24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Faizi indiremezse '1 milyonluk balonu' patlatır!

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

A+ A-

50'li yıllardan itibaren köyden kente göç ve hızlı nüfus artışının sonunda ortaya çıkan çarpık kentleşme bugün bambaşka bir yöne evriliyor.

İktidar, kentsel dönüşüm adı altında, geleneksel olarak en gelişmiş sektörlerden olan inşaat sektörüne çok büyük ölçüde bel bağlamış durumda.

Alt yapı ve bina-konut inşaatları ekonomik büyümenin dinamiği olarak görülüyor.

Bu yaklaşım bir yere kadar kabul görebilir. Ama büyümenin esas motoru olması gereken toplam ihracatımızın içinde ileri teknoloji olan ürünlerin oranı %5'in altında.

Katma değer yaratabilen, istihdama katkı sağlayabilen, bilgi ve yüksek teknolojiye dayalı ihracat kapasitemiz çok düşük. Sanayi ve diğer sektörlerde de durum benzer.

Öte yandan bir yandan ithal ürünleri pazarlayacak, tüketim mabedi olan AVM inşaatlarına yol verilirken, burada satılan yabancı ve lüks ürünleri tüketebilmek için, insanlarımız, kredi kartı ve tüketici kredileriyle hızlı ve ağır biçimde borçlanmaya yöneltildi.

Geçen yıl 333 olan AVM sayısının, bu yılsonunda 370'i aşması bekleniyor.

Diğer yandan 1 milyonun üzerinde konut stoğunun oluştuğu açıklandı. TÜİK'in açıkladığı rakamlara göre, konut kredileriyle (ipotekli) yapılan konut satışlarının toplam satışlar içindeki payı 2012 yılında %42 iken, bu oranın 2013 yılında %33'e düştüğü görülüyor.

Konut satışlarında önemli bir durgunluk yaşanmaya başlandı. Arz fazlasını eritmek için, gazete ve TV'lerde bugüne kadar görülmemiş yoğunlukta reklam kampanyaları yürütülüyor.

Enflasyon rakamlarının çok üzerinde artan -özellikle İstanbul'da- konut fiyatları tam bir "balona" dönüşmüş vaziyette.

Yüz binlerce orta-üst gelir grubuna hitap eden konut stoğu birikmiş durumda. Stokta da, fiyatta da bu artışlar "balon" oluşturmuş durumda.

T. Erdoğan'ın, paniği de burada. "Faiz sebeptir" diyerek yaptığı, esasında ekonomide tam tersi olan teorik gerçekleri ters yüz eden çıkışlarının sebebi de bu.

Piyasalarda hem enflasyon, hem de daha önce yazdığım gibi enflasyon içinde durgunluk hakim olmaya başladı. Büyümenin %3'lere gerilemeye yönelik göstergeleri, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde T. Erdoğan'ın endişelerini artırıyor doğal olarak.

Ona kalsa "faizi talimatla düşürüp, kent rantıyla beslenen yandaş müteahhitlerin, dev inşaat ve rezidanslarının millete borç ve ipotek vasıtasıyla satılmasının", hemen önünü açmak istiyor.

***

Kırk katır mı, kırk satır mı?

Ama sadece inşaat ve konut sektörü ile gidilebilecek fazla bir yol kalmadı artık.

Faizlerin düşmesi, tüketime ve talebe olumlu yansır ama döviz fiyatlarını ve cari açığı da arttırır.

Sıcak paranın hiç de hoşuna gitmeyecek bir ortam oluşur.

Yani iki ucu sorun ve risk dolu bir tuzağa düşülmüş durumda. Tam bir "kırk katır mı kırk satır mı" durumu.

T.Erdoğan düşen faizlerle, borçlanacak yurttaşlara, konut satarak koca ekonominin artık daha fazla yüzdürülemeyeceğini görmüyor ya da görmek istemiyor.

Öte yandan, konut stoğunda ve fiyatlarında oluşan "balon" patlarsa, çok sayıda müteahhitin ve dolayısıyla bankanın da çok zor durumda kalacakları bir gerçek.

T. Erdoğan, "...yol yapıyorum, inşaat yapıyorum, konut yapıyorum, siz de borçlanın ve tüketin" zihniyetinin sürdürülmesini arzu ediyor.

Ancak öte yandan hane halkının borçlanma ve borç ödeme kapasitelerinin son 10 yılda, nasıl azaldığının farkında değil. 2002 - 2003 yıllarında %5-7 arasında olan hanehalkı borçlarının toplam gelirlerine oranı, 2013 yılsonu itibariyle %54'e çıkmış vaziyette.

Çıkarcı holding medyasında yazan-konuşan "sözde" bazı ekonomi-yazar ve yorumcuları, bu rakamın "yüksek" olmadığını, gelişmiş ekonomilerde bu oranın %80'ler hatta %100'ler mertebesinde olduğunu söylüyorlar.

Ama gelişmiş ülkelerde ve ekonomilerde hane halkı borçlarının %80'nin 20-30 yıl gibi uzun vadeli ipotekli konut kredilerinden (mortgage) oluştuğunu biliyoruz. Hâlbuki Türkiye'de hane halkı borçlarının yaklaşık %65'i ortalama 2 yıl vadeli yani kısa vadeli "tüketim" kredilerinden oluşuyor.

O nedenle, kısa vadeli borçla uzun vadeli tüketimin finansmanı ve borçlanmasında gidilecek yolun hiç de engelsiz ve kolay olmayacağı açıkça görülüyor. Bırakın konut satışlarını, toplam otomobil satışlarının bile, Mayıs 2014 itibarıyla, geçen yılın aynı dönemine göre, rekor düzeyde ve %26.3 oranında gerilediği daha dün açıklandı

T. Erdoğan bence "faizlerin düşmesini" tamamıyla Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kısa vadeli siyasi çıkarları için istiyor. Konut balonu patlarsa başına gelebileceklerin korkusu ile ekonomik teorilere de, gerçeklere de tamamıyla ters olan bu tutumunu ısrarla sürdürüyor.

Piyasaların, sıcak paracıların, çıkarcı holding medyasının ve hatta bazı bankaların "mahçup" itirazlarını dinlemeye hiç de niyetli görünmüyor.

Kayıkçı kavgasından bakalım kim kazançlı çıkacak.

Milletin çoğunluğunun çıkmayacağı kesin...