Bakmayın insanat bahçeleri tanımına, bildiğiniz hayvanat bahçelerinin benzerleri inşa edilerek içine farklı tenlerden ve fiziki görünümlerden insanlar konulmuş ve “Beyazların” hizmetine sunulmuştur. Afrika’dan, Asya’dan, Avusturalya’dan zorla koparılıp getirilen insanların çoğu kapatıldıkları alanlarda ölene kadar kalmışlardır.
ABD ve Avrupa’da hayvanat bahçelerinin yanı sıra 1889-1958 yılları arasında “İnsanat Bahçeleri” kurulmuştur. Tıpkı hayvanat bahçeleri gibi onbinlerce kadın, erkek, çocuk bu bahçelerde seyre çıkarılmıştır.
Irkçılığın bu özgün biçimine Batılı sözde bilim elemanları da “çok bilimsel” açıklamalar getirmekten geri durmamışlardır.“Hayvanlar tropik, bu canlılarda tropik öyleyse haydi kafese koyalım” zihniyetiyle sayısız insan yerinden, yurdundan koparılmış ve batılıların hayvan kafeslerinde hayatlarının sonuna kadar mahpus kalmışlardır.
İnsanat Bahçeleri, Fransa, Belçika, Hollanda, İspanya, Macaristan, İsveç, İtalya ve ABD’de kurulmuştur. İnsanat Bahçelerinin ilki Fransa’da 1889 yılında açıldı. Bu bahçelere, Afrika’nın farklı ülkelerinde yaşayan yerliler, Madagaskar, Çin Hindi, Sudan, Kongo, Tunus ve Fas gibi ülkelerden getirilen insanlar hayvanlar gibi tel örgülerle çevrili yerlerde sergileniyordu.
Milyonlarca batılı bu insanları sanki hayvanmış gibi görmeye gidiyordu. 1889’daki Dünya Fuarı günlerinde insanat bahçelerini 18 milyon kişi ziyaret etti. Burada 400 Aborigin ve Afrikalı yarı çıplak şekilde kafeslere kapatılıp büyük kalabalıkların önüne çıkarıldılar. Değişik gösteriler eşliğinde insanat bahçesi’nde ki insanlar hayvani hareketler yapmaya zorlanıyordu. Ziyaretçilerin ilgisini artırmak için de uyduruk konuşmalarla siyah tenliler aşağılanıyor, insan olmadıkları söyleniyor ve zavallılar olarak gösteriliyordu.
Paris İnsanat Bahçesini 1931 yılında 34 milyon kişi ziyaret ediyordu. Bu katılımcıların önemli bir kısmı 7/8 milyonu başka ülkelerden gelmişti. Eyfel Kulesi alanındaki insanat bahçesinin tanıtımında “Fransa’nın medeniyet misyonunu gerçekleştirirken nelerle meşgul olduğunu keşfedin” diye yazıyordu. Şu medeniyet misyonunun ne menem bir şey olduğunu bizler çok iyi biliyoruz! Köleciliği farklı biçimlerde uygulayan batılıların o zihniyetinin değişmediğini tüm dünya yaşayarak öğrendi.
1958 yılında Belçika’nın Başkenti Brüksel’de ki İnsanat bahçesini ziyaret edenlerin sayısı 41 milyonu buluyordu. Birtakım insanlar, insanat bahçesini keyfiyetleri için izlemeye gidiyordu ve bundan hiçbir rahatsızlık duymuyordu.
İnsanat bahçelerinde sergilenenler, görmeye gelenlere “vahşi insanlar, ilkeller, insana benziyorlar, insanoğluna en yakın varlık galiba” diye tanıtılıyordu. Kendilerini tüm hatalarına rağmen insan olarak değerlendireceğimiz kimi “bilim adamlarına” göre, “bunlar nadir görülen hayvanlarmış”!
İnsanat Bahçelerinin sahipleri tanıtım için hiçbir masraftan kaçınmamış. Basılan afişler ibretliktir. Kapitalist mantıkla hareket eden hayvanat bahçelerinin sahipleri, ilgi çekmek için hayvan motifleriyle koyu tenli insanları birlikte ve benzer şekilde resmetmişlerdir. Fiziki görünümlerini hayvanlarla beraber resmedenler, ırkçılığın da nadir görülen örneklerini vermişlerdir. Avrupa’da ve ABD’de ırkçılığın süreklilik kazanmasının altyapısının ne kadar sağlam olduğuna bir kez daha şahit olduk!
İnsanat Bahçelerini ziyarete gelenlere de ciddi uyarı levhaları konulmuş! Örneğin, “Lütfen yiyecek vermeyin daha önce beslendiler” gibi. Bu sözler sizlere bir şeyleri hatırlatıyordur herhalde! İnsan beslemek ve insanı insan yerine koymamak ne kadar acı bir gerçeklik!
Paris, Hamburg, Stuttgart, Münih, Bronx, St Louis, Antwerp, Barselona, Londra, Milan, Varşova, Basel ve New York kentlerinde kurulan insanat bahçelerinin sahipleri milyoner oldular. İnsan ticaretiyle uğraşan insan tacirleri günümüzde de bunu farklı yollarla devam ettiriyorlar.
Erdal Boyoğlu’nun Merhaba Gazetesi’nde ki yazısında belirttiği gibi, “İnsanat Bahçelerinde intihar edenler olduğu gibi, teşhir edilirken ölenlerde vardı. Öyle bir vahşi uygulama vardı ki ölenler de sergileniyordu.”
Aynı dönemlerde bazı ırkçı bilim adamlarının görüşleri de aktarılıyordu: “Haftalardır bunların üzerinde çalışıyoruz, bunların aklı aşırı derecede geri. Fevkalade saldırganlar ve hiçbir hisleri yok. İnsana en yakın vahşi örneği denebilir.” Demeçleri veriyorlardı.
1900’lerin başlarında Bronx hayvanat bahçesi Ota Benga adında ki Kongo’lu bir erkeği sergiliyordu. “Benga diğer hayvanlarla kafese atılmıştı ve maymunları taşımaya ve orangutanlarla güreşmeye zorlanıyordu.” Benga tek örnek değildi. Bu ve benzeri çirkin olaylar diğer insanat bahçelerinde de uygulanmıştır.
Dünyanın farklı bölgelerinden esir edilerek getirilen Afrikalılar, Kızılderililer, Aborjinler hayvan muamelesine tabi tutularak Avrupalılar ile ABD’lilerin serine sunuluyordu.
İşte bunlardan biri de yerel dilde “dost” anlamına gelen Benga’ydı. O Kongo’da yaşayan bir yerliydi. Ava çıktığı bir gün köyüne döndüğünde karısının iki çocuğunun yanı sıra köylülerinin büyük bölümünün öldürüldüğünü gördü. Bu vahşeti yapan örgütün elinde bir liste vardı ve bu listede istenenler şunlardı: “ 1adet pigme şefi, şefin eşi, 1 yetişkin erkek, 1 yetişkin kadın, 1 evlenmemiş genç kadın, 2 çocuk, 1 kadın rahip, 1 erkek rahip (veya tıp doktoru) mümkünse yaşlı.”Bu listedekilerin hepsinin Mbuti kabilesine bağlı pigmelerden olması isteniyordu. Bu liste içinde yetişkin erkek olarak Ota Benga seçilmişti. Pigmeler popilasyonlarının boy ortalaması 1.50 cm’nin altında olanlardı. Benga ile beraber listedekiler Amerikalılara satılmıştı.
1904 yılında götürüldükleri Amerika’da insanat bahçesine konulan Ota Benga sivri dişleriyle ilgi görüyordu. Afrika’nınsaf yamyamlarından biri olarak tanıtılan Ota Benga’yı görmek isteyenler 25 cent ve dişlerini görmeleri içinde ayrıca 5 cent para ödemeleri gerekiyordu.
Ota Benga’nın konulduğu kafese asılan tabelaya hayvanı tanıtır gibi şunlar yazılıydı:
Afrika Pigmesi, “Ota Benga”
Yaş: 23
Boy: 1.49 metre
Ağırlık: 46 kg
Kasai Nehri, Kongo Özgür Devleti, Güney Orta Afrika’dan
Dr. Samuel P. Werner tarafından getirildi.
Eylül boyunca her öğleden sonra sergilenecektir
İşgal ve sömürünün örtüsü
Gaia Dergi’de bu konu üzerine yayınlanan yazıda, “Avrupa’daki insanat bahçeleri, beyazların siyahlara ahlaki açıdan üstün olduklarını hissettiği yerlerdi. Böylece beyazlar diğer ülkelere yaptıkları işgal ve sömürüyü, kendilerinin medeni ve diğerlerinin gelişmemiş olduklarını iddia ederek meşrulaştırabiliyorlardı. Böylece beyazlardan oluşan toplumların zengin ve elit kesimleri, daha aşağıdaki sosyal sınıfların Pigmeleri, Bushmanleri, Zuluları ya da Kongoluları bu tarz yerlerde izleyip bir çeşit müphem ahlaki üstünlük hissetmelerine sebebiyet vermiş oluyordu.”Tespitini çok haklı ve doğru olarak yapıyordu.
Sonuç
Türkiye’de koca koca adamlar ortaya çıkıp batıyı övdüklerinde acı bir gülümseme kapsıyor yüzümüzü. Acaba bunlar Avrupa’da yaşadılar mı? Ya da daha doğrusu nasıl yaşadılar? Hakikaten hangi Avrupa’dan bahsediyorlar bunlar?
Batıyı, dünya insanlığına örnek göstermeden önce, onların dünyaya verdiği zararları bilince çıkararak değerlendirme yapılmalıdır.
ABD çürümüştür, Avrupa çürümüştür, Japonya çürümüştür ve tüm dünyaya çürümüşlüğü dayatıyorlar. Kendi halkını sindiren, uysallaştıran ve yanı başında ki insanları düşman belletenlerden olumlu bir şey beklemek hayaldir!