20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cehaletin bilimi, öğrencinin öğretmeni yönetmesi

Mehmet Ulusoy

Mehmet Ulusoy

Eski Yazar

A+ A-

Sözcü gazetesinde çıkan “Öğretmene not sistemi hakarete takıldı” başlıklı haberi okuyunca, kanıksar hale geldiğimiz, alıştığımız bütün benzeri AKP uygulamalarına rağmen, yine de şaşırdım, irkildim. Ama bir açıdan pek de şaşırmadım; çünkü insan aklıyla alay eden her şey bu ülkede yaşanıyor.

Habere göre, MEB’in başlatmak istediği uygulama, öğretmenlerin verimliliğini ve başarısını öğrencilerin ve velilerin vereceği notlarla ölçmeyi amaçlayan “Öğretmen Performans Değerlendirme” adı altında “öğrenci-veli odaklı” bir sistem. Böylesi bir eğitim anlayışından başka türlüsü zaten beklenemezdi. 12 pilot ilde uygulamaya başlanan bu sisteme eğitimcilerden, öğretmenlerden büyük tepkiler gelmeye başlamış bile. Çünkü, tahmin edileceği gibi, bu deneme sürecinde öğretmenler öğrencilerden “Hocam 100 ver ben de 100 vereyim”, “Yıl intikam yılı”, “Kimse not için yanıma gelmesin” gibi tehdit ve şantaj içeren mesajlar almışlardır.(*)

MAFYA VE TARİKAT ODAKLI EĞİTİM

Kuşkusuz bilimi ve onun taşıyıcısı öğretmeni önemsizleştiren, sıradan bir hizmetli durumuna düşüren, aşağılayan bu uygulama, Türk halkına kolay kolay kabul ettirilemez. İktidara belli bir oy da kaybettirecek büyük bir tepki ve muhalefetle kaşılaştığı için geri adım atılacak ve bir süre sonra da büyük olasılıkla yürürlükten kaldırılacak. Siyasial iktidar, bilim ve Cumhuriyet karşıtı bu tür girişimleri, Siyasal İslamcı program ve siyasetlerine uygun olarak, anayasal olup olmamasına bakmaksızın, “çakal taktiği” de denen iki ileri bir geri taktiğiyle gündeme getirmekte. Kamuoyundan büyük tepki gelirse geri adım atıp uygun bir fırsatı kollamak üzere beklemeye almakta, ya da büyük tepki gelmezse sessizce ve sinsice uygulama genişletilmekte ve pekiştirilmektedir.

Bunlar, seçim sandığına odaklanmış, yani ne olursa olsun siyasi iktidarı elde tutmak için seçmene, iktidarın temel gücü mafyalaşmış tarikatlara, şeriatçı yobazlığa verilen günlük, taktiksel zorunlu hizmetlerdir. Ancak daha önemlisi şudur: Bu girişimin arkasında çok daha kapsamlı ve derin Batı merkezli Yeni Ortaçağ programı var. Onun bir uzantısı olarak da AKP’nin Yeni Osmanlıcı program ve stratejisi...

YENİ ORTAÇAĞIN TÜKETİCİ “ERDEM”LERİ

Cehaletin, bilimdışının, hurafenin aydınlanma, bilim ve akla karşı başkaldırısı ve rövanşı anlamına gelen emperyalizmin Yeni ortaçağ sistemi, Batı merkezli büyük bir karşıdevrimdir. “Tüketim Toplumu” ve “Popüler Kültür” adı altında, aptallaştırılmış tüketici “erdem(!)”leri olarak, akıldışılığın, sıradanın, bayağılığın, müritliğin, kullaşmanın, boşkafalı anlamsız gevezeliklerin, kuraltanımazlığın, anarşizmin yüceltildiği bir kültürdür bu tüketim kültürü. Bu ortaçağ dalgası, yükselen Avrasya ile birlikte geri çekilmeye başlasa da ülkemiz ve bölgemiz açısında önemini hâlâ koruyor.

Neoliberal postmodern kültürde ifadesini bulan küresel karşıdevrimin İslam dünyasındaki karşılığı, Müslüman Kardeşler ve AKP’nin temsil ettiğ “ılımlı İslam” ile El Kaide, Taliban ve IŞİD’in program ve eylemlerinde somutlaşan CIA denetimindeki kaos yaratma görevlisi terörist örgütlerdir. Müslüman Kardeşlerin ılımlılığı ayrıca su götürür. AKP kurmayları, açık veya gizli, emperyalizm güdümlü İslamcılık temel programından kesinlikle vazgeçmedikleri gibi, fırsat buldukça gündeme getirmeye devam ediyorlar. Yani, gerçekleşme koşulları olsun veya olmasın, mafya ve tarikat sisteminin ideolojik, siyasal ve kültürel derin karşıdevrimci programı, Atatürk Cumhuriyeti’nin kesin tasfiyesini amaçlayan nihai hedefe bağlılığını sürdürüyor.

AKP, ABD-AB güdümlü Cumhuriyeti yıkma programını uygularken, kuşkusuz, 15 yıllık deneylerden de gözlemlediğimiz gibi, kürselleşme projesinin neoliberal-postmodern söylemlerini, kavramlarını “modernleşme”, “çağdaşlaşma” yalanının kılıfı olarak kullandı. Kemalizmin ulusal devrimci ve çağdaşlaşmacı sistemine “otoriter”, “vesayetçi”, “80 yıllık karanlık dönem”, “iki sarhoş”, “din düşmanı” yalanlarıyla saldırılırken malzemelerin çoğu Batı’nın liberal, çoğulcu, sivil toplumcu ve bilim karşıtı ideolojik deposundan alınmaktaydı. Çünkü irtica, Çağdaş uygarlığın temel koşulu olan bilimin, akılcılığın, bunlara dayanan ve ulusal egemenlikte ifadesini bulan otorite ve hiyerarşinin zorunluluğuna karşıydı.

ÖĞRENCİ MERKEZLİ EĞİTİM”, BİLİMİN VE ÖĞRETMENİN AŞAĞILANMASIDIR

İşte, şeriatçı gericiliğin arkasına saklandığı ve liberalizmin yücelttiği “öğrenci merkezli eğitim” gibi son derece gösterişli, göz boyayıcı “demokratik” kavramlarla asıl hedeflenen, bilimsel bilgi ve ondan kaynaklanan bütün otoritelerin, yapıların, toplumsal, kültürel, düşünsel sistemlerin yıkılmasıdır. Daha açık ifade edersek, bizdeki “öğrenci merkezli” bu uygulamanın amacı ve anlamı, bilimin/bilginin temsilcisi bilim insanı ya da öğretmenin, cehaletin, hurafenin, boş inancın karşısında edilgen, aciz, kapıkulu konumuna düşürülmesidir. Başka deyişle, öğrenci ve velide simgeleşen bilgisizlik, cehalet, saf, samimi “köylü” bilgisizliği değildir aslında. Oraya din örtüsü altında yobazlık, hurafe yerleştirilmektedir. Burada bilginin veriliş tarzı, öğretmenin üslubu, anlatım biçimi, yeterliliği-yetersizliği vb etkenler son derece talidir, önemsizdir.

Ayrıca Batı’dan aşırılan bu “öğrenci merkezli eğitim” kavramı içerik ve uygulama olarak çok farklıdır. En başta, felsefi-pedagojik bir kavramdır bu. Yani, eğitimcilere önerilen, -onların otorite ve yönetimini asla sarsmadan- bilgiyi “banka sistemi” denen dışsal bir müdahaleyle, dayatmayla öğrencinin kafasına yığmak değildir. Aksine, özellikle çocuk ya da genç olarak öğrencinin psikolojisini bilerek, öğrenme arzusunu, merakını yükseltecek yöntemlerle öğrenme sürecine onun katılımını sağlayarak, bilim öğrenmenin zorunlu kıldığı belli disiplin sınırları içinde, uygulanan bir eğitim-öğretim sistemidir. Aşağı yukarı yüz yıllık bir deneyime dayanan ve bir çok gelişkin ülkede yaygın olarak uygulanan bu eğitim anlayışında öğretmen tartışmasız belirleyici, karar verici konumdadir; bilimin ve eğitim-öğretimin gereği olan belli bir otoriteyi temsil eder. Yukarıda vurguladığımız gibi çağdaş hiç bir toplumda öğretmenin dersini nasıl vereceği, işine devam edip etmeyeceği, öğrenci ve velinin notuna/kararına bağlı değildir ve olamaz. Yani, MEB’in getirmek istediğiyle bu pedagojik sistemin uzaktan yakından hiç bir ilgisi yoktur.

ÖĞRENCİ MAFYALARININ EĞEMENLİĞİ

Daha somut konuşursak, öğrenci veya velinin öğretmene not vermesi ne demek? Burada ölçüt ne olabilir? Bilgi mi, erdem mi, tecrübe mi, ahlak mı, eğitim disiplini mi? Eğitilmiş, donanımlı, bilinçli, ahlaklı bir vatandaş olmak mı, yoksa öğrencinin hazırcı, kolaycı, beleşçi, kaba kuvvete ya da paraya dayanarak not satın almak mı? Öğrenci veya veli neye göre not verecek? Bu ölçütlerde öğretmene göre daha geri ve yetersiz olan öğrenci ve (Türkiye ortalamasında çoğunlukla öğretmene göre daha yetersiz) velinin not vermesi, yani karar verici olması doğa yasalarıyla alay etmek değil mi? Bütün bu ölçütlerde öğretmen kesin üstün ve gelişkin olanı temsil ettiğine göre notların ölçütü, bilimin/bilginin, deneyimin tam tersi daha başka şeyler olmalı?

Örneğin, 40 kişilik bir sınıfta en fazla 5 kişinin çalışkan-başarılı, yaklaşık 10 kişinin ortalama düzeyde olduğunu düşünürsek, yarıdan çoğu ortalamanın altında ve başarısızdır. Dolayısıyla öğretmenin kaderini bu kitle tayin edecektir. Bu kitlenin beklenti ve isteklerini dikkate aldığımızda ise öğretmene verilecek notun belirleyici ölçütleri şunlar olabilir: Tembelliği ve beleşçiliği, disiplinsizlik ve kaytarmayı, bencillik ve bireyci tavırları hoşgörmek, ses çıkarmamak, hatta yaygın bir eğilim haline gelen çoğunluk üzerinde zorbalık uygulayan öğrenci çeteleşmelerine göz yummak, bu tür öğrencilerin sırtını sıvazlamak vb vb... Zaten 15 yıldır uygulanan tüketim kültürünün insanları özendirdiği şey, fazla kafa yormadan, sıkıntıya katlanmadan, terlemeden, kolay yoldan para kazanmak değil mi?

Evet, Murat Belgelerin teorisini yapıp önderlik ettiği ve AKP iktidarına armağan ettiği “sivil toplumculuk”un Türkiye gerçekliğinde aldığı biçim ortadadır. Bu, siyasal olarak, tarikat ve cemaatlerin iktidarında somutlaşırken, ideolojik ve kültürel olarak da, özellikle eğitimde bilime ve cumhuriyet ahlakına karşı cehaletin ve şeriatçı yobazlığın “ahlaki” zorbalığı, aydınlanmaya ve bilime karşı meydan okuması biçiminde ortaya çıkıyor.

Bilim ve onnula üretilen bilgi, hayatın, nesnel gerçeklerin yasaları ve bilgisidir. Bunlar kişiye göre değişmez ve tartışmasız doğrulardır; burada, “sivil toplum”, “çoğulculuk”, tabanın demokratik hakları”, hurafeye özgürlük geçmez. Bilim ve onun ilkeleri ve kuralları başlıbaşına bir otoritedir. Ne krallar, padişahlar, ne para babaları, ne siyasi iktidar sahipleri onun üstünde bir otorite kuramaz. Bu, öğretmenin otoritesinin de kaynağıdır. Gerçekliğin, hakikatin bilgisini kim temsil ediyorsa, onun otoritesine, disiplinine uyulur ve ondan öğrenilir. Bilim öğrenmek, “müşteri velinimetimdir” mantığına göre işleyen pazardan mal almaya benzemez. Hz. Ali boşuna dememiş, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum!” diye.

* Sözcü gazetesi, 3 Mart 2018.