19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bugün Şeyh Bedreddin olmak

Mehmet Ulusoy

Mehmet Ulusoy

Eski Yazar

A+ A-

Ölümünün altı yüzüncü yılında Şeyh Bedreddin bizim için anlamı hâlâ büyüktür. Düşünce ve eylemiyle, yaşadığı çağda, Osmanlı toplumunun olduğu gibi İslam dünyasının da en önemli, en bilge ve en yetkin düşünürüydü. Onun çağdaş aydına ve devrimciye esin kaynağı olan düşünce birikimi ve toplumsal eyleminin ruhu bugün de bütün canlılığıyla yaşamakta ve önemini korumaktadır.

Şeyh Bedrettin neden isyan etti? Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak'ın iddia ettiği gibi özellikle Balkanlardaki bir kısım Hıristiyan, Müslüman tımar sahibi feodallerin “zayıf merkez - güçlü çevre”ye (yerel otoriteye) dayanan “merkezkaç” iktidarı için mi? Yoksa, Nazım Hikmet'in o büyük şiiri “Şeyh Bedreddin Destanı”yla ve Radi Fiş'in “Ben de Halimce Bedreddinem” romanıyla ölümsüzleştirdikları, din, mezhep, ırk ayrımı yapmadan “yarin yanağından gayri her şeyde” eşitlik ve paylaşım idealini gerçekleştirmek için mi? Ya da, o sadece büyük bir İslam bilgini idi de, gerek halifesi Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in önderliğindeki Ege köylüleri, gerekse Balkanlardaki Melami-Hurufi-Kalenderi dervişler ve köylüler ona rağmen mi ayaklanmışlardır?

YENİLGİNİN ARKASINDAKİ GELECEĞİN BÜYÜK UMUDU VE ENERJİSİ

Tarihçiler, bilimin kuşku motorunu çalıştırarak yukarıdaki soruları tartışadursun. Ancak kesin olan şeyler vardır. 1402 Yıldırım Bayazit-Timur savaşından sonra merkezi yapısı dağılan ve kaos içine sürüklenen Osmanlı toplumunda, hiç kuşkusuz, oluşan siyasal boşluğu durdurmaya aday bir çok gücün ortaya çıkması kaçınılmazdı. Süleymen Çelebi, Musa Çelebi ve Mehmet Çelebi Sultanlığa aday şehzadeler olarak birbirleri ile savaştılar ve kazanan, en büyük gücü yaratmayı başaran Mehmet Çelebi oldu.

Şeyh Bedreddin ayaklanması ise, egemen feodal sınıfın hanedan üyelerinin içinden çıkabilecek türden sistem içi olağan bir seçenek değildi. Çok farklı ve aykırı bir toplumsal ideale ve bir köylü (halk) ayaklanmasına dayandığı kesindi. Sorun, siyasal olarak bu halk ayaklanmasının, üretici köylülerin-emekçi sınıfların kendi doğrudan talepleri olan adalet, eşitlik ve özgürlüğü mü hedeflediği, yoksa, Çelebi Mehmet Saltanatını devirmeyi amaçlasa da, dirlik sahibi sipahi feodal beylerin iktidarı için mi gerçekleştirildiği sorunudur. (1)

Bir başka soru ise, Şeyh Bedreddin isyanını tarihsel materyalist bakışla nasıl değerlendirmek gerektiğidir? Örneğin kazansaydı, feodal sistemin, diğerlerinden farksız bir parçası mı olurdu? Yoksa, sistemin içinde de olsa, mümkün olan bazı daha adaletli ve eşitlikçi uygulamaları ile daha ileri bir toplumun dinamiklerinin gelişmesine, üretici güçlerin daha hızlı özgürleşmesine olumlu ve önemli katkıları olmaz mıydı? Kuşkusuz bunlar kurgusal şeylerdir, varsayımlardır. Ve varsayımlarla tarih tartışması yapılmaz.

Ancak, tarihsel materyalizmin nedensellik yasaları açısından bilimsel ve doğru tespit, Şeyh Bedreddin'in yenilgisinin kaçınılmaz olduğudur. Tıpkı, İslamda Hz. Ali'nin, Karmatilerin, Babekilerin, Baba İlyas ve Baba İshakların, Almanya'da Thomas Münzer'in, Rusya'da Pugaçev'in önderlik ettiği halk ayaklanmalarının yenilgisinin kaçınılmaz olduğu gibi. Çünkü, 15. yüzyılda feodal toplumsal sistem, genelde çürümeye ve çökmeye yüz tutsa da özellikle kuruluş sürecindeki Osmanlıda üretici güçleri geliştiren, insanlığın uygarlaşmasına hizmet eden dinamikleri hâlâ bağrında taşıyordu. Bu nedenle kazansaydı ihtimalini tartışmak anlamsızdır; hele sonuçları bir çok olasılığa açık siyasal süreçler için varsayımlar üzerinde tartışmak bizi bir yere götürmez.

Bu tarihsel ve devrimci şahsiyetleri, onların insanlığa katkılarını kamucu, eşitlikçi ve paylaşımcı bir topluma geçişin eşiğinde değerlendirdiğimizi unutmayalım. Şeyh Bedreddin -ve diğerleri- o büyük toplumsal ve insani idealleri savundukları için, sonucun yenilgi olduğunu sezseler bile ayaklanmak zorundaydılar. Onları büyük ve ölümsüz kılan işte bu, muhtemel yenilgiye rağmen ayaklanmak ve ölüme giderken davadan bir milim geri adım atmamak dik duruşudur.

ŞEYH BEDREDDİN OLMADAN ŞEYH BEDREDDİN ANLAŞILMAZ

Şeyh Bedreddin'i anlamak, onun, çağının nesnelliklerini ve sınırlılıklarını aşan bir ufka ve derinliğe sahip olduğunu kavramakla mümkündür. Şeyh Bedreddin'in yeterince anlaşılamamasının en önemli nedeni de, kanımca onun durduğu bu noktadan dünyaya bakamamaktır. Dolayısıyla, kendimizi yerine koyup bir bakıma Şeyh Bedreddin olmadan sözkonusu sır perdesini aralayıp temeldeki büyük gerçeği görmek zordur.

Başka deyişle, Şeyh Bedreddin olmak, onun yaptığı gibi çağın ötesini görebilmek ve çağı değiştirme bilinciyle dünyaya bakabilmektir. Özcesi sıradanlığın üstüne çıkıp taraf olmaktır; haksızlığa, zülme karşı ezilenlerin yanında yer almaktır. Dahası, Şeyh Bedreddin'i anlamak, günümüzde hem çağın ruhunu, düşünce birikimini en üst ve en felsefi düzeyde kavramak, hem de, bunun da bir koşulu olarak, çağı devrimci bir eylemle değiştirme cesaretine sahip olmak demektir. Bugün onun durduğu yerde durmadan, bu duruşun ölüm dahil her türlü sonucuna “eyvallah” deyip katlanmadan bu işin sırrını çözmek zordur. Hiçbir “tarafsız” akademik ve bilimsel araştırma bu gerçeği atlayamaz.

Ocak'ın kendi tezi farklı olmasına rağmen, gerek Şeyh Bedreddin'in en üst düzeyde ifade ettiği felsefi-ideolojik niteliği, gerekse dayandığı temel toplumsal kuvvetler itibariyle ayaklanmanın eşitlikçi, paylaşımcı bir amaç taşıdığı açıktır. Çünkü; Batı Anadolu'da Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi çiftçi, asnaf ve sanatkarların katıldığı Börklüce ve Torlak Kemal'in önderlik ettiği ayklanmanın, bütün tarihsel belgelerde eşitlikçi ve paylaşmacı niteliği vurgulanmaktadır. Aynı vurgu, Ocak'ın eserinde de, Börklüce Mustafa'nın Şeyh Bedreddin'in halifesi olduğu belirtilerek yapılmaktadır. Bunun anlamı, ayaklanmanın ideolojik ve toplumsal içeriğinin, kesinlikle Şeyh Bedreddin'in düşünceleri ve idealleri tarafından belirlendiğidir.

Bu nedenle, A. Yaşar Ocak'ın, Börklüce isyanının Bedreddin'e rağmen yapılmış olabileceği, Balkan-Deliorman isyanının ise, Bedreddin'in Musa Çelebi'nin Kazaskeri iken dirlik verilmesini sağladığı bir kısım Türk ve Hıristiyan sipahinin katılımıyla ve önderliğiyle gerçekleştiği, daha sonra da bunların Çelebi tarafından satın alınıp ihanet etmesiyle yenilgiye uğradığı iddiası, dönemin gerçekliğine uygun bir açıklama değildir. Çünkü, Ocak'ın da verdiği bütün bilgilerden çıkartılacağı gibi, Balkan isyanının temel gücü melami-hurufi-kalenderi dervişlerin önderlik ettiği köylülerdir. Yani Şeyh Bedreddin'in esas gücünü ve siyasi hattını sipahiler değil, mürid-dervişler ve kölüler belirlemektedir. Dirlikçi feodaller ise, bütün devrimci ayaklanmalarda görülen kararsız ara güçlerdir; her an karşı tarafın, iktidarın safına geçip ihanet edebilirler. Nitekim öyle olmuştur.

Dolayısıyla, ayaklanmanın niteliği konusunda tartışma gereksizdir. Tartışma daha çok ayaklanmanın merkezi yeri ve zamanlanması konusundadır. Ancak bu noktalar, konumuzun esasını oluşturmaz. Çünkü, feodal ortaçağın göbeğinde tarihsel gerlişimin o günkü dinamikleri açısından eşitlikçi ve paylaşmacı bir programın uygulanma şansı yoktu ve yenilgiye mahkumdu. Bu açıdan konumuzun esasını başarı ya da başarısızlık değil, çağının nesnellik sınırlarını aşan, ama günümüzde evrenselliğini koruyan toplumsal-felsefi idealler oluşturmaktadır.

MATERYALİZMİN EŞİĞİNDE PANTEİST BİR DÜŞÜNSEL-FELSEFİ KAVRAYIŞ

Şeyh Bedreddin'in çağları aşan etkisinin anahtarını, onun düşüncelerinin, bunların oluşum ve eyleme geçiriliş sürecinin içeriğinde aramak gerekir. En önemli ve bilinen eseri Varidat'ı incelediğimizde Şeh Bedreddin'ın, çağının en ileri felsefi kavrayışı olan panteizme (evren-tanrıcılık) ulaştığını görüyoruz. Bunun bir adım sonrası ise materyalizmdir.

Kitapta, Allah'ın bu varlık aleminin bizzat kendisinden başka bir şey olmadığı açıkça dile getirilir. Bu alem ezeli ve ebedidir. Ezeli ve ebedi olan bu alemde her şey O'dur (Tanrıdır). O da her şeydir. Bu nedenle biri 'ben Allahım' dese, her şey O'nun cevherinden meydana geldiği için doğru söylemiş olur. Allahın zuhuru (madde dünyasında ortaya çıkışı) insandadır, çünkü en güzel suret (biçim) insandadır. Nasıl insanın tek tek organları insan olmayıp ancak hep birlikte insanı oluşturuyorsa, bu alemdeki tek tek hiç bir şey de Allah değildir, ama bütünü allahtır. Bu yüzden Allahın iradesi, alemdeki (evrendeki) varlıkların yetenekleri çerçevesinde cereyan eder. Yani Allah, ancak olabilecek olanları diler; olamayacak olanları dilemez. Böylece Allahın iradesi, varlıkların kapasite ve yetenekleriyle sınırlı olmaktadır. (2)

Bu düşünceler onun, budünyadaki adaletsizliklerin hesabının ötedünyada değil, budünyada görülebileceğini; o nedenle cenneti budünyada yaratmayı amaçladığını ortaya koymaktadır.

Ona en yakın tasavvufçu, panteizmi “vahdet-i vucut” felsefesiyle savunan, yani, tanrı varlıklardadır, bütün varlıklar tanrının görünüş biçimleridir diyen Muhiddini Arabi'dir. Endülüs kökenli ve 13. yüzyılın ilk yarısında Konya'da yaşayan İbni Arabi'ye göre maddi evren, tanrı-evrenin tezahürleridir, görünüşleridir. Özetle, tanrı evrendir, doğadır. Bu fikirleriyle Sünni kökenli İbni Arabi, Şeyh Bedreddin'i etkileyen, düşüncelerinde niteliksel bir sıçrama yapmasına yol açan en önemli düşünürdür. Aynı felsefeyi 9. yüzyılda yine sünni kökenli bir tasavufi düşünür Hallacı Mansur, “enel hak” (tanrı benim) diyerek, daha birey merkezli, tekil bir biçimde dile getirmiştir. Çünkü, “tanrı benim” derken o, tanrı bendedir, tanrı sendedir, tanrı ondadır, tanrı bütün varlıklardadır demek istemiştir. Ancak bu derin felsefi kavrayış saptırılarak, “Tanrıya şirk koşmak” olarak yorumlanmış ve Mansur'un idam edilmiştir.

ŞEYH BEDREDDİN'İ YARATAN EGİTİM, BİLGİ VE DÜŞÜNCE DÜNYASI

Şeyh Bedreddin'in, sözkonusu düşünce düzeyine ulaşmasının ilk adımları, Simavna kadısı ve Osmanlının saygın bir uleması olan, Semerkant'ta eğitim gören babasından aldığı, hem teorik hem pratik eğitimle başlar. Aslında döneminin en büyük fıkıh bilgini olan Bedreddin Mahmud, burada öğrendiklerini yeterli bulmaz ve çağın bilimini derinlemesine öğrenmek için önce Bursa'ya sonra da Konya'ya gider. Dönemin etkili düşünce akımlarından biri de Hurufiliktir. Muhtemelen Konya'da Fazlullah-ı Hurufi'nin öğrencilerinden Mevlana Fevzullah'ın yanında bir yıl kadar astronomi dersi alır. Oradan da İslam bilimlerinin merkezi Kahire'ye gider.

Yaklaşık on yıl kaldığı Kahire'de, dönemin büyük şeyhi ve bilgini Türk kökenli Hüseyin Ahlati'nin öğrencisi, müridi ve en son damadı ve halifesi olur. Onun düşüncelerindeki büyük değişime ve felsefi-tasavvufi yeni bir düzleme yükselişine yol açan, materyalizme yaklaşan panteizmiyle (vahdeti vücutçu) Şeyh Hüseyin Ahlati'dir. Bedrettin Mahmut burada fıkıha ek olarak, tasavvuf, felsefe ve akli bilimlerin en yeni bilgileriyle donanır.

Bu arada Ahlati'nin yönlendirmesiyle Hurifiliğin ve diğer tasavvufi akımların etkin olduğu Tebriz'e gider. Aynı yıllarda Tebriz'de olan Timur'un sarayındaki bilimsel toplantılara katılır ve Timur'un dikkatini çeker. Timur, yanında kalma önerisinde bulunur, ancak o reddeder ve Kahire'ye döner. Bir süre sonra ölen şeyhinin vasiyeti üzerine yerine Şeyh olur. Ama şeyhin diğer müritlerinin sorun çıkarmaları ve kendisiyle sürekli çatışmaları nedeniyle Bedreddin, 1403'te Mısır'ı terkeder. Dönüşte Şam'a uğrar, orada Fazlullah'ın halifelerinden ve bir süre sonra derisi yüzülerek öldürülen ünlü Seyyid Nesimi ile de görüşür.

Şeyh Bedreddin'in Edirne'ye, yıllardır uzak kaldığı anne ve babasına gitmeden önce, uzun süre Anadolu'da dolaşması çok ilginç ve anlamlıdır. Ocak'ın da vurguladığı gibi, kafasındaki büyük toplumsal projeye ve onunla ilgili planlara bağlı olarak Bedreddin, Anadolu'da bazı önemli gözlemler, görüşmeler yapar. Yaptığı seyahatlerin rotası ve görüşmelerin kimlerle yapıldığı, niteliği ve neyi amaçladığı açısından çok önemlidir. Bunlar, onun daha Kahire'deyken bir plan ve program oluşturduğunu, yani ayaklanma ve niteliği ile ilgili uzun uzun düşündüğünü ve bir karara vardığını göstermektedir. Anadolu'da ve Rumeli'de tam bir kargaşa yaşanmaktadır. Şam'dan Konya'ya geçen Şeyh Bedreddin, Konya'da özellikle Karaman Beyliği yöneticileri ile uzun görüşmeler yapması da anlamlıdır. Çünkü Karaman Beyliği, isyancı Türkmenlerin en güçlü temsilcisidir.

Konya'dan batı Anadolu'ya geçen Şeyh Bedreddin, Ege'de daha sonra ayaklanmanın gerçekleştiği, İzmir ve Aydın, Karaburun yöresinde dolaşır, köylülerle, esnafla görüşür, gözlemlerde bulunur. Özellikle Sakız adasında Hıristiyan keşiş, esnaf ve köylülerle buluşur, tartışır, önemli bir kısmını Müslüman yapar.

Kısacası bütün bu bilgiler, Şeyh Bedreddin'in, Anadolu'da Osmanlı Devletinde simgeleşen ortaçağın feodal baskı, eşitsizlik ve adaletsizliklerine karşı, Karmatilerden Babailere bir çok benzeri olan bir halk, köylü-esanaf ayaklanmasının düşünsel ve örgütsel en yetkin önderi olduğunu ortaya koymaktadır. Gerek Marks'ın övgüyle sözünü ettiği Türk köylüsünün bilgeliği ve haksızlığa karşı direnme gücü, gerekse ona yol gösteren düşüncenin bu toprakların gerçekliğinden, deneyimlerinden çıkmış olması bakımından, Şeyh Bedreddin ve önderlik ettiği ayaklanma, Nazım'ın deyişiyle, bizim ulusal gurur kaynağımızdır. O ruh, Türk emekçisinin gönlünde, damarlarında yaşamaya devam etmektedir.

Dipnotlar

(1) Prof. Dr. Ahmat Yaşar Ocak, “Osmanlı Tarihi'nin İlk Ünlü 'Zındık ve Mülhid'i”, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1986.

(2) Aktaran A. Yaşar Ocak, age, s. 224.