19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Fıstıkçı Şahap

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Bu köşeden Sayın Murat Bardakçı’ya yazdığım mektubu dikkatli okurlarım anımsayacaklardır. Bir kitabının kapağındaki yazım yanlışına değinmiştim. Yazıyla, kitapla uğraşanlar bilirler, kitap kapağındaki yazım yanlışı daha rahatsız edicidir. Bu dil yanlışlarından yazarları küçültmek, kitaplarını gözden düşürmek için söz etmiyorum; yayın dünyasına, yayıncılara, yazarlara, dilimize karınca kaderince küçük bir katkım olsun istiyorum; yardımcı oluyorum, bir bakıma onların bedava redaktörlüğünü yapıyorum. Kimseden bir teşekkür filan beklemiyorum. Zaten yanlışın asıl muhatabı kişiler, kuruluşlar oralı bile olmazlar; benim yazılarımdan sonra kılavuzlarındaki yanlışlarını düzeltmek zorunda kalan dille ilgili kurumların bile tek bir “teşekkürü” nasip olmamıştır.
Murat Bardakçı’ya 4 Kasım 2014 tarihinde yazdığım mektup şöyle başlıyordu:
“Önce bir soruyla başlamak istiyorum mektubuma: “Fıstıkçı Şahap”ı bilir misiniz? Belki anımsayıp gülümsediniz, belki de bilmiyorsunuz ya da adını bir yerden anımsar gibi oldunuz. Türkçe öğretmenleri işlerini kolaylaştırmak için, bazı kuralları akılda kalacak esprilerle ya da uydurma bazı formüllerle öğretirler. Türkçedeki sert ünsüzleri ezberlemeyi kolaylaştıran uydurma bir formüldür “FISTIKÇI ŞAHAP”, küçük çocukların pek hoşuna gider, bizler de işimizi kolaylaştırdığı için bu basit yollardan yararlanırız. “FISTIKÇI ŞAHAP” sözündeki ünsüzlerin sert olduğunu anlatırız, öğrenci de bu sekiz ünsüzü kolayca ezberler. Bu ünsüzleri bu biçimde ezberlettikten sonra, ardından anlatacağımız kurallara geçeriz: Türkçede bir sözcüğün sonu sert ünsüzle bitiyorsa, bunlara getirilen ek de sert olur, yumuşak ünsüzle bitiyorsa, eklenecek ek yumuşak olur. Edebiyatçı, gözcü örneklerinde olduğu gibi. Ayrıca Türkçe sözcüklerin sonu genellikle sert ünsüzle biter, çoğu zaman yabancı sözcükler de bu kurala uyar. Size yukarıdaki tuhaf soruyu sormamın nedeni, bir kitabınızın kapağındaki yazım yanlışıdır, bu yanlışa yazımın sonunda değineceğim.”
Yukarıda anlatmak istediğim kuralı biraz daha açıklamaya çalışayım: Fıstıkçı Şahap sözündeki “f, s, t, k, ç, ş, h, p” ünsüzleri serttir. Geri kalan “n, m, z, d, v, l, c, b, g, ğ, j, r, y” ünsüzleri yumuşaktır. Türkçe eklerin çoğu eklendiği sözcüğün sonundaki ünsüze göre değişir. Örneğin, -ca/-ce eki, eklendiği sözcüğe göre -ça/-çe de olur, -ca/-ce de olur. Yani edebiyatçı, nohutçu sözcüklerindeki ekler sert biçimleriyle yazılırken, sözcü, izci sözcüklerine yumuşak biçimleri eklenir. İlkokul bitiren her çocuk da aşağı yukarı bunları bilir.
Sinan Cemgil bizim 68 kuşağının önemli liderlerindendi. 1970 yılında ODTÜ’den İbrahim adında bir arkadaşla Kızılay’da dolaşırken, Kocabeyoğlu’nun önünde karşılaşmıştık; voltamıza o da katılmış, bir süre sohbet etmiştik. Orta boylu, geniş omuzlu, sağlam yapılı bir gençti. Volta atıyoruz ama, o koşmak istiyor sanki. Dolu bir çocuk, bildikleri, düşündükleri, yapmak istedikleri var besbelli. Onu Kızılay’da on-on beş dakika süren voltamızda ilk ve son kez gördüm. İki yıl sonra da Nurhak dağlarında öldürüldü. Hep Sinan’ın acısıyla yaşayan karısı Şirin Cemgil de birkaç yıl önce ayrıldı aramızdan. Oda Tv’deki yazısında Soner Yalçın ne güzel anlatıyor Şirin’i. İnternetten bulup okuyabilirsiniz. Şirin Cemgil’in yazdıkları ölümünden sonra Ayrıntı Yayınevince yayımlandı. Kitabı alıp okuyacağım. Kitabın adını hemen yazamıyorum, “Sinança” diye yazmışlar kapağa, “Sinanca” demeleri gerekirdi oysa. Bunda birkaç yıl önce kaybettiğimiz yazarın bir suçu yok, yayımlayanların dikkatsizliği. Okurlarım internetten Soner Yalçın’ın yazısını ararken, yayıncıları da benim Aydınlık’ta Murat Bardakçı’ya yazdığım mektubun tamamını bulup okusunlar; çoğalıp duran marketlere, süpermarketlere, AVM’lere karşın hâlâ işini sürdüren Fıstıkçı Şahap’ı tanıyıp öğrensinler.