25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ekonomide yolun sonundayız

Mehmet Bedri Gültekin

Mehmet Bedri Gültekin

Eski Yazar

A+ A-

30 Mart seçim sonuçları AKP’ye zafer şarkıları söyletiyor. Oysa sadece ekonominin içinde bulunduğu duruma bakmak bile, iktidar partisinin karanlıkta ıslık çaldığını göstermeye yeter. 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz, işbaşındaki iktidarın sonunu getirdi. İktidar partileri olan DSP, MHP ve ANAP; yaşanan ekonomik krizin sorumluları olarak görüldükleri için, 2002 yılında yapılan seçimde halk tarafından “cezalandırıldılar” ve Meclis dışında kaldılar.

2001 yılının ve günümüzün verilerini karşılaştırdığımızda gördüğümüz ilk sonuç şudur:

2013 sonu itibariyle bütün ekonomik göstergeler 2001 yılı ile kıyaslanmayacak ölçüde kötüdür. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde daha önce karşılaşmadığı ağır bir krize doğru sürüklenmektedir.

Saatli bomba

Türkiye, bir saatli bomba üzerinde oturmaktadır. Dış borç üç mislinden fazla artmıştır. İç ve dış borcun toplamı ise 700 milyar doların üzerine çıkmıştır.

Ama borcun büyüklüğünden daha önemli olan, dış borç içinde kısa vadeli borçların oranındaki artıştır (%15? %35). Kısa vadeli borç, ülkenin ekonomik sorununu çözmek bir yana elini kolunu bağlar ve iflasa giden yolda ilerleyişi hızlandırır.

Tüketim ekonomisi

Özel kesim dış borcu ise, arkada kalan dönemde dünyadaki parasal genişlemeden yararlanan hükümetin kasıtlı olarak izlediği “ucuz döviz” politikasının sonucu olarak 10 misli artmış, 27 milyar dolardan 260 milyar dolara çıkmıştır. Borcun özel kesime ait olması kimseyi yanıltmasın. Bütün borçlar hazine garantisi altındadır ve sonuç olarak Türkiye’nin borcudur. İhracatın ithalatı karşılama oranına ilişkin rakamlar, tehlikeyi bir başka açıdan haber vermektedir (%75.6 ? %60).

Özelleştirme politikaları uygulanarak daha önce kamu aracılığı ile gerçekleştirilen büyük çaplı üretim tasfiye edildi. Daha önemlisi sanayi ve tarımda, kamu eliyle yapılan yatırımlar durduğu için ekonominin bütününde toplam üretim, yıllar içinde azalan bir seyir izlemiştir.

Tarımda destekleme alımlarına son verilmiş, dünya üretiminde ilk sıralarda bulunduğumuz ürün dallarında (fındık, şeker pancarı, patates, tütün vb) kota uygulaması ile üretim baltalanmış doğrudan gelir desteği ile üretici, üretimden uzaklaştırılmıştır. Sonuç, Türkiye’nin kendi kaynaklarına dayanarak ürününü satan bir ülke olmaktan çıkması, ithal ara malları kullanımına dayanan bir üretim ve ihracat yapısına yönelmesi olmuştur. Bu çarkın dönmesi ucuz dövize bağlıdır ve onun da bir sonu vardır.

Büyük bir hızla yapılan borçlanmanın yanı sıra, bütçe gelirleri açısından hükümetin başvurduğu ikinci kaynak, Cumhuriyet dönemi boyunca oluşturulan bütün Kamu İktisadi Teşebbüslerinin özelleştirme ile elden çıkarılmasıdır. Artık satacak bir şey kalmadı. Böylece iktidar, ekonomiyi yönetmede çok önemli bir aracı elden çıkarmış oldu.

İç tasarrufun ülke hasılasına oranının yüzde 18.3’ten yüzde 13’e düşmesi ve hane halkının gelirine oranla borç yükümlülüğünün yüzde 55.2’ye çıkması; Türkiye ekonomisinin kendi kaynaklarına dayanarak yatırım yapabilme olanaklarını kaybettiğini gösterir. Türkiye bırakalım tasarruf yapmayı, gelecekteki gelirlerini bugünden rehin veren bir ülke haline gelmiştir.

Yolun sonu

AKP ekonomisi, bırakalım Türkiye tarihini, dünyada örneği az görülen bir yağma ve talan ekonomisidir. Son ayların gelişmeleri, bu gerçeği olanca çıplaklığıyla gözler önüne serdi.

Hiçbir ülke böyle bir tablo içinde yoluna devam edemez. Türkiye gibi köklü bir devlet geleneği olan toplumlarda ise hiç mümkün değildir.

AKP, her şeyi bir yana bırakalım sadece bu ekonomik veriler ve açığa çıkan hırsızlıklardan dolayı yolun sonuna gelmiştir.

Sistem içinde çıkış yok

Sistem partilerinin bu çıkmazdan Türkiye’yi kurtarabilecek bir politikaları yoktur. CHP ve MHP serbest piyasa ekonomisini savunuyorlar. 2008 yılından beri, bir türlü kurtulamadığı bir krizin pençesinde kıvranan kapitalist dünya sistemine daha fazla bağlanmak dışında bir çözümleri bulunmuyor. Onlar da özelleştirmecidir. Halkçı devletçi ekonomiye karşıdırlar. Ekonomide kamu varlığını yok etmede ittifak halinde oldular.

Hep birlikte tarımın desteklenmesi ve milli sanayicinin korunması politikasının karşısındadırlar. İthal ikâmeci yaklaşımlara düşmandırlar.

Hiçbirisi, hortumlanan kamu kaynaklarını ülke ekonomisine kazandırmak gibi bir politikaya sahip değildir.

Türkiye’nin AB kapısına bağlı kalmasında ısrar etmede birleşmektedirler. CHP ve MHP’nin gelişen dünya ile eşitlik ve karşılıklı yarar temelinde birleşmek gibi bir perspektifleri yoktur. Krize karşı alınacak ilk tedbir Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkilerinin düzeltmektir. “Katil Esad” nakaratını tekrarlamada birbirleriyle yarışan partilerin böyle bir şansları bulunmuyor.

Bütün bunlar ancak milli devrimci bir iktidar tarafından uygulanabilir. Türkiye ekonomisinin geldiği nokta, köklü bir devrim ihtiyacını önümüze koymuş bulunuyor.