20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Çinlilerden korkmayın!

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Geçen hafta (29 Aralık) bu köşede söz ettiğim “İki Gün Bir Gece” filmindeki Sandra karakterinin işsiz kalmasının nedeni, patronunun açıkladığı üzere, Çin’in ürettiği ucuz güneş panellerinin Avrupa piyasasını olumsuz etkilemesiydi. Güneş paneli sektöründe de yerel piyasalar Çin’in ucuz üretimiyle baş edemiyor, şirketler mecburen daralmaya gidiyor, sonunda da Belçikalı işçi Sandra ve kimbilir daha kimler işsizliğe mahkum oluyordu.
“Çin korkusu”nun Batı sinemasına şu ya da bu biçimde yansıdığı ilk örnek değil “İki Gün Bir Gece”. Son da olmayacak.
Ingmar Bergman’ın 1962’de çektiği “Kış Işığı”nı (Nattvardsgaterna) seyrettiğimde de bu korkunun şaşırtıcı bir dışavurumuyla karşılaşmıştım.
Filmi seyredenler bilir; küçük bir İsveç köyünde yaşayan Jonas Persson, iyi bir Hıristiyandır ama yemeden içmeden kesilir, çünkü kafayı resmen, dünyayı ele geçireceklerine inandığı Çinlilerle bozmuştur. Bu korku öyle bir depresyona yol açar ki intiharla sonuçlanır. Çinlilerin nasıl olsa tümüyle işgal edeceği bir dünyada daha fazla zaman kaybetmek istememiştir! “Kış Işığı” bir komedi filmi değildir, hiçbir mizahi yönü de yoktur.
Daha yakınlardan bir örneğe, David Cronenberg’in 2012’de çektiği “Cosmopolis”e bakalım. Bu ilginç, hatta fazlasıyla ilginç filmde, limuziniyle New York’u boydan boya katetmeye çalışan dolar milyarderi Eric Packer’ı tanırız. Ofis olarak da kullandığı limuziniyle kentin öbür ucundaki çocukluk berberine gitmeye çalışan Parker tüm parasını bir anda kaybetmekten korkmaktadır. Haklıdır da, çünkü Çin hükümeti uluslararası borsalara müdahale etmeye, pariteyle oynamaya karar vermiştir.
Amerikalı dolar milyarderinin Çin korkusu, kendi halindeki İsveç köylüsününkinden çok daha gerçekçi elbette. Çünkü Çin’in uluslararası finans piyasasında yaratacağı bir “dalgalanma” gerçekten de pek çok dolar milyarderi için her şeyin sonu anlamına gelebilir.
“BİZ SAVAŞIRKEN…”
Diyelim ki söz ettiklerin nihayetinde birer film… O halde gene bir Batılının anılarından söz edeyim… “Osmanlıların Arasında / Birinci Dünya Savaşı Türkiyesi’nden Günlükler” adlı kitap (Doğan Kitap, 2013) İngiliz ordusundaki iki oğlu Avrupa’da savaşan, kendisi İstanbul’da yaşayan İngiliz hanımefendi Marie Lyster’ın anılarını aktarıyor. Hep cebindeki kuruşların ve kaç günlük kömürü kaldığının hesabını yapan, savaş koşullarında ciddi yoksulluk çeken Mary’nin anılarından, o döneme ait bilmediğim çok şey, örneğin savaş sırasında İstanbul’daki çiçek satışlarının (tıpkı Almanya’da olduğu gibi) hiç azalmadığını öğrendim.
Fakat kitapta bana en dikkat çekici gelen satırlar, Avrupalıların “Sarı tehlike” korkusunu yansıtanlardı. Düşünün ki yıl 1917… Çin dünyanın en fakir ülkelerinden biri. Dört yanı Batılılarca işgal edilmiş, yarı-sömürgeleştirilmiş durumda ama İstanbul’da yaşayan yabancılar, üstelik de birbirleriyle savaş halinde olanlar, İngiliz, Alman ya da Avusturyalı, bu işin sonunda Çinlilerin çok daha büyük tehlike oluşturacağı kanısında. Marie Lyster’ın aktardığına göre, “Biz birbirimizle savaşıp kendimizi yok ederken, Çinliler aradan sıyrılıp hepimizi toptan yok edecek” düşüncesi egemenmiş pek çok Batılı’da. Size de şaşırtıcı, yani saçma gelmiyor mu?
En iyisi biz Çin’i, Zeki Ökten’in sempatik “Çinliler Geliyor” filmiyle; Ali Özgentürk’ün, karısını ve çocuğunu Eskişehir’de bırakıp çalışmak için Çin’e giden ve bir daha haber alınamayan bir adamı da anlatan Ali “Yengeç Oyunu”yla vb. yeni “fırsatlar ülkesi” olarak düşünmeyi sürdürelim. Biliyoruz ki bu Avrupalılar, “korkmayı” çok severler ve bir zamanlar Türklerden de çok korkarlardı!