17 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Foreign Policy’nin Ankara sızlanmaları

Doğu Perinçek

Doğu Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Foreign Policy’de John Hutson imzasıyla çıkan yazının özetini 6 Mayıs günlü Aydınlık’ta okumuşsunuzdur. OdaTv sitesinde de yer aldı. Okumadıysanız okumanızı öneririm.
Foreign Policy, sıradan bir dergi değil Washington yönetiminin ağzı. Başka deyişle devlet organı. Washington’un Türkiye’ye bakışını oradan izleyebilirsiniz.

ABD’NİN ANKARA’DAKİ ADAMI
En önemlisi, ABD Ankara’da taraf. Çünkü ABD özellikle 1980 yılından bu yana Ankara’da karar verici konumların içinde. Hele 2002 yılı sonrasının BOP Eşbaşkanlık döneminde Washington’un bir ayağı, bir eli Ankara’da. Sistemin bütün partilerinin içinde Amerika taraf. Sistemin bütün partileri bölünüyor. Daha doğrusu Vatan Savaşı, sistemin bütün partilerini bölüyor. HDP-PKK, AKP, CHP, MHP; hepsi bölünüyor.
Foreign Policy sistem partileri içindeki işbirlikçilerinden “ABD’nin adamları” diye söz ediyor. Bir anlamda memurluk düzeyinde bağlantılara işaret etmiş oluyor.
Foreign Policy Ahmet Davutoğlu’na “ABD’nin adamı” sıfatını uygun görmüş. Ankara ona emanet edilmiş. Şimdi emanetçi konumunu kaybetti. Washington yönetimi ah vah ediyor.

HENDEKLERDEKİ CEPHELEŞME
Davutoğlu niçin “ABD’nin Ankara’daki adamı”? Bu sorunun cevabını da veriyor Foreign Policy. Davutoğlu’nun PKK’ya karşı “ hoşgörü” siyasetini temsil ettiğine dikkat çekiyor. Ve Tayyip Erdoğan bu “hoşgörüyü” paylaşmadığı için karşıya alınıyor.
PKK’ya hoşgörüyü ittifak düzeyinde paylaşanlar da var. Nitekim onlar da tıpkı Foreign Policy gibi bu cepheleşmede taraf olduklarını ilan ediyorlar. Kılıçdaroğlu, Davutoğlu’nun AKP içindeki yandaşlarından daha hararetli çıktı. “Davutoğlu’na bütün hakkımızı helal ediyoruz” diyor. Böylece helal kavramı ABD yandaşlığı edebiyatına da girmiş bulunuyor.
Cepheleşme, hendeklerdedir. Hendeğin ABD-İsrail-PKK/HDP tarafında olanlar ile Türkiye tarafında olanlar ayrışıyor.

ÖNCELİKLİ TEHDİT AYRIŞMASI
Foreign Policy, siyaset yaptığı için öncelikli tehdit sorusunu gündeme getiriyor. Tehditleri sıralamazsanız, siyaset yapamazsınız. Siyaset, hedeflerde, tehditlerde, dostlarda, müttefiklerde öncelikleri saptama işidir. Foreign Policy ABD açısından öncelikli tehditin IŞİD olduğunu saptıyor. Evet IŞİD’i ABD kurdu ama bugün öncelikli tehdit oldu. Washington yönetimi, kendi siyasetini Ankara’ya dayatıyor. PKK’ya karşı değil IŞİD’e karşı savaşacaksınız diyor. Tayyip Erdoğan yönetimi, öncelikli tehdit olarak PKK’yı hedef aldığı için ABD siyasetine yan çizmiş oluyor. Tayyip Erdoğan “PKK’nın bütünüyle bozguna uğratılmasını şart olarak gördüğü için hedef alınmaktadır.

‘AMERİKA İÇİN ÇARPIŞAN KÜRTLER’
Foreign Policy PKK terör örgütünü stratejik piyon kimliğini çok açık sözlerle sergilemiş. PKK’dan “Amerika için çarpışan Kürtler” diye söz ediyor. “Kürtler” tanımlaması Foreign Policy’e ait. Bizim için önemli olan, ABD’nin ateşe sürdüğü PKK örgütünün “ABD’nin Kürtü” olarak görülmesi. Ve bu “Kürtler” kendileri için değil, fakat Amerika için çarpışıyorlar. PKK’yla işbirliği yapan herkes bunun sorumluluğunu paylaşıyor.

OTOKRASİ SUÇLAMASI
Foreign Policy, Tayyip Erdoğan’ı yalnız PKK’ya karşı hoşgörüsüz olduğu için değil, aynı zamanda Türkiye’de otokratik bir yönetim kurmakla suçluyor. Otokrasi, otoriter bir rejim oluşturma olarak tanımlanıyor. ABD’nin Irak’a ve Suriye’ye milyonlarca insanın kanını dökerek götürdüğü sahte demokrasiyi bütün dünya biliyor. Böylece ABD’nin otokrasi tanımı da bir bakıma aydınlığa kavuşuyor. Tayyip Erdoğan ABD planları içinde görev yaptığı zaman “büyük demokrattı”, o planlardan ayrılınca “otokrat” oldu.
Amerika’nın yalnız Ankara’da değil bütün Türkiye’deki mevzilerini yitireceği döneme giriyoruz.
Bu daha başlangıç.