23 Nisan 2024 Salı
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Fatih Terim sonunda gerçeği gördü...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Hollanda karşılaşmasından sonra konuşan Fatih Terim tüm teknik adamlık yaşamının en başında söylemesi gerekenleri mesleki yaşamının sonlarına yaklaştığı şu günlerde söyledi. Hiçbir zaman geç değildir öz değişinden hareket edersek Terim’in sözleri değer kazanabilir. Karşılaşmadan sonra şöyle konuşmuş Fatih Hoca: “Sonuç son saniyelerde galibiyetin kaçışını anlatıyor, ama durumu sonuç belirlemiyor. Kazansak da Türk futbolu kurtulmayacaktı.” 

Fatih Terim’in dünya görüşünü, olaylara yaklaşımını, tutum ve davranışlarını göz önüne aldığımızda bu sözler bana olağanüstü gibi geldi. Belki de yıllardır bizlerin yazıp, konuşup söylediklerimizin en etkin özetini yaptı Terim. Sonuç ya da skor üzerinden hareketle yorum yapmak Türk futbolunun genelde de Türk insanının sağaltılamayan hastalığı değil mi?  

Dünya Kupası üçüncüsü olduğumuz 2002’de, o günlerde yazdığım gazetede şöyle demişim: “Bu Dünya Kupası üçüncülüğü bizi aldatmasın. Türk futbolunun gerçek yeri burası değildir. Kosta Rikalı futbolcu Parker, Rüştü Reçber’i geçtiği halde topu boş kale yerine auta atmasa gruptan çıkamıyorduk.” Aynı şekilde 2008 Avrupa Şampiyonası’nda, dünyanın en iyi kalecilerinden biri olan Petr Cech topu Nihat Kahveci’nin önüne bırakmasa, çeyrek final maçının son saniyesinde Semih Şentürk topu iğne deliğinden geçirir gibi gol yapmasa Türkiye’nin adı bile anılmayacaktı o futbol ortamında. Rastlantılar ve sonuca bakarak kendimizi gerçekte olduğundan daha büyük gösterdik, bu gösterişlerin baş oyuncusu da Fatih Terim’di. Sonra ne oldu? 2008’den beri futbolda adımız yok. FİFA sıralamasında 52.liğe değin geriledik. 

Türk futbolunun son 50 yılının 25’inde Fatih Terim ile Mustafa Denizli var. İkisinin de futbolumuza yaptığı kötülük cinayetle eşdeğerdir neredeyse. Kendi küplerini doldurmaktan, nalıncı keseri gibi hep kendilerine yontmaktan başka anlamlı bir iş yapmadılar. Türk futbolunun sorunları söz konusu olduğunda ikisi de elini taşın altına sokmadı. Hep sonuç ve skor üzerinde oyalanıp durdular, sorunları gündeme getiren bizleri de düşman bellediler. 

Bu bağlamda Fatih Terim’in “Kazansak da Türk futbolu kurtulmayacaktı” sözleri çok önemlidir. Futbol söz konusu olduğunda bütün yaşamı hatalarla dolu olan Terim’in belki de geri dönüşüdür bu sözler. Çünkü artık Türk futbolu tam bataklığa saplanmıştır. Çünkü Türk futbolunun altyapısını oluşturan amatör küme takımları ve onların alt yaş grup takımları oynayacak saha bulamıyorlar. Önceki hafta İstanbul’da U13 yaş grubunda tam 34 karşılaşma hükmen yenilgiyle sonuçlandı. Çünkü resmi maçların oynanabileceği saha yokluğundan maçlar hafta arasına verilmek zorunda kalınıyor. Adının önünde “amatör” olan hiçbir kulübün maçı hafta arası oynatılamaz. Hele okul çağı çocukların oynadığı altyapı kulüplerinin maçları asla hafta arası oynatılamaz.  

İşte Fatih Terim’in “Türk futbolu kurtulmazdı” söyleminin altında bu gerçekler var. Futboldaki en önemli gelişme yaşlarının liglerinde oynayacak saha yok. Fatih Terim’in suçlu olduğu nokta burasıdır. Gazeteciler ile kavga edeceğine asıl kavgasını milletvekillerine, belediye başkanlarına, Futbol Federasyonu’na, kulüp başkanlarına karşı verseydi bu sorunlar giderilir, bizleri de yanında bulurdu.  

İstanbul’un en küçük ilçelerinden biri Beşiktaş’tır. Beşiktaş’ın bildiğim kadarıyla 13 amatör futbol takımı var. Ancak resmi karşılaşma oynanabilecek bir sahası var, o da Beşiktaş Belediyesi Çilekli Tesisleri. Bu takımların normalde sekizer altyapı takımı olması gerekir. Ama diyelim ki üçer takımları olsun. Bu, basit bir hesaplamayla 52 takım, 52 karşılaşma demektir. İki hafta sonu gününe bu maçlar nasıl sığdırılacak. Bir de antrenmanları var. Dört takım aynı anda, aynı sahada gece antrenman yapıyor. İstanbul’un bazı ilçelerinin 20-25 amatör futbol takımı var, yüzlercesi ise saha yokluğu ve çeşitli olanaksızlıklar nedeniyle kapısına kilit vurmuş durumda.  

Fatih Terim Türk futbolu için bir mücadele vermek istiyorsa gerekirse kavga ederek bu sorunlar çözülmeli. Terim’in aldığı aylık ile her ay İstanbul’un bir semtine futbol sahası yapılabilir. Bu noktada da en önemli güç belediyelerdir. Belediyeler profesyonel takımlara değil altyapılara ve halka hizmet götürmelidir. Fatih Hoca’nın ilişkileri ve gücü belediyeleri harekete geçirebilir. Eğer bu konuda destek istiyorsa yani Türk futbolunun temel sorunlarına el atılacaksa ben Fatih Terim’in emrinde gönüllü olarak, bir asker gibi çalışmaya hazırım. “Kazansak da Türk futbolu kurtulmayacaktı” sözü gerçekten içten söylenmişse bu sözün altı büyük bir işbirliği ile doldurulmalıdır...  

RONALDO VE EMRE  

Psiko-sosyal yetenekleri gelişmiş olan sporcular sorunların üstesinden gelmekte daha başarılılar. Bu sorunların en önde geleni dış baskı karşısında duygusal dalgalanma yaşamadan başarımgücünü(performans) sürdürebilmektir. İşte büyük bir sporcu, yıldız oyuncu Cristiano Ronaldo ile kavgacı Emre Belözoğlu’nun arasındaki önemli farklardan biri buradadır. Ronaldo protesto edildiği zaman daha iyi oynayarak onlara yanıldığını göstermeye çalıştığını söylüyor. Ayrıca protestolarla ve eleştirilerle başa çıkmanın profesyonelliğin gereği olduğunu vurguluyor. 

Emre Belözoğlu ise futbol yaşamı boyunca her türlü kavganın içinde olup en azından etrafına tehditler savurmaktan geri durmadı. Bu da Emre’nin psiko-sosyal yetenekler bakımından ne denli yetersiz olduğunu göstermektedir. Salt futbol topuyla ilişkilerine bakılarak oyuncunun yetenekli olduğuna inanılırsa Emre gibi çok baş belası yetiştiririz. Önce insan sonra sporcu daha sonra da futbolcu olunmalıdır... 

DİGİTÜRK’Ü DİKTATÖRLER Mİ YÖNETİYOR?  

DİGİTÜRK üyesiyim. Ayıptır söylemesi her ay dünyanın parasını ödüyorum. Ancak Ulusal kanalı izleyemiyorum. Çünkü yıllardır uğraşmasına karşın Ulusal kanal DİGİTÜRK’e alınmıyor. Benim gibi binlerce DİGİTÜRK üyesi Ulusal kanalı izleyemiyor. Ulusal kanalda yıllarca futbol programı yaptım. Başta Turan Özlü olmak üzere son derece olumlu, ılımlı, insani değer yargılarını öncelikli gören, tüm olumsuzluklar ve engellemelere karşın etrafı kırıp dökmeden birlikten yana yayın yaparak Ulusal kanalı ayakta tutmaya çalışıyorlar. 

Ne var ki, DİGİTÜRK’e girmenin tüm gereklerini yerine getirmek istemelerine karşın üyelik gerçekleşmiyor. Ulusal kanala karşı diktatörce bir yaklaşım var gibi geliyor bana. Bu baskıcı tutum derhal yerini demokrasiye bırakmalıdır. Yapılan anayasaya da insan haklarına da aykırıdır. Baskıcı tutum bırakılmazsa ne yapılabilir? Kendi adıma DİGİTÜRK üyeliğinden derhal çıkarım, bu konuda öncülük de yaparım. Ulusal kanal en kısa sürede DİGİTÜRK’e alınmalıdır. Alındığı gün teşekkür yazısı da boynumun borcudur...