16 Nisan 2024 Salı
İstanbul 26°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Ekonomizm yetmez’ demedik mi?

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye’nin temel sorunu, bağımsız ve özgür bir ülkenin, haysiyetli ve köklü bir milletin, hayatın hemen her alanında kimliğini yitirerek ve giderek ‘Amerikancılaşmasıdır’ bana göre. 

Amerika, Soğuk Savaş’ta, Kore’de, NATO’da ‘müttefiki’ olan Türkiye’yi kelimenin tam anlamıyla parmağında oynatıyor maalesef. Yanlış anlaşılmak istemem. Ben ideolojik ve kategorik olarak, körü körüne Amerikan halkına düşmanlık ya da karşıtlık yapan bir anlayışta değilim. Ama ülkemin bağımsızlığını, ulusal çıkarlarını ve cumhuriyetimizin bekasını her şeyden üstün ve önce gören bir siyaset ve devlet adamıyım. ABD ile Türkiye’nin -diğer tüm ülkelerle olduğu ve olması gerektiği gibi- karşılıklı mütekabiliyet ilişkisi çerçevesinde, birbirinin bağımsızlığına, içişlerine ve rejimine karışmadan, iyi dostluk, ticaret, siyaset vb. bağlarını sürdürmesinden yanayım. Burada sorun, ABD’nin kendi çıkar ve planları doğrultusunda, yine kendisinin savunduğunu iddia ettiği evrensel-demokratik-laik ilke ve değerleri yok sayarak, Türkiye’yi dizayn etme, laik rejimini ve ulusal bütünlüğünü tehlikeye atma, Kıbrıs’ta ver-kurtul ve Güneydoğu’da böl-kurtul dayatmalarını yapma ve nihayetinde kukla bir Kürdistan’ın önünü açmak amacıyla bunca yıllık müttefikine karşı alenen açık ve/veya örtülü operasyonlar yürütmesidir.  

Bu nedenle ‘ılımlı İslam’ saçmalığı ile dini siyasallaştıran iktidara yıllarca destek veren, vahşi-bölücü terör örgütü ve onun maşası partiyi himaye eden, cemaat görünümlü F tipi çete eliyle ajanlık faaliyetleri yaptıran bir müttefiklik anlayışının sorgulanması gerektiğinden bahsediyorum. Türkiye’de; Tesev, Açık Toplum Enstitüsü, Genç Siviller gibi sözde sivil toplum kuruluşlarıyla, merkez medya içinden yürüttüğü propaganda faaliyetleriyle, açık ve örtülü etki ajanlığı yürüten binlerce elemanı ile siyasi partilerden medyaya, sivil toplum örgütlerinden üniversitelere kadar, yıllardır oluşturduğu ‘örümcek ağı’ örgütlenmesini, son yıllarda sosyal medyayı da dahil ederek geliştirmiş ve pekiştirmiş bir ‘müttefikimizden’ bahsediyorum. 

Şimdi Türkiye’nin milli birliğine, ulus devletine, üniter yapısına, güzel dilimiz Türkçemize ve bizi millet yapan tüm değerlerimize karşı, eşi benzeri görülmemiş bir psikolojik harekât yürütülüyor. Türkiye çift kimlikli, çift uluslu bir etnik cehenneme dö-nüştürülmek isteniyor. Tıpkı Yugoslavya gibi. Etnik köken, mezhep, bölge, dil ve benzeri her türlü farklılık, toplumu ayrıştırmak ve mikro milliyetçilik için kaşınıyor, istismar ediliyor. Bu şartlar altında, ülkenin vatansever, millici, demokrat insanlarının bir kısmı hala Soğuk Savaş’ın sağ-sol kamplaşmasıyla ve gözlüğüyle olaylara bakmaya çalışıyor. Olayın Türkiye ve Türk milleti için, bir var olma ve birliğini koruma mücadelesi olduğunun farkında olanlar ise ‘milli-gayri milli’ saflaşmasında yer tutarak, geçmişin sağ-sol ya da particilik vb. ayrılıklarını geride bırakarak ortak bir demokratik Kuvayı Milliye anlayışında bir araya gelmeye çalışıyorlar. Hem iktidarın hem de ana muhalefetin oy ve vekil kaybettiği son seçimlerde de aynı senaryo yürürlükteydi maalesef. Ana muhalefet CHP’ye sadece ve esas olarak -ekonomi- ile ilgili vaat ve söylemlerde bulunması, Cumhuriyet’in kurucu değerlerine ve ideolojisine sahip çıkmaması için bu çevreler müthiş bir psikolojik kampanya yürüttüler. Yolsuzluk, yoksulluk ve işsizlik ile boğuşan Türk milleti için, ikramiye ve mali yardım vaatlerinin bol keseden verilmesinin yeterli olacağını söylediler.  

Hâlbuki millet, varlığına, birliğine, diline, tarihine ve bekasına yönelik açık ve aleni saldırıya karşı Cumhuriyetçi-millici-yurtsever bir cephe, mevzi ve barikat arayışındaydı. 

‘Ekonomizmin yetmeyeceğini’, gökteki yıldızları vaat etmenin bu koşullarda yeterli olmayacağını yazdık-söyledik. Ama KKTC’yi AB toprağı yaparak, Türkiye’yi garantörlükten uzaklaştırmak isteyenlere, çözüm süreci adı altında ülkeyi açık biçimde bölünme ve çözülmenin eşiğine sürükleyenlere, insanların telefonlarını dinleyip, özel yaşamlarını röntgenleyip, sınav sorularını çalıp, yargı ve emniyette yuvalanarak, milli ordumuz ve milli aydınlarımıza alçakça pusular ve kumpaslar kuranlara karşı, milli duruş ve ulusal çıkarlardan yana bir ses, bir dirayet, bir tavra ihtiyacı vardı Türkiye’nin.  

‘Oylar bölünmesin’ nakaratı ve yalanı ile parlamento dışındaki partilere- örneğin Vatan Partisi’ne- oyların yönelmesi de engellenince, sadece ‘ekonomizm’ vaat eden ana muhalefet hem oy kaybedip hem vekil sayısını azalttı ve ortaya açıkça istikrarsız ve belirsiz bir tablo çıktı. 

Tabii bizim Milli Anayasa Forumlarıyla birlikte oluşan o coşkulu, kitlesel, demokratik Kuvayı Milliye Hareketini, sağ-sol demeden, geniş bir paydada, bir çatı partisinde bir araya getiremememizin de bu sonuçta önemli bir payı var. Bu konuyu daha sonra tartışacağız. Ama bu yazının son sözü; ‘ekonomizm’ yetmedi, yetmeyecek de...