekmişlerdi masum gözlerine, bir kara leke gibiydi kirpikleri... Katran dökülüyordu sanki gözyaşlarından... Ve de titriyordu törenin nasırlı ellerini zoraki öpen körpe dudakları...

Ayaklarına baktı gizlice, kınalı ayakları nereye götürüyordu ki onu?.. Sahte bir mutluluğa mı, zoraki bir zevke mi, çaresiz bir acıya mı, bir bilinmeze mi, bir tuzağa mı, bir kuyuya mı, bir mayın tarlasına mı?.. Yoksa o coğrafyada hiç durmayan kan deryasına mı?..

Ne fırtınalar kopuyordu ürkek yüreğinde ve ne yelkenliler sonsuzluğa yüzüyordu sahipsiz benliğinde?.. Ağıt boğazında düğümlenmiş, yutkunmakta zorlanmış ve ürkek bir ceylan yavrusunun sahipsizliğinde kilitlenip kalmıştı...

Çocukluğun kehribar tanesinde!..

Tam 11 yaşındaydı... Anlayın artık, çocukluğunun kehribar tanesinde... Anlayın artık, yaşamının henüz goncasında... Ve anlayın artık, tenlere hasret kalmış gül kokusunda!..

Çevresine baktı da kına gecesinde; daha dün sokakta oynadığı arkadaşları, tüm çocukluklarıyla onu izliyordu siyah beyaz bir televizyonda, sanki bir çizgi film gibi!..

Kiminin elinde yırtık bir bez bebek, kiminin elinde bir plastik oyuncak, kiminin elinde ise mavi-beyaz boncuklar... "Kader"in tespihi gibi ya da bir tetik gibi çekilmeyi bekleyen minik boncuklar!..

"Hadi..." dercesine bakıyordu hepsi... "Hadi kız gel" diyordu sanki hepsi... "Gel de körebe oynayalım Kader'imizin çıkmazlarında..."

"Gel de, saklambaç oynayalım" diyorlardı sanki, büyüklerin esir aldığı terk edilmiş sokaklarda!..

Şu üzerine serilen kıpkırmızı örtüyü atabilse?.. Ellerindeki kına keselerini söküp çıkartabilse... Ve çevresinde kanlı bir tiyatronun oyun havalarını çalan bakır leğeni tutup yere savurabilse?..

Koşsa sokaklara cılız bacaklarıyla... Ve "gelin" dese kendisini masumca izleyen arkadaşlarına... "Gelin" dese; "Hadi oynayalım yine... Oynayalım tüm çocukluğumuzla" dese?..

Hayaldi hepsi... O çocuklar var ya; hani "Kader"le daha dün sokaklarda oyun oynayan o çocuklar, onlar da şaşkındı "Kader" kadar çaresiz bu kadersizliğe!..

Onlar bunu da yepyeni bir oyun sanıyorlardı belki; adı kına yakmaca!.. Kadere mi, ihanete mi, ahlaksızlığa mı?..

Bir çocuk bir bebek doğurdu!..

Pervarili "Kader" o kına gecesinin ardından evlendirildi... Kendisinden büyük biriyle, evcilik oyununun pusulasız tuzaklarına sürüklendi...

Evlilik oyununun yalnız sahnesinde, masum bir figüran gibi pencereden hep sokaklara baktı... Yaşıtlarının koştuğu, güle oynaya okula gittiği kendisine mahpus sokaklara...

"Kader"i masum, kadınlığı ise büyük bir çocuktu o!.. Çok geçmedi, tam 12'sinde hamile kaldı!.. Bir çocuk, bir bebek doğurdu!..

Yırtık bir bez bebek değildi artık elindeki; yaşamın en canlı oyuncağına bir çocuk gibi dokundu ve anlamaya çalıştı canından can gibi kopan kaderi!..

Yaşamın en çelişkisiyle, en çaresizliğiyle ve en kadersizliğiyle o bebekle birlikte büyüdü o çocuk!.. Ve çok geçmeden karnının yeniden şiştiğini gördü...

Bu da mı oyundu acaba büyüklerin kör ettiği dünyada?.. Zulmün yeni bir şamar indirdiği feodal cihanda?.. Ve ahlaksızlığa gerekçe yapılan "töre", yeni bir sayfa mı açtı bu iğrenç tuzakta?..

Ölü doğdu ikinci bebek!.. Bir yırtık bez bebek gibi düştü yere cenin ve oyuncağını kaybetmiş bir çocuk gibi baktı küçük anne!.. Ağladı, canından düşen cana ağladı, canını cana kurban eden kadere ağladı!..

Kim çekti kaderin tetiğini?..

Pervarili "Kader"in eşi askerdeydi ve canından can koptuğu gün henüz bir yaşında olan ilk bebeğini kucağına aldığında, artık kavrayamıyordu bir gerçek anne gibi... Kavrayamadığı gibi evliliği... Kavrayamadığı gibi yaşamı... Ve kavrayamadığı gibi kadersizliği!..

O sabah bir kurşun sesi çınladı kerpiç evin duvarında... Kim çekti ki tetiği, "Kader" mi yoksa ona da hükmeden kader mi?..

Gözleri var ya, o masum ve kara gözleri tavana dikildi ve çocuklar gördü beyaz badananın masumiyetinde!.. Koşan çocuklar gördü; körebe ve saklambaç oynayan ve de el ederek "hadi gelsene" diyen...

Bu da bir oyun muydu; "Hadi gel, yerde sessizce ve titreyerek uzan!.." Son nefesinde, oyunun son perdesi indi ve mazluma döndü garip zaman!.. Bir gerçek vardı o an: Kına değildi avuçlarından dökülen kan!..

Çaresizlik işte o sırada en acı gazellerin notalarında kimsesiz bir divana döndü!.. Hoyratlar yankılandı hançereden vadilere!.. Töre türkülerinin çığlığında, nefesler köreldi kerpiç damlarda...

O coğrafyada; törenin kanlı ve kara kitabının bir insana daha zulmettiği, bir "Kader"e daha zincir vurduğu ve bir çocuğa daha yaşamı zehir ettiği o coğrafyada, gramafonların kör iğneleri bir ihanet gibi saplandı "Kader"e!..

Söyler misiniz; bağnazlığın gelenekleri, geleneklerin ahlakı, ahlakın ise töreyi şekillendirdiği o coğrafyada; adına "Kader" denilen paslı çivileri kimler çakıyor küçük yaşamların bakir tenlerine...

Söyler misiniz; kimler "çalıyor" eskimiş ve barbarlaşmış gramafonları, kimler "çalıyor" "Kader" şarkılarını ve sahipsiz çocuk yaşamlarını?..