25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Baskı ve zulüm toplumu zelil yapar

Mehmet Bedri Gültekin

Mehmet Bedri Gültekin

Eski Yazar

A+ A-

Yönetmede zulme başvuran devlet, gerçekte kendi kuyusunu kazar. Hiçbir halk, ilelebet zulüm politikasına boyun eğmez.

İbni Haldun zulüm politikasının bir başka sonucuna dikkat çeker. Zulüm altında olan bir toplum, gelişme olanaklarını ve kendini savunma yeteneğini kaybeder, er geç başka toplumların boyunduruğu altına girer.

Tek bir insan ve bütün olarak toplum, zulme maruz kalırsa benzer sonuçlar ortaya çıkar.

Çocuk baskı altında eğitim görüyorsa korkak olur, kendine güvensiz olarak yetişir. Onun için İbn-i Haldun eğitimde çocuklara vurulmamasını, zorunlu kalınırsa da bunun aşırı olmamasını yazar.

“Eğitmenlerin öğretimde, hiçbir çocuğa üç kamçıdan fazla vurmaması gerekir.”

(Bu sözlerin; öldürmenin, dayağın ve işkencenin doğal ve meşru görüldüğü bir tarihi dönemde söylendiğini unutmamak gerekir.)

Bedevi ve şehirli Araplar

İbn-i Haldun, devletlerin ortaya çıkışı, yükselişi ve çöküşü ile kendi uyrukları ile ilişkisi arasında bir bağ kurar.

Devletlerin kuruluş aşamasında, kuruluşu gerçekleştiren “kabile”nin bireyleri arasında görece bir eşitlik ve bağlılık vardır. Ama devlet bir kez kurulduktan sonra, esas hakim olan zümre ile “kabile”nin diğer fertleri ayrışır.

Baskı ve zulüm başlar. Artan devlet masrafları, yapılan lüks harcamalar için vergiler ağırlaştırılır. Bütün bunları karşılayabilmek için halk baskı altına alınır.

Baskı altına alınan, baskıya boyun eğen veya bu yeni duruma alıştırılan halk ise eski mücadeleci özelliğini kaybeder.

Bu durum, toplumun içten içe çürümesi anlamına gelir. Bu gelişme, hiç şüphe yok aynı zamanda devletin çürümesidir. Çürüyen devlet, dışardan gelen baskılara dayanamaz ve bir müddet sonra kaçınılmaz olarak çöker.

İbn-i Haldun, zulüm uygulamanın toplum üzerindeki sonuçlarını; bedevi Araplar ile şehirlerde yerleşik Araplar arasında bir kıyaslama yaparak ortaya koyar.

Çölde yaşayan bedeviler herhangi bir yönetimin baskısı altında olmadıkları için özgür yetişmektedirler. Kişilikli, cesur ve iyi savaşçılardır.

Şehirlerde yaşayanlar ise bir devlet örgütlenmesi içinde oldukları için yöneticilerin baskısı altındadırlar.

“Yönetimler cezalandırma (zulüm) esasına dayanırlarsa, bu durumda insanların cesaretleri büsbütün ortadan kalkar. Çünkü insanların zulme maruz kalmaları ve zulüm karşısında kendilerini savunmamaları, onları, cesaretlerini ve güçlü kişiliklerini yitirecekleri zelil bir duruma düşürür.”

“İşte bütün bu sebeplerden dolayı, badiyelerde toplumdan uzak yaşayan bedevi Araplar, şehirlerde idarecilerin, yönetimlerin idaresi altında yaşayanlardan çok daha cesur ve kendilerine güvenen insanlar olmaktadırlar.”

Barbarların uygarlara hakim olması

İbn-i Haldun bu görüşünü, zamanında ve öncesinde Arap dünyasında yaşanan çeşitli örneklerle anlatır.

Arabistan’da Himyer, Kihlan, bugünkü Irak’ta ise Rebia kabileleri şehirlerde (oturmakta) ve devletler halinde yaşamaktaydılar. Mudaroğulları ise göçebe bedevi yaşamını sürdürüyorlardı. Sonuçta Mudaroğulları bütün bu kabilelere boyun eğdirdiler.

Burada büyük bir tarihi gerçek dile getirilmektedir. Bin yıllar boyunca Mezopotamya, Mısır, Anadolu, Ege ve Akdeniz, Hindistan ve Çin gibi uygarlık merkezlerinde devletler halinde örgütlenerek yaşayan toplumlar, çevrelerinde bulunan “barbarların” akınlarına direnemediler ve yıkıldılar.

Fatihler bir müddet sonra fethettiklerine benzediler. Devletleştiler, şehirlileştiler ve uygarlaştılar.

Bir müddet sonra bu “yeni” uygarlar da yeni barbarların saldırıları karşısında yıkıldılar. (1)

Tarihten ders

Tayyip Erdoğan döneminde Polis Ordusunun sayısı 300 bine ulaştı. Bu rakama istihbarat örgütünde istihdam edilenler ile özel güvenlik şirketlerinde çalışanlar dahil değil.

Yani içerde halka karşı kullanılan Polis sayısı, neredeyse, ülkeyi dışardan gelebilecek tehdide karşı korumakla görevli silahlı kuvvetlerin sayısına ulaşmıştır.

Polis ordusunun asli görevi toplumu zapturapt altında tutmaktır.

AKP iktidarında bu eylemin nasıl yapıldığını biliyoruz. Haziran ayaklanması günlerinden bu yana Polis Ordusu, en ufak bir kıpırdanışı gaz bombaları ve Tomalarla ezmeye çalışıyor.

Devlet mekanizması bütün muhalifleri dinleyen dev bir kulağa dönüşmüş vaziyette. Yargı mekanizması iktidarın emrinde sahte delillerle sipariş edilen mahkûmiyetleri veriyor.

Okullarda bilimsel eğitim kaldırılıyor, onun yerine Ortaçağın mürit yetiştiren ezberci eğitimi ikame ediliyor. Vb. vb.

Bütün bunlar İbn-i Haldun’un “çöküş halindeki devlet” dediği durumun işaretleridir. Ama elbette 14. yüzyılda değil, 21. yüzyılda yaşıyoruz.

Günümüzde toplumların, “barbarların” istilaları sonucu değil de kendi inisiyatifleriyle önlerini tıkayan yöneticilerden kurtulma olanakları çok güçlenmiştir.

20. yüzyılda bu gerçeğin çok sayıda örneğini yaşadık. 21. yüzyılda ise çok daha fazlasının yaşanacağı açıktır.

(1)Mukaddime, Kaynak yayınları, I Cilt, 2013.