19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Filozof aranıyor!

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Entelektüel dünyamızın uzunca süredir, zaman zaman da sancılı biçimde “filozof” eksikliği çektiğini, bu yönde hummalı arayışlar içinde olduğunu söylemek mümkün. Devrimci aydın-düşünür kimliğinin iyiden iyiye soluklaşıp dengesini yitirdiği, dünyanın yorumlanması ve değiştirilmesi için yalnızca “tembellik hakkı”nın kullanıldığı koşullarda, net ve anlaşılabilir bir ihtiyaçtan doğuyor bu arayış. Sartre’dan Neyzen Tevfik’e uzanan geniş bir alanda iz sürülüyor, fakat izler dere kenarında kaybolunca Brecht’in “Galilei’nin Yaşamı”nda yankılandırdığı o meşhur “Kahramanları olmayan ülkeye yazıklar olsun!” haykırışının bir benzeri, “olmayan filozofumuz” için de tekrarlanıyor. Filozof figürlerine, feylesof gölgelerine bu uğurda nice umutlar bağlanıyor ve nice hayal kırıklıkları yaşanıyor.
Beş-on yıl öncesine dek, örneğin Alev Alatlı’ya bile ne olmadık anlamların yüklenmiş olduğunu, ne şaşırtıcı payeler verildiğini anımsatayım. Heyhat... Alatlı’nın tarihe geçecek tek “felsefi” cümlesi “George Orwell yaşasaydı, Recep Tayyip Erdoğan’ı ayakta alkışlardı”dan ibaret kaldı.
Alev Alatlı’ya çok da uzak olmayan bir isimle devam edeyim. Ulus Baker öleli sekiz yıl olmuş... 1960’ın 14 Temmuz günü dünyaya gelip 2007’nin 12 Temmuz’unda yaşama veda eden; ODTÜ, Ankara Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi öğretim üyelerinden, Birikim dergisi yazarı, çevirmen, müzik, sinema felsefesi ve siyasi tarih alanlarında makaleleri bulunan bir “marjinal”di Ulus Baker. Ölümünden sonraysa, belki de kendisinin hiç tercih etmeyeceği üzere “marjinal otorite” muamelesi görmeye başladı, söz ettiğim “filozof arayışı”nın başlıca öznelerinden biri haline getirildi.
Kimi yazılarını okumuş, hatta bir iki küçük polemiğe girmiştim. O da benim bazı yazılarımı okuyordu ki “Tunca Arslan aylar önce ‘Yol’ hakkında yazdığı saçma sapan yazıda...” türünden cümleler kurmayı seviyordu. 2001 yılında, 13. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin jüri üyesi olarak on gün boyunca birlikte görev yaptığımızda (Atilla Dorsay ve Ziya Öztan’ın da kulakları çınlasın) kendisini yakından tanıma fırsatı da buldum.

‘AŞMIŞLIK’ BELİRTİLERİ
Zekeriya Sertel, yıllar önce anılarında Nazım Hikmet için “suyla arası pek yoktu” gibi şeyler de yazınca müthiş bir gümbürtü kopmuş, ortalık birbirine girmişti. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse ne ben Zekeriya Sertel’im, ne de Ulus Baker Nazım Hikmet’e benziyordu... Dolayısıyla, Baker’in çoraplarını dört beş ayda, gömleklerini iki üç ayda bir değiştirdiğini, tırnaklarını kesmekten ve banyo yapmaktan hiç mi hiç hoşlanmadığını, kirden keçeleşmiş bir pantolonu üniforma gibi benimsediğini ve aylar boyunca camı kırık gözlükle dolaşmaktan rahatsızlık duymadığını söylememin, herhangi bir gümbürtü koparacağını sanmıyorum. Kaldı ki tüm bunları “feylesofların özellikleri” kapsamında, “aşmışlık” belirtileri olarak değerlendirenler de olacaktır.
Öte yandan asıl önemlisi, Ulus Baker’de yalnızca dış görünüş ve yaşam tarzıyla değil, düşünce ve yazı dünyası itibariyle de yoğun bir zihinsel allak bullaklık, deyim yerindeyse pasaklılık söz konusuydu. İslamcı sinemacılarımızın klişeleşmiş Tarkovski ve Bergman aşkını çağrıştırırcasına, bolca Spinoza, Marx, Foucault, Deleuze, Guattari alıntısıyla, eklektik bir aktarma ve çeviri faaliyeti içinde yazdı. Ardında bıraktıkları arasında, özgün ve kalıcı bir metin bulmanın çok zor olduğunu, film yorumlarının hayli süslü ama vasatlık sınırlarında gezindiğini söylemek zorundayım.
Dostlarının, yakınlarının, öğrencilerinin Ulus Baker’den bir filozof yaratma çabaları sürüyor. Merak edilmesin, “Böylesi filozoflara ihtiyaç duyan bir ülkeye yazıklar olsun!” demeyeceğim. Yalnızca, felsefenin bir işlevinin de tabu kırmak olduğunu, hiçbir tabuyu hedef almamış bir entelektüeli tabulaştırma arzusunun beyhude olduğunu vurgulamakla yetineceğim. Huzur içinde yatsın.