19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Birgül Ayman Güler'in 'PKK'yı Yasallaştırma Yasası'na ret gerekçeleri

Doğu Perinçek

Doğu Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Bu köşede 15 Ağustos 2014 günü Silahlı PKK'yı Yasallaştırma Cinayetinin Suç Ortakları başlığıyla yayımlanan yazı okuyucuların ilgisini çekti. Yazının konusu, Terör Sona Erdirme ve Toplumsal Bütünleşmeyi Güçlendirmeye Dair Kanun idi.

AKP-PKK ortaklığının hazırladığı yasaya CHP de ortak oldu. İçişleri Komisyonu'nda altı CHP üyesinden dördü yasa önerisini imzaladı. Birgül Ayman Güler ve Tanju Özcan ise imza vermediler. İzmir Milletvekili Güler'in ret gerekçesini, özetleyerek, aydınlanmak isteyen okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz.

ALENİYET İLKESİ ÇİĞNENİYOR

Tasarı'nın 1. Maddesi, usul ve esasları düzenlediğini belirttiği "çözüm süreci"nin tanımını yapmamış, içeriğini ve kapsamını karanlıkta bırakmıştır. Bu maddede belirtilen ve Tasarı'nın adında da geçen iki amaç, herhangi bir hükümetin varlık nedeni olan başlıca görevleri işaret etmekte, dolayısıyla Tasarı'nın amacını da sözü edilen "çözüm süreci"ni de ifade etmemektedir. Bu durum, Tasarı'nın yasamanın aleniyet ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.

Tasarı'nın 2. Maddesi, "çözüm süreci"nde yapılacak işleri görev olarak "Hükümet"e vermektedir.

İlk olarak, hükümet terimi Anayasa'da yoktur.

İkinci olarak, hükümet hukuksal değil siyasal bir terimdir.

Üçüncü olarak, siyaset, basın ve gündelik dilde kullanılan hükümet terimi, cumhurbaşkanını içermez. Oysa Anayasa'da yürütme organının parçaları Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve bu kurulun başı olarak Başbakan olarak belirlenmiştir. Bu durum egemenlik yetkilerinin kullanımını düzenleyen Anayasa'nın 6. Maddesine aykırı olduğu gibi, sorumluluk tayini ve hukuk uygulamaları bakımından da temelsizdir.

Tasarı'nın 3. Maddesi, "çözüm süreci" görevleri için yetkiyi Bakanlar Kurulu'na vermiştir. İkinci maddeye göre görev hükümetin, yetki ise Bakanlar Kurulu'nundur. Bu maddeyle, 2. Madde'deki yanlış kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. "Terörü önlemek" ve "toplumsal bütünleşmeyi güçlendirmek" siyasal iktidarların varlık nedenidir; bu işler için Bakanlar Kurulu'na ayrıca yetkili olduklarının söylenmesi anlamlı değildir. Anlamsızlık, Tasarı'nın 1. Maddesindeki aleniyet eksikliğinin kanıtını oluşturmaktadır.

SUÇLULAR KORUNUYOR

Tasarı'nın 4. Maddesi, bu metindeki işlerin kamu kurum ve kuruluşlarınca yerine getirilmesinde "ivedilik" emretmekte; bu işleri yapanların hem hukuki hem idari hem cezai sorumluluğu olmayacağını düzenlemektedir. Bu, Anayasa'nın Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması başlığı altındaki 40. Maddesine aykırıdır.

Tasarı, Anayasa'nın 125. Maddede öngördüğü "idarenin sorumluluğu" ilkesini ortadan kaldırmakta, Anayasa'nın 137. Maddesinde düzenlenen "kanunsuz emir"e uymama mekanizmasını geçersiz kılmaktadır.

YABANCI GÖZLEMCİ YASALLAŞTIRILIYOR

Komisyon görüşmelerinde, Hükümet yetkilileri "çözüm süreci" adı verilen devlet politikasının yasal kaynağının ne olduğu sorusuna açıklama getirmemişlerdir. "Süreç"te yapılacağı belirtilen müzakerelerde yabancı kurum, kuruluş, kişilerden oluşacak yabancı gözlemci heyet kurulması yönündeki isteklere ilişkin tutumlarını açıklamamışlardır. "Süreç"te dile getirildiği bilinen etnik topluluklara anayasal kimlik ve statü verilmesi konusunda tutumlarını ortaya koymamışlardır. Bu özellikler nedeniyle Tasarı Anayasa'nın 3. Maddesinde düzenlenmiş olan "Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür" ilkesinin ihlaline yol açan bir düzenlemedir.

PKK İLE MÜZAKERENİN YASAL ZEMİNİ OLUŞTURULUYOR

Konuyla ilgili toplam 4 maddelik Tasarı, "çözüm süreci" için, gerçekte ise "PKK ile müzakere"ler için yasal zemin anlamına geliyor.

Şimdiye kadar yapılan müzakereler yasa-dışı yapılmıştı. PKK, yasa-dışı görüşmelerde muhatap alınmakla birlikte, "taraf" statüsü kazanamamıştı. Şimdi, bu Tasarı yasalaşırsa PKK bir terör örgütü olmaktan çıkıp "müzakerenin ikinci tarafı" olarak meşru hale gelecek. Onun siyasal uzantısı BDP/HDP de, "uzantı" olma suçlamasından kurtulup resmi uzantı olarak muhatap alınacak. Kısacası, Tasarı'nın adında yer alan "terörün sona erdirilmesi"nde terörle mücadele yerini tümüyle terör örgütüyle müzakereye bırakmış durumda.

PKK 'TARAF' OLUYOR

Bu noktada HDP, verdiği önergelerde yazılı olarak da belgelediği üzere, dinen gözyaşlarının yanı sıra başka bazı sonuçlar doğduğunu ve bundan büyük memnuniyet duyduğunu söylüyor.

Müzakerelerin tarafları tanımlanmış olacak.

Müzakerelere kurumsal bir kimlik tanınmış olacak.

Yabancı kurum, kuruluş, kişilerden üçüncü-tarafsız gözlemci heyet olacak.

PKK yasal "taraf" haline gelince 'terör' kapsamından çıkıyor. PKK eylemlerine ilişkin olarak alınmış her türlü önlem, medeni - cezai suç kapsamına girer hale geliyor.

"Taraf"ın yer aldığı müzakerelerin kurumlaşmasıyla birlikte, eski PKK yeni 'taraf'ın ileri süreceği siyasal taleplerin yerine getirilme zorunluluğu yaratılmış oluyor.

Devreye "üçüncü taraf" olarak yabancı devlet temsilcilerinin kabul edilmesi için boyunlar eğiliyor.

ÜLKE GELECEĞİ YABANCI MÜDAHALEYE TESLİM EDİLİYOR

AKP yetkilileri "biz böyle bir şey dedik mi?" diyerek, "taraf"ın beklentilerini duymazdan gelme çabasına düşerken, şaşılacak biçimde kimi CHP'liler "korku, paranoya"dan kurtulmak gerektiğini dile getirebiliyorlar.

Oysa, egemenlik alanına yabancı devletlerin şu ya da bu biçimde müdahalesi söz konusu olunca beliren düşünce ya da duygular korku - paranoyadan değil, dosdoğru Tarih Bilinci'nden kaynaklanır. Basit bir "mali gözetim komisyonu"nun nasıl Rüsum-u Sitte'ye, ondan da Düyunu Umumiye dönüştüğü, kendi tarihimizden dünyaya mal olmuş büyük bir derstir. Bir kez başladıktan sonra yarı-sömürgeleşmeye, parçalanmaya, Cumhuriyet doğduktan sonra da taa 1954 yılına kadar dişten tırnaktan artırılana el koymaya uzanmış yapışkanlık...

MİLLETİ ETNİK TOPLULUKLARA BÖLÜYOR

AKP Hükümeti'nin Tasarısı, müzakerelerin içeriğine ve özellikle siyasi, ve hukuki alanlarda atılacak adımlara ilişkin en ufak bir ipucu vermezken, HDP önergelerinde bu konudaki beklentiler yazıya dökülmüştür.

HDP'nin müzakerelerden siyasal - hukuksal beklentilerinin başında "Ortak Vatan - Eşit Vatandaşlık" ilkelerinin anayasal bakımdan tanınması gelmektedir.

Eşit Vatandaşlık, önergelerde "demokratik eşit siyaset hakkının tanınması" olarak dile getirilmiştir. Bundan kastedilen, yurttaşların bireysel eşitlikleri değil, etnik toplulukların eşitlikleridir.

Bu görüşe göre Türkçe, bir etnik topluluk olarak gördükleri Türklerin anadili iken resmi dil olmuştur. Bu, "eşit vatandaşlık" ilkesine aykırıdır; diğer etnisitelerin anadilleri de resmi dil olarak kabul edilmelidir. Eşit siyaset hakkı, ancak böyle sağlanacaktır.

VATANI BÖLÜYOR

Ortak Vatan ise, Türkiye'nin "Türkiye'de yaşayan herkesin vatanı olması" anlamına gelmez. Zaten halihazırda Türkiye, tüm vatandaşların vatanıdır. Ortak Vatan'dan kastedilen şey, ilgililerin çeşitli kongre kararlarında ve yetkililerinin açıklamalarında şöyle tanımlanmaktadır:

"Ortak Vatan Türkiye ve Kürdistan'dır. Kürdistan temsilcilerinin Türkiye parlamentosuna göndereceği temsilcileriyle Ortak Vatan politikalarına katılmaları gerekir." Bu talep, yasama sürecinde "uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması", "yerel/bölgesel özerklik" talepleri çerçevesinde dile getirilmektedir.

TÜRK VATANDAŞLIĞINA SON VERİLİYOR

AKP Hükümeti, Tasarı'da adım atılacağını belirlediği hukuki alanda neler yapılmak istendiği konusunda ne yazılı ne sözlü hiçbir ipucu vermezken, 'taraf' HDP bazı açıklamalar vermektedir.

Anayasa değişikliği elzemdir; ulusal devleti kuran "Türk vatandaşlığı" kurumunun Anayasa'dan çıkarılması hedeflenmektedir.

Yeni Anayasa, tek değil çok resmi-dil uygulamasını kabul edecektir.

Anayasa, merkeziyetçilik ilkesi yerine ademi merkeziyetçilik sistemini benimseyecektir.

KÜRTÇE RESMİ DİL YAPILIYOR

Milliyetler Devleti, Türk vatandaşlığı yerine TC Vatandaşlığı kurumunun getirilmesi, "Türk" sıfatını ulusal siyasal kimlik olmaktan çıkaracak, etnik topluluk sıfatı haline getirecektir. Böylece, tüm etnik toplulukların anadillerinin resmi dil haline getirilmesi için gerekli "temizlik" yapılmış olacaktır. [HDP 'taraf'ı ve bazı CHP milletvekilleri bunu 'kollektif haklar' terimiyle dile getirmektedir]

MİLLİ DEVLET TASFİYE EDİLİYOR

Böyle bir temizlik, ulusal devlet örgütlenmesi yerine "milliyetler devleti" kurmak demektir. Şimdiki anayasal düzende Madde 3, "Türkiye Devleti ..... ve milletiyle bölünmez bir bütündür" ilkesi bu hedefin önündeki temel engeli oluşturmaktadır.

İçişleri Komisyonu'ndaki görüşmelerden anlaşılmıştır ki, aslında iki ayrı değil aynı tarafta yer alan AKP - PKK/HDP ve yazık ki kimi CHP yöneticileri, şimdi ve önümüzdeki dönemde elbirliğiyle "milletin bölünmesi ve milliyetler devleti kurulması" hedefi için çaba sarf edeceklerdir.

Federal Devlet, Hukuki düzenlemeler arasında yer alacağı belirtilen "uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması" konusu, "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi" biçimindeki söylemler, Anayasa'nın "idare" bölümünde ademi merkeziyetçilik yönünde değişiklikler yapılmasının hedeflendiğini göstermektedir.

Bu yönde şimdiye kadar çeşitli adımlar atılmıştır.

Bunlardan ikisi önemlidir. Birincisi, 2005 yılında İl Özel İdaresi Kanunu ile Belediye Kanunu'nda bunlar "idari ve mali özerk yönetimler" olarak tanımlanarak federal örgütlenme [subsidiarite]anlayışının içine çekilmişlerdir. İkincisi, 2012 yılında Türkiye'nin üretim ve ticaretinde çok büyük bir bölümü yaratan 30 il, il-genelinde yetkili büyükşehir belediyeciliğinin yönetimine verilmiştir.

Daha şimdiden, 'taraf' HDP, yerel yönetimlere madenlerden "pay verilmesi talebi"nde bulunmaktadır. Bu teklif, yerel yönetimlerin "mali desantralizasyon" değil "mali federalizm"ilkesine göre kaynaklandırılmasını istemek demektir.

'Taraf' HDP, hukuki düzenlemelerin, AB projesi olan Bölgesel Kalkınma Ajansları temelinde 26 bölgeye özerklik verme temelinde yapılmasını dile getirmekle birlikte, bu isteklerini asıl olarak "Kürdistan" diye adlandırdıkları tek özerk bölge için sıcak tuttuklarını görmek zor değildir.

Bu hedef, Anayasa'nın Madde 3'ünde "Türkiye Devleti ülkesi ..... ile bölünmez bir bütündür", yani üniterdir; federal ya da bölgesi devlet olmaz diyen maddesine çarpıp durmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bütün güçlerini "Yeni Anayasa" için harcamak zorundadırlar.

'Taraf' HDP'nin, CHP yönetimi tarafından da dile getirilmekte olan Terörle Mücadele Yasası'nın, Türk Ceza Kanunu gibi yasalardaki anti-demokratik düzenlemelerin kaldırılması talepleri, yukarıda açıklanan hedeflerin tamamlayıcılarıdır.

HDP, bütün bunlara ek olarak tüm yasalarda "ayrımcı ve ırkçı" ifadelerin temizlenmesi hedefini de yazıya dökmüştür. Burada "ırkçı" ifadelerin 'taraf'a göre 'Türk' sözcüğünden ibaret olduğu artık kimse için sır değildir.

ÜLKEMİZ BÜYÜK TERÖRE SÜRÜKLENİYOR

"Çözüm süreci", Türkiye'de ulusal ve üniter devlet örgütlenmesini dağıtma sürecidir.

Bu girişim, ülkemizde etnik topluluklar ayrışmasına ve buna hızla eklenecek mezhepler kopuşuna sürükleyecek bir girişimdir.

Bu girişimin sağlayacağı ileri sürülen "kalıcı barış", Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünün kaldırılması şartına bağlanmıştır. PKK/HDP'nin istediği, AKP Hükümeti'nin getirdiği ve CHP yönetiminin destek verdiği Tasarı, terörü Cumhuriyet Rejimi'ni teslim ederek sona erdirmeye hizmet etmektedir.

Hepimizin isteği terörün sona erdirilmesidir.

Ama bunun bedeli milliyetlere ayrışmak ve toprakta egemenliğin paylaşılması ise, Türkiye kendinden vazgeçerek teröre teslim oluyor demektir.

Bu ise terörün sona erdirilmesi değil, ülkeyi bir bütün olarak büyük teröre sürüklemek anlamına gelir.

Ülkemizin dağılma sürecine destek vermemiz, elbette mümkün değildir.