25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 25°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Devrimin estetiği ya da siyaset ve kuvvet ilişkisi

Mehmet Ulusoy

Mehmet Ulusoy

Eski Yazar

A+ A-

Şu geçtiğimiz 30 yılda, devrimciler, sosyalistler olarak, beynimize çakılmışcasına öğrendiğimiz en önemli gerçek, siyaset ve kuvvet ilişkisidir. Ne kadar doğru siyasetler savunursan savun, ne kadar haklı olursan ol, bunları bir kuvvete dönüştürmedikçe etkili olmak mümkün olmuyor. Kuvvet deyince, hiç kuşkusuz en başta siyasal, ideolojik ve örgütsel çalışmayla yaratılan kitle ve kamuoyu desteği akla gelir. Biz de kuvveti hep bu anlamda kullanacağız. En somut ifadesi, seçimlerde alınan oydur. Elbette doğru analiz edilmek kaydıyla, özellikle geçmiş 30 yıllık deneyimi de dikkate alırsak, sandığa yansımayan bir çok başka etkeni de oy üzerinden analiz etmek olanaklıdır.

İki olgu bu gerçeği geçtiğimiz 30 yılda bize döne döne öğretti. Birincisi, 12 Eylül'ün seçim yasasına koyduğu yüzde on barajıdır. İdeolojik nitelikteki bu uygulamayla emperyalizm ve işbirlikçi sistem amacına tam olarak ulaşmıştır. Sistem dışı partilere konan bu barajla, Vatan Partisi'nin olsun, diğer sol partilerin olsun sandıkta aldıkları toplam oy, bırakın barajı aşmayı hiç bir zaman anlamlı bir sayıya ulaşamadığı gibi, giderek neden ve sonucun birbirini karşılıklı koşullandırdığı kısır bir döngü yaşanmıştır. Yani, oylar düşük çıktıkça kitlelerin en çok önemsediği bir kuvvet, bir çekim merkezi olgusu, algısı oluşmadığı için, bütün çabalara rağmen bir sonraki seçimde oylar, -artan seçmen sayısına rağmen- daha da düşmüştür.

İkinci olgu ise, iktidar mücadelesinin daha temel ve diğer ayağını oluşturan, parlamento dışı kitle eylemlerinin ulusal-devrimci siyaseti iktidara taşıyacak bir kuvvete dönüştürülememiş olmasıdır. Başka deyişle, her aşamada yeni kuvvetler toplayarak emperyalizme ve mafya-tarikat iktidarına karşı caydırıcı, geri adım attırıcı istikrarlı mevziler kazanılması ve korunmasında da istenilen başarı sağlanamamıştır. Nesnel koşulların varlığına rağmen öznel bir güç ve irade merkezinin zayıflığını gösteren bu büyük boşluk, CHP yönetimini gaspeden Soroscu liberallerin sahte solcu, sahte Cumhuriyetçi siyasetleriyle doldurulmaya çalışılmaktadır. Bu da, özellikle AKP iktidarı döneminde yaşanan büyük kitle hareketleri ve öncü parti örgütlenmesi deneyiminden çıkan, üzerinde çok yönlü ve derin düşünülmesi gereken, çıplak ve acı bir gerçeğimizdir.

Milyonların hayatı değiştirme pratiğine katıldığı Gezi ya da Haziran Ayaklanması, Silivri Direnişleri, büyük Ankara, İstanbul, İzmir Cumhuriyet mitingleri, sanki hiç yaşanmamış gibi unutulmaya terkedilmiş görünüyor. Onların yarattığı büyük enerjiyi, antiemperyalist bilince ve duyarlılığa dayanan caydırıcı, geri adım attırıcı, hizaya getirici, alçaklığın ve ihanetin bütün biçimlerini sergileyici kuvveti görmezden gelebilir miyiz? Atatürkçü Cemhuriyeti yıkmaya çalışırken çakal taktiği izleyen karşıdevrimci mafya-tarikat sistemine, büyük bir Cumhuriyetçi vatansever kuvvetin kararlılığını, gücünü gösteren ve hissettiren, geri adım attıran deneyimini unutmak mümkün mü?

KUVVET, EN ETKİLİ PROPAGANDADIR

Devrimci propaganda ve kitle çalışmasında sadece devrimin temel kuvvetleri olan emekçi sınıfları, ulusal güçleri ve aydınları ikna etmek her zaman yeterli olmuyor. Örneğin günümüzde ABD emperyalizmi ve piyonlarına karşı ara güç konumundaki yalpalayan AKP ve benzeri kuvvetleri, onların sınıfsal karakterinin ve nesnel koşulların izin verdiği belli bir noktaya kadar ikna etmek, Türkiye'nin çıkarlarını daha istikrarlı savunmalarını sağlamak için de ulusal bir ihtiyaç ve zorunluluk olabiliyor. Bunun için iki yol ve yöntem sözkonusu. Birincisi, gerçeğin bilgisine dayanan sözlü anlatım ve propagandadır. Bu aslında fazlasıyla yapılıyor. Ancak, anlatılan ne kadar bilimsel ve gerçekçi olursa olsun, sözkonusu olan vatan savunması da olsa, özellikle Atatürk düşmanı, devrim karşıtı sınıf ve güçlerin salt fikri çabayla istikrarlı bir çizgiye ikna edilmesi zor, hatta imkansızdır. Olgular bunu yeterince kanıtlıyor.

İşte bu noktada ikinci yol belirleyici olmaktadır. O da, devrimci çalışma ve halk hareketi ile caydırıcı, geri adım attırıcı bir kuvvet ya da ağırlık merkezi yaratmaktır. Çünkü, anlamlı bir sayısal güce ulaşmış ulusal devrimci bir kuvvet ve seçenek, haksızlığa, adaletsizliğe, yolsuzluğa ve suça batmış, sahte milliyetçilik ve sahte vatanseverlikle varlığını sürdürmeye çalışan bir siyasi iktidarın korkulu rüyasıdır. Şimdilik ABD güdümlü, sahte, yapay bir Kılıçdaroğlu muhalefetiyle durumu kurtarıyorlar.

Özeyle, kuvvet, en etkili propagandadır. Kuvvet, gerici saldırıları geri püskürtecek ve onları bölecek, medya yalanları ve sandık tuzaklarıyla esir alınan kitleleri onlardan kopartacak en önemli silahtır. Kuvvet, bütün oyunları bozar.

TİP'TEN, 68'DEN VE 70'LERDEN DERSLER

Geçmiş deneyimlerden de çok iyi biliyoruz... 1960'larda bütün sosyalistlerin ve devrimcilerin desteklediği Türkiye İşçi Partisi, (TİP) yüzde yaklaşık 2,5 oy oranı ve 15 milletvekili ile, büyük bir caydırıcı, sözünü dinleten, gerici saldırganlığı dizginleyen anlamlı bir kuvvete sahipti. Sadece bu, başlıbaşına, hatta kendiliğinden en önemli propagande unsuru olduğu gibi, TİP yöneticilerinin açıklamaları, konuşmaları, siyasi etkinlikleri işçi, köylü ve yoksul kitleler tarafından önemseniyor, dikkatle, ilgiyle dinleniyor, izleniyordu.

Evet o TİP, aklı başında kimsenin, gerici-tutucu bile olsa, itiraz edemeyeceği doğru ve güzel bir programa sahipti; ama esas başarısını bu program tamamlayan ve onunla yaratılan, birleştirilen büyük kuvvetten alıyordu. O gün de bugün de değişmemiştir; devrimciler için başarının birincil ölçütü halk kitlelerinin gönlünü kazanmak ve kuvvet toplamaktır. Ve o gün de bugün de devrimci partilerin üye ve sempatizanlarının büyük çoğunluğu öncelikle program ve stratejiye değil, onun somut, güncel, siyasal-toplumsal sorunlardaki tavırlarına karşı duyarlıdırlar. Program ve stratejiyi kavramak ise, bilinç yükselmesine ve öncüleşmeye koşut olarak adım adım gerçekleşir.

Özetle, teori ve program ne kadar güzel ve mükemmel olursa olsun, son tahlilde belirleyici olan, devrimin bir toplumsal kuvvet yaratarak gerçekleştiğidir. Bu yaratılmadığı sürece bütün teori ve programlar tarihsel bir belge olarak kalmaya mahkumdur. İnsanlık tarihi, hayata geçememiş ve başarıya ulaşamamış bir çok güzel ama ölü programlarla doludur. Hatta bu tür nedenlerle bir çok devrimci program, gerici sınıfların “kendilerini yenileme” ve “reformlar”ının malzemesi olma şanssızlığını yaşamıştır.

1970'lerde ise, 60'lardaki, tek bir merkezde birleşmenin ve etkili bir kuvvet ve çekim merkezi olmanın büyüsü bozuldu. Kuşkusuz şu doğru şu yanlı demekten çok bugün açısından çıkarılabilecek dersler önemlidir. 49 parçaya bölünmüş sol örgütlerin peşinden giden ortalama devrimci taraftarlar açısından programın fazla bir önemi yoktu. Solda olsun sağda olsun yaşanan büyük bir bilgi ve bilinç kaosuydu. O nedenle emekçilerin devrimci aydınlara en çok yönelttiği sorulardan biri “Neden birleşmiyorsunuz?” sorusuydu.

Çünkü, emekçiler için siyaset ve devrimcilik teorik-ideolojik ya da programatik bir tartışma sorunu değildi. İşverene karşı grevin ya da direnişin başarıya ulaşmasıyla, sistemin değiştirilmesi, emperyalizme karşı mücadelenin sırrı, denklemi aynıydı: Bütün devrimci, yurtsever güçleri birleştirmek ve anlamlı, etkili bir kuvvet yaratmak. Mücadele, savaş bir siyaset oyunu değil, hayat memat meselesidir; bir kuvvet yaratarak gerçek anlamda iktidara yürüme meselesidir. Bütün güçleri birleştirmenin ve etkili bir kuvvet olmanın sırrı ise, temel stratejik hedefte birleşmek koşuluyla farklı fikir, yorum, üslup, analiz, değerlendirme, söylem vb'lerin, örgütlenme biçimlerinin bir ayrılık konusuna dönüştürülmeme kararlılığı, esnekliği ve sağduyusunda yatmaktadır.

Devrimci bir program ve strateji hedefinden şaşmadan onu gerçekleştirecek kuvvet, bütün bilimsel, estetik, teknik, örgütsel, ekonomik olanak ve yöntemlere titizlikle uyularak yaratılabilir. 1960'lar ve 70'lerin birbirine karşıt iki eğilimi ile, bu dönemlerde solun sanat ve edebiyata verdiği önem arasında da bir koşutluk vardır. 1960'larda TİP'le gerçekleşen ve 68 devrimci dalgasıyla dorağa çıkan birliğin ve kitlesel bir kuvvetin oluşmasında, sanat ve edebiyata verilen önemin, snatçı ve edebiyatçıların büyük çoğunluğunun TİP üyesi olması ve 68 Hareketinde yer almasının tayin edici rolü vardır. 70'lerde ise sanat ve edebiyat, büyük ölçüde siyasetin bir eklentisi, sloganlaşmış bir onaylayıcısına dönüştü, karikatürleşti. Dolayısıyla var olan nitelikli sanat da sol örgütlerden uzaklaştı ve devrimin nitelikli tamamlayıcısı, devrimci ruhu yükselten ve birleştiren rolünü oynayamadı.

Burada, teori ile pratik, evrensel olan ile özgül-ulusal olan, içerik ile biçim arasındaki bütünleştirici dinamik bağa dikkat çekmek gerekiyor. Nihayet, ideolojik-siyasi amaç ile onu gerçekleştirecek -içeriğin bir biçimi olarak ya da enerjinin dışa yansıması olarak- kuvvet arasında estetik ve sanatsal bir ilişki olduğunu görürüz. Bazılarının sandığı gibi estetik ya da güzel olan, salt bir biçimsel dış görünüş, dış güzellik olayı değildir. Aksine içeriğin ve anlamın esas taşıyıcısı iç güzelliktir. Dış güzellik ise; içerik ve biçim arasındaki çatışmanın, gerilimin yarattığı büyük enerjiyle, toplumun özgürleşmesi ve gelişmesi doğrultusunda ulaşılan sentezin, uyumun bir yansımasıdır, dışavurumudur.

Devrimci siyaset ise, görünenin tamamen yanıltıcı, sahte, yalan olduğunu bilmekten, yani anlamdan koparılmış ve çarpıtılmış, yozlaştırılmış salt biçimsel dış güzelliğin medyatik tuzaklarına direnmekten geçmektedir. Devrimciler açısından dış güzelliğin, yani örneğin bir partinin siyasal görümünü ya da kamuya yansıyan vitrininin onun düşünsel-örgütsel iç dinamiğini doğru yansıttığı, yani iç güzelliği ile uyum içinde olduğu ölçüde bir anlamı, cazibesi ve etkileme gücü vardır. Dolayısıyla Türkiye gerçekliğinde devrimci siyasetin özünü; dipteki derin ulusal ve toplumsal çatışmayı çözmenin ve aşmanın, böylece kitlelerin bilincindeki yanılgıları ve sahtelikleri tersine çevirmenin ve gerçeğin bilincini egemen kılmanın propaganda, eğitim, ögütlenme, taktik, yönetim biçim ve yöntemleri oluşturur.

GÜNÜMÜZÜN OLGULARI VE KUVVET YARATMANIN SIRLARI

Kapitalist-emperyalist sistemin denetiminde, kitlelerin algısını şekillendiren, yöneten ve bilinçlerini çarpıtan ve gaspeden yeni iletişim araçları ile karşıkarşıyayız. Yığınlar halinde kentleşmenin ve medya kültürünün şekillendirdiği, eski saflaşma ve siyasal, kültürel biçimlerden farklı yeni duyarlılık, yaşam tarzı, öncelikler ve kimlik biçimleri geliştiren yeni bir kültürel tablo sözkonusu. Bu tabloda, kimlik ve kişilik parçalanması yaşayan, aptallaşmış ve şaşkına dönmüş geniş kitleler için en büyük gerçek, sanırım onları doğru anlamak, duyarlılıklarına ve alt-kimliksel değerlerine belli bir bağlamda saygı göstermektir.

İnsan ruhunu her yönüyle kuşatan, etkileyen ve hatta belirleyen içinde yaşadığımız medye çağında, çağdaş bireyin toplumsal, psikolojik (ruhsal) dünyasını bilmek, siyaset dahil ne yaparsak yapalım bunu temel bir gösterge olarak kabul etmek, artık atlanamaz, ertelenemez bir zorunluluktur. Yeni ve etkili siyasal propaganda biçim ve söylemlerini, taktiklerini bu verilere göre belirlemek gerekmektedir.

Bir yanı kirlenmiş diğer yanı hâlâ doğal, saf ve temiz kalmış kitlelerin parçalanmış ruhsal dünyasıyla, diğer deyişle gönül dünyasıyla bütünleşmek anahtar niteliğindedir. Ancak bunu başarabilmek, günün olağanüstü değişken, kaypak siyasal-kültürel dünyasında oldukça çetrefillidir. Bedeli, sabırdır, halka güven ve kararlılıktır, stratejik iyimserliktir; günlük, konjonktürel siyaset manevralarının tuzağına düşmeden kitlelerin güvenini koruyabilmektir. Birçok sahte yenilikle dolu bu olağanüstü kaygan siyeset zemininde devrimci partilerin ve önderlerinin güvenilirliklerini koruyabilmeleri hayati önemdedir. Bu; teori ile pratik, propaganda ile niteliksel-niceliksel kuvvet arasındaki dinamik estetiksel oranın korunmasıyla, yani siyasetin bir sanatsal ustalık olarak kavranması ve uygulanmasıyla mümkündür.

21. yüzyılın şu ilk çeyreğinde Avrupa merkezli bir çağdan Asya merkezli bir çağa geçişin yarattığı köklü değişiklikleri yaşıyoruz. Bu yeni çağın getirdiği yeni bir siyasal-kültürel strateji ve ona bağlı yeni bir düşünce tarzı, yeni kavramlar ve yeni bir söylem ve dil sözkonusudur. Dünyanın geleceğini, iyimserliğin kaynaklarını düşünürken yönümüzü Batı'ya değil, Doğu'ya çevirmektir bu.

Sözkonusu köklü değişiklikleri, iletişim araçlarındaki büyük yeniliklerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Artık bilgisayar, tv ve cep telefonları, bütün iletişim, propaganda ve örgütlenme biçimlerinin olağanüstü hızlı ve yaygın gerçekleştiği araçlardır. Öte yandan, Batı tekniği, Batı çıkarları ve mantığıyla geliştirilen iletişim araşlarını Batı'ya, emperyalizma karşı en etkili bir biçimde kullanabilmektir artık önemli olan.

Yeni iletişim araçları, bireylerde, gerçek bilgiye kolaylıkla ulaşılabileceği şeklinde bir kanı yarattığı gibi, herhangi bir örgütsel-hiyerarşik yapıya katılmaksızın her türlü toplumsal muhalefetin ve kitle hareketinin yaratılabileceği sistemin değiştirilebileceği gibi büyük yanılgılara da yol açabilmektedir. Bu olgu, propaganda ve örgütlenme tarzı, biçimleri, yöntemlerinde değişiklikler açısından önemli uyarılar içermektedir.