18 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gecenin kaldırımında bir zarif ceylan...

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Yaşam hiç olmadık zamanlarda, ne güzel sürprizler, ne zalim özlemler ve ne ihtimaller getirir insanın önüne yâr?..

Sendeler ve heyecandan düşer yürekteki eskimiş özlemler...

Bir çınar dalı gibi takılır tenlere, kaderin çengelli iğneleri...

Yolunu şaşırmış viraneler gibi, "adam" arayan yüreklerde, belki de bir sevda nişanesi...

Yok dediğinde; olmaz dediğinde, kaçtım dediğinde ve ne yazık ki bazen de çaresizce gelmez dediğinde...

Umudunu kestiğin, kabuğuna çekildiğin, kendine gizlendiğin, uzaklara gittiğin ve "Bu yürek artık kimseyi sevmez" dediğinde...

Gelir işte böyle yâr... Son yolculuğunu yapmış trenlerin haber veren haşmetiyle gelir!..

İhtimaldir ki, yuva arayan kuşların yorgun kanatlarıyla gelir...

Yani, apansız bir yağmur gibi; bazen ne de güzel, ne de narin damlalar düşer insanın naz arayan merhamet gibi sıcak tenine...

Tıpkı ılık bir nefesi bağrında gizleyen bir müthiş buse gibi gelirmiş bazen yâr?..

Tıpkı dalında isyan eden bir gül yaprağı gibi, teninde kokmak için düşer gelirmiş!..

Apansız dedim ya, anla işte yâr... O yüzden anla işte...

NİNNİ GİBİ GELDİN!..

Gecenin sessiz karanlığında, belki de loş düşmüş o yalnız ve biçare kaldırımlarda bile gelirmiş yâr...

Eskimiş ve ezilmiş taşlarda; piramitlerin içinden antika gibi fırlamışçasına gelirmiş...

Gramafonlarda unutulmuş nidalar gibi, hançerelere gizlenmiş notalar gibi gelirmiş...

Gelirse adam gibi, sevdaya sahip çıkan yâr gibi gelirmiş işte...

Gelirse, tüm benliğiyle sarar gibi gelirmiş...

Bir ceylanın "yürek" diyen sonsuz ve de nefes durduran zarafetinde gelirmiş...

Sen de öyle geldin işte... Yağmurlar, fırtınalar, seller gibi...

Yürekte sönmüş ateşi yükselten, o beklenen yeller gibi...

Yayından fırlamış ok gibi... Yüreğe saplanmış hançer gibi...

Nazlı, şaşkın ve şımarık bir tay gibi geldin...

Geceden toprağa düşmüş, gönülleri aydınlatan bir ay gibi geldin...

Ben var ya ben; bir kelebeğin yaşamdan "imdat" dileyen kanat çırpmalarında gördüm seni yâr...

Gördüm de sanki beni de gördüm, o hapseden gözlerinde yâr...

Badem rengi bakışlarda; bir yelkenliye rüzgâr bahşeden kirpiklerin narin dalgalanışında gördüm...

Gördüm ve sonunda, sevdanın sonsuz uykusuna yatıracak bir ninni gibi geldin...

Ağıt yakan gazeller gibi... Nefeste çırpınan hoyratlar gibi geldin...

Sonunda, hıçkıran benliğime nefes aldıran serin sular gibi geldin...

PIRLANTA GİBİ APANSIZ...

Evet; işte böyle yaz yağmurunda, yürek serinliğine gizlenmiş ıslak buseler gibi geldin yâr...

İşte bu yüzden resmettim seni, geceye hapsolmuş o kimsesiz ve de hüzünlü düşlerimde...

İşte böyle çizdim yıldızları kıskandıran o beyaz teninin berraki her hücresinde...

İşte böyle gördüm, servi boyunda yakuttan bir zincir gibi sallanan çocuksu seslenişinde...

Bilirsin, oradaydın... Karanlığın tam içinde... Gecenin mahcubiyetler gizleyen masum lacivertinde gördüm...

Sanki otostop yolcularının kısacık yoldaşlıklarında, beni benden alan gülüşüne kilitlendim de gördüm...

"Nedir" dedim "bu" içimden, susma söyle nedir bu?..

Gelen nedir söyle, nedir?.. Bahar mıdır, çiçek midir, yoksa ihtimaldir ki, ceylanların kraliçesini andıran bir melek midir?...

Nedir, karanlığın içinden bir pırlanta gibi apansız yanıma düşen?..

Nedir, yalnızlığa mahkûm yüreğimle aniden ve coşkuyla buluşan?..

Nedir; kader midir ki, kalbimizde zalimce ve acımasızca kesişen?..

GECEDEN DÜŞEN YILDIZ

Dedim ya; rastlantı değil geceden gelen... Dedim ya, sabreyle yakındır sevda...

Korkma, söyle... Yüreğinle, hasretinle hiç susmadan söyle...

Kimsin yâr?.. Söyle ve hiç durmadan anlat kimsin?..

Bellidir, geceye düşmüş ayaz gibisin... Belki de geç gelen o umutsuz yaz gibisin...

Belki buhran; ve belki teninde yuva yapmış, ihtimaldir ki sevdayı arayan naz gibisin...

Yok... yok... Bellidir gelişinden... Yüreğimde aşk şarkıları mırıldayan, belki de ince saz gibisin...

Anla işte yâr... Damaklarda tatlı bir esinti gibi kalmış ilk görüşlerden anla...

Heyecandan, hasretten, özlemden, umut isteyen hayallerden anla, nasıl da aniden çok sevildiğini...

İlk tebessümün "merhaba" diyen ilk akla düşüşünden anla, nasıl da çok istendiğini...

Geceden ne kalır sabaha demeden anla; sarıldığım taptaze goncayı kıskandıran yüreğinle anla...

Geldin ya sonunda anla... Kendini arayan yalnızlığınla... Beni sana bırakan hapsimi anla...

Gündüzü kıskandıran gecede; sabrıma nokta koyan hasrette geldiğini anla...

Özlemimi bile kıskandıran yokluklarda, halaylara selam veren mendiller gibi sallanarak geldiğini anla...

Evet; düşünme benim gibi sal özgürlüğüne hasretini... Sarıl seni saracak, berat etmiş yalnızlığını...

Bırakma esmer elleri, beyaz teninde kehribar gibi iz bırakışını...

Artık düşürme beni, sabahlara kadar beklediğim sevda rüyalarından...

Sabreyle gönül gibi; gitme sakın, mutluluk yakındır diye anlamadan...