19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Demirin hançere döndüğü andayım Kim bilir kan kusan hangi candayım?..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Beni; bana zoraki bırakan yaşam, zümrüdi bir ormanın karşısında, yalnızlığıma ortak etmişti ya suskunluğumu?..

Ben dünya yıkılmışçasına, yaşam bitmişçesine, zaman tükenmişçesine ve karanlık çökmüşçesine kendi kendime kalmıştım ya?..

Umut ne gökteki yıldızda görünüyordu ne beklediğim sabahların doğan güneşlerinde!..

Ne de eskimiş iplerin pejmürdeliğinde, bana ısrarla “sabır” diyen tespihlerde!..

İşte o an, insan akşam güneşlerinin elvedasında, kızıllığın yürek yakan bir acı gibi koyulaştığı anlarda, nefes verecek bir cana hasret kalır ya?..

İşte tam o anda; sevdanın, yaşamın tek ilacına döndüğü o anda...

Geldin ya bir dilek gibi sessiz sedasız, işte o sabah...

Bana, benden daha vahim yaşamların olduğunu kanıtlayarak geldin ya apansız?..

Cenderesinden fırlamışçasına ve isyan etmişçesine...

Ya da girdabını dağıtmışçasına koşarak geldin!..

Seni de tıpkı benim gibi, zalime mahkûm eden çaresizliklerini geride bırakarak geldin...

Istırap kuyusunda bir garip bulmuşçasına, kırık yüreğini masumiyetine emanet etmişken geldin!..

İnsan bir yalnızlığına bakıyor, bir de adeta omzunu uzatan, toprağın heybetli yoldaşı ormana...

Seviniyor işte o an yüreği kıpır kıpır çocukçasına...

Neye mi seviniyor?.. Ne yok ki içimde, çılgınca parende atan coşkularda yâr?..

İnsan, neyleyim dediği yalnız kadere bile seviniyor işte...

Ve sensizlikten bıkmış, eskimiş çula dönmüş o çileye...

Ve de yokluğunla isyankâr olmuş yüreğin ilk masum gülüşüne seviniyor...

İnsan bulunca karşısında ceylani bir yüreği ve kirliliğin ortasında bir papatya gibi duran beyazı, sormadan edemiyor kendi kendine:

“Ey gönül; kapılarını niçin kapattın ki bu kadar yıl?.. Niçin görmedin ki, bulutlar kadar uzak sandığın ancak her yağmur damlasında seni haber vereni?..”

MERHAMETE İHANET ETME!..

Anla işte yâr; insan, kendisini kaderinin kimsesizliğine iten kıymet bilmezliğe isyan ederek çekildiğinde bir köşeye; “neden uzatmadım ellerimi mutluluğa” diye çok ama çok düşünüyor...

Anla işte, tam da böyle düşündüğüm bir anda geldin yâr... Geldin ama; yokluk ve hasret, çaresizlik ve umut, tükeniş ve başlangıç ikileminde, isyana halen devam ediyorum...

Seni görünce karşımda, ardı ardına dedim ki kendi kendime;

“Yaşamın kötülüklerinin içinde iyiler de varken, tahta kapılarına niçin demirden setler çektin ki o kadar zaman?..”

“Kafese çevirdiğin yaşamında, niçin köle oldun ki seni zorladıkları kimsesizliğe?..”

“Neden gözyaşı döktün, neden loş ampulün altında donmuş bir ekrana bakarcasına, yaşamı hep dünden çaresiz sandın?..”

“Ve yaşamı hep yanlıştan, hep gafletten ve tabii ki hep zavallılıktan ibaret saydın?..”

Anlamazsın yâr; bağırıyor insan, kendini hapsettiği masumiyete...

Sığınıyor işte çaresizce bazen; geçmişin verdiği o zalim eziyete... Ve tam da o yüzden; seni beklerken, umut peşinde bir oraya bir buraya sürünüyor işte!..

Neyse; geldin ya ey yâr, o yeter artık bana?..

Geldin ama... Unutma; beni bana bırakana isyanımı ve seni bana gönderene hasretimi birbirine kırdırarak geldin!..

O yüzden hep anımsatacağım sana... Kırılmamak, ezilmemek ve çaresizliğe bir daha gömülmemek için şimdiden anımsatıyorum sana:

“Unutma ki; merhamete bile ihanet eden yürekte, sevgi de olmaz aşk da...”

BİZİ BİZE YÂR EDEN SATIRLAR!..

O yüzden yâr; bana geldiğinde, geçmişini göm ki bir yalnızlar mezarına, kimse bulamazsın anılarını, taşsız toprak yığınlarında...

Kimse aramasın, “eskide ne vardı ki” diyen defineci ısrarında!..

İşte o yüzden; sevdanla, yüreğinle, canınla geldinse eğer sakın ha; ne vicdanı ne de seni bana getirten merhameti vurma!..

Vurma ki, ben klasik söylemlerin tekerrürcülerinden olmayayım... Demeyim herkes gibi yalnızca, “seni seviyorum...”

Diyebileyim ki ben sana yâr; “Seni seviyorum demiyorum ki... Ben seni, sevdikçe yaşıyorum...”

Evet; gönlümü, hasretine küpe yaptığım yâr...

Sevda şaşkınlığının hayali zincirinde, papatyadan kolye gibi duran yâr...

Özgürlük coşkusunun mavi denizinde, küçük bir yelkenli gibi salınan yâr...

Ne severmiş koca yürekler diye; boğulmak istercesine tenimde upuzun kulaçlar atan yâr!..

Rengârenk uçurtmalar gibi; ufkunun derinliğinde, yüreğimde uçan taptaze yâr!..

Hoş geldin yâr... Bizi bize yâr eden satırları yazan ellere selam çakarcasına geldin yâr...

Ben işte bu yüzden dedim ya; “Hasretimi çivi gibi çakacaksan gel... Adam gibi, sevdanın uzun yollarında duracaksan gel...”

OMZUMA YASLANAN İLHAM!..

Sonunda sevda hasretinle, yıpranmış özlemlerinle, kalplere akan tül perde gibi teninle, narin insanlığınla geldin yâr!..

Bırak ezeli öfkeni, bırak kalbini kıranları, bırak seni anlamayanları ve bırak yaşamı ihanetten ibaret sayan ahmakları...

Benim seni beklediğim gibi; yolların seni kucakladığı gibi geldin yâr...

Sen hiç düşünme artık... Yaşamın her mazlum akışında, hüsrana yenilmiş sözlerin tüm zafer anlarında, mermer duvarlara sığınmışçasına yaslan yâr...

Sevdama yasla başını; tenimi yorgan yaparım, sen rüyalar gör, ben gölgende de yatarım...

Omzunda tut umutlarını, canımı can yaparım; kuşkun olmasın, ihanete karşı siper de kazarım...

Unutma yâr; yüreğimi, baharın ilk kırmızı çiçeğine saklamışken, acaba ilham için birikim mi yapıyordum?..

Bak işte geldin ya; ceylani bakışlarını hayal ederek düşünmüşken, apansız düştü sana armağan o satırlar:

Demirin hançere döndüğü andayım; kim bilir kan kusan hangi candayım?..

İki ucu keskin bıçak sırtında; Sen o yanda, ben bu yandayım!..