28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dağlar gibi gençler âlemde perişan oldular

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

Üç yıl önce Boğaz Köprüsü’nden atlayarak intihar eden Metin Kaçan ve hükümlü olarak bulunduğu Metris Cezaevi’nde birkaç gün önce, ilk açıklamalara göre kalp krizi sonucu ölen Alp Buğdaycı... Her ikisi de yaklaşık 21 yıl önce, özellikle kültür-sanat ve medya dünyasında geniş yankı bulup halen tartışmalara konu olan bir tecavüz ve şiddet vakasının baş aktörleri olarak iz bıraktılar toplumsal bellekte.
Öncesinde de izleri vardı elbette. Metin Kaçan, filmlere çekilmiş, müzikalleri yapılmış “Ağır Roman”ın yazarı sıfatıyla büyük şöhret sahibiydi. İlk kez, 1987’de İstanbul’da düzenlenen Gençlik Günleri’nde moderatörlüğünü Murathan Mungan’ın yaptığı panelde konuşmacı olarak aynı masayı paylaşırken tanıdığım spiker-yazar Alp Buğdaycı da tüm küçük dağları yaratmış gibiydi. Sonradan, ortak arkadaşları Güneş K.’ya, 1996’da, Buğdaycı’nın deyimiyle “orta sınıf ahlakını aşan” bir gecede yaşattıkları aşağılama, tecavüz, dayak dolu saatler de bu “şöhretin” sonucuydu zaten.
O gece Güneş K.’nın değil, Kaçan ve Buğdaycı’nın mahvolmalarına yol açtı. Murathan Mungan’ın “Bu ülkede her şey olunur ama rezil olunmaz” iddiası, bir gecede tuzla buz oldu ve üstelik de bu yakından tanıdığı insanlar eliyle gerçekleşti. Ece Ayhan’ın, feleğin çarkından kimbilir kaç kez geçmiş ölümsüz dizesinin bir kez daha somutluk kazanmasıyla, “Dağlar gibi gençler âlemde perişan oldular”.
Şairin deyimiyle “korkutularak karaşın kılınanlar”, en altlardan gelerek, “üniversitenin yüzünü bile görmeden” dönemin entelektüel çevrelerinde belli bir yer edinmişler, egolarını haddinden fazla şişirmişler, “Ne yapsak hakkımızdır”ı uygulamaya koydukları bir yaşamı, tadını çıkara çıkara sürer olmuşlardı. 1980’lerin sonlarından itibaren estirilen o tuhaf ve sakat özgürlük anlayışının, dibine kadar maçolukla harmanlanmış entelektüalizmin, “reel sosyalizmin” prangalarından kurtulmuş “gökkuşağı” demokrasisinin, “Her kadının gönlünde bir faşist yatar!” manyaklığının, Kaçan ve Buğdaycı özelinde duvara toslaması kaçınılmazdı. Herkesin aklı fikri Henry Miller ya da Bukowski gibi yaşamak, “Barfly” olmak, onlar gibi yazmaktaydı. Kaçan ve Buğdaycı ise bunu gerçekleştirdiklerini, öyle yaşadıklarını ve öyle yazdıklarını zannettiler. O zamanlar bilmedikleri şey, “yanlış hayatın doğru yaşanamayacağı”ydı. Sonuç, o zaman da şimdi de çok net görülebildiği üzere herkes açısından trajediydi.
1980’ler 1990’lar bu açıdan ilginçti... Örneğin Gülay Göktürk, serbest cinselliğin özgürce yaşandığı komünler kurmanın peşine düşmüştü... Bedri Baykam, sergi açılışında kadınları çamur içinde güreştiriyordu. Ya da düne kadar Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun danışmanlığını yapan, son yılların hızlı AKP’lisi, başımıza bir anda “ümmetçi” kesilip Erdoğan’ın halifeliğini ilan eden Atılgan Bayar falan, “35 yaşına gelen her erkek mutlaka iki kadınla ve bir hemcinsiyle aynı yatağı paylaşma deneyimini yaşamalıdır... Falanca ülkenin falanca kentinde güneş batarken falanca marka viskiyi yudumlamalıdır...” gibi şeyler zırvalamaktaydı.

SÖYLENECEK NE KALDI...
Bunca yıl sonra, gene ikiye bölündü malum camia... Kaçan’ın intiharında olduğu gibi, Buğdaycı’nın ölümüyle de şu haklıydı bu haksızdı, şu yalan söyledi bunun söyledikleri doğruydu, feminist Pazartesi dergisi mi doğru tavır almıştı, olaya kuşkuyla yaklaşan Express dergisi mi tartışmaları bir kez daha ortalığı kapladı.
Ama bence artık bunların hiçbir önemi yok... Suçlarını hiçbir zaman kabul etmeseler de Metin Kaçan ve Alp Buğdaycı’nın o gece nedeniyle büyük pişmanlık duymuş oldukları bir gerçekti. İkisi de taşıyamadıkları şöhretlerinin, çarpık özgürlük anlayışlarının, kendi çizdikleri kaderlerinin ve bir dönemin kurbanı oldular, orta sınıf ahlakını aşmak isterken perişan hale geldiler.
Bence Murathan Mungan, o olaydan sonra Alp Buğdaycı için yazdığı söylenen şiirde her şeyi yeterince anlatmış ve noktayı koymuştu:
“Bir tek gece vardır / insanın hayatında / ömür boyu sürer nöbeti / bu da öyleydi / iyi ol, sağ ol, uzak ol / ama bir daha görme beni.”