20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cumhuriyet’i kuranlar

Soner Polat

Soner Polat

Eski Yazar

A+ A-

Kurtuluş Savaşı’nda Ankara’daki bir askeri hastanede sağlık memuru idim. Hastane dediysem öyle ahım şahım bir bina aklınıza gelmesin! O günlerde cephelerden hasta ve yaralılar buraya sevk ediliyordu...

İKİ KİŞİLİK HASTANE

Hastanemiz yüzlerce yaralı ve hasta ile ağzına kadar doluydu. Buna rağmen binada sağlık personeli olarak bir ben, bir de doktor vardı... Nizamiye kapı nöbetçimiz, ünlü kadın kahraman Kara Fatma idi. Elimizde ilaç yoktu ve ameliyat aletleri pek basit ve sınırlı şeylerdi. Tek doktorumuz ise bir operatör bahriye binbaşıydı. Sarı saçlı, yakışıklı, babacan bir deniz subayı! Gündüz çalışmaları yetmediğinden gece de bu kesmeli, biçmeli, dikmeli operasyonlar geç vakitlere kadar devam ederdi. Bu esnada ben de bayılan yaralıların başucunda eter koklatır ve doktora yardım ederdim. Tabii o vakit hemşire filan hak getire! Ayrıca balık istifi yaralı ve hastaların inilti, feryat ve figanları çevreden duyulurdu... Yokluk ve yoksulluk diz boyu... Battaniye, karyola bulmak veya almak olanaklı değil...

MEÇHUL ZİYARETÇİ

Yine kanlı cephe muharebelerinden sonraki gecelerden birindeyiz... Tek operatörümüzle ameliyat odasındayız. İsli petrol lambası tepemizde... Doktorun sarı saçları terli anlına yapışmış. Beyaz gömleği kan ve leke içinde... Ağzında tatlı, özlemli, bir İstanbul türküsü, yaraları kesiyor, biçiyor, temizliyor, sarıyor, dikiyor. Bir yaralı masadan kalkarken yerine başkası yatırılıyor... Tam bu sırada odaya bir kaç gölge ve ayak seslerinin girdiğini hissettim. Ve sertçe bir ses: “Kolay gelsin doktor bey!” dedi. Başlarımızı uzatarak dikkatle baktık: Gelen Gazi Mustafa Kemal’di... Sessizce binadan içeri girmişti, elinde bir kırbaç vardı. Hâl ve hatırımızı sordu ve: “Doktor, hele bir hastaneyi gezelim,” dedi. Hep beraber odaları, koğuşları, koridorları gezdik. Yaralıları, üst üste, balık istifi tahtalar üzerinde görünce, Gazi Mustafa Kemal’in gözleri birden şimşeklendi ve sordu: “Kaç hastanız var? Karyola, battaniye ve yatağınız yok mu?”

İÇKİYİ FAZLA MI KAÇIRDI?

Doktor, “600 hastanın olduğunu, eldeki yüz karyolayı kurduklarını ve ihtiyaca yetmediğini” söyledi. Gazi Mustafa Kemal bir an düşündü, sonra: “Şimdi 500 yatak ve karyola göndereceğim. İki saate kadar bunların hepsi kurulmuş olacak ve yerde yatan tek bir nefer görmeyeceğim!” dedi. Ellerimizi sıkarak yanındakilerle birlikte uzaklaşıp gitti. Uykulu gözlerle saate baktık; gece yarısından üç saat sonraydı. Baştabiple birbirimize bakıştık. O zamanın Ankara’sında ve savaşın en civcivli günlerinde, gece vakti iki saatte değil 500 yüz karyola, 50 tane bile zor bulunurdu... Hatta Doktor; “Bu akşam Gazi bir iki tek fazla atmış galiba!” dedi. Gülüşerek odamıza uykuya çekildik...

RÜYA MI GÖRÜYORUZ?

Neden sonra idi ki kapının vurulmasıyla derin yorgun uykumdan uyandım... Kapıdaki er: “Gazi’nin yatakları geldi, hemen kurulacak!” dedi. Tan yeri neredeyse ağaracak gibi. Henüz aradan iki saat geçmiş... Gazi’nin buyruğuyla 500 yatak ve karyola aynı gece Ankara’nın evlerinden teker teker toplanarak kağnılara yükletilmiş. İşte gelen onlardı... İçlerinde öyleleri vardı ki daha hiç kimse yatmamış. Alta serilmemiş! Kar gibi genç kızların rüyası olan gelinlik çeyizleri idi. Nice sırmalı, nakışlı örtüler, yastık yüzleri, atlas yorganlar, daha katlarından açılmamıştı bile... Hayretler içinde kaldık. Önceki sözlerimizden utandık! Ve sıcak sevinç yaşlarımızı tutamadık. Gözlerimiz boşalıverdi. Bütün ömrüm boyunca inandım ve gördüm ki, her zaman ve her koşulda Atatürk’ün kağnıları onun buyruğunu zamanında yerine ulaştırırdı...”

Yukardakiler Kurtuluş Savaşı’nda sağlık görevlisi olan Zihni Kavukçu’nun anıları!

10 Kasım 1964 günkü Ulus gazetesinde yayımlanır. Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun!

Not: 28 Ekim günü Aachen, 29 Ekim günü Duisburg, 30 Ekim günü Hannover Atatürkçü Düşünce Derneklerinin Cumhuriyet Bayramı etkinliklerine konuşmacı olarak katılacağım.