29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gerçek olan her şey sahteleşiyor ya da AVM poşetlerindeki cambazlık

Mehmet Ulusoy

Mehmet Ulusoy

Eski Yazar

Gerçek olan her şey hızla sahteleşiyor, yalana dönüşüyor. Maddi, ve manevi her şey piyasada ve günlük hayatta sahtesi tarafından yerinden ediliyor. Türkiye'de, 1990'lardan günümüze, toplumbilimsel, kültürel, siyasal bütün kavramlar, küreselleşmenin doğrudan bir uygulaması olarak, içeriksel bir sahteleştirme, yozlaştırılma operasyonuna uğratıldı. Yozlaşma bile sözkonusu bozulma ve çürümeyi açıklamaya yetmiyor; çünkü bu içerik dönüştürme operasyonlarında, kavramlar ve değerlerin içi tamamen boşaltılırken tam karşıt anlamlarla yüklendi. Yani her şey, mafyalaşmış emperyalist burjuvazinin çıkarlarına ve ideolojisine uygun olarak dönüştürüldü, yabancılaştırıldı ve sahteleştirildi.

Öyle ki, Batı merkezli küresel-postmodern serbest piyasada, tıpkı “sahte paranın gerçeğini kovduğu” gibi, maddi şeyler bir yana, düşünsel, insani ahlaki, toplumsal, siyasi, estetik, dini bütün kavram ve değerler de hızla içeriksel ve anlamsal dönüşüme uğratılıp sahteleştiriliyor, yapaylaştırılıyor. Çünkü, herşeyin bayağılaştırıldığı, niteliğin, anlamlılığın değersizleştirildiği ve bireyin salt bir tüketim aygıtına dönüştürülmek istendiği “Tüketim toplumu” ve “Popüler kültür” çağında kapitalist sistemin istediği tam da buydu. Başka bir deyişle, kapitalist piyasanın temel kuralı gereği, üretilen maddi ürünlerin yanında, din, inanç, sanat, aşk vb de, sistemin sınırsız kâr amacı doğrultusunda ruhlarını kaybediyor, metalaşıyor. Maddi olmayan şeylerdeki, yani maneyi değerlerdeki bu metalaşma, geçtiğimiz son 40 yılın en yıkıcı, çürütücü ve ürkütücü olgusudur.

AYİNESİ İŞTİR KİŞİNİN LAFA BAKILMAZ!

Sözün çok kirlendiği, şarlatanca bir söz oyununa, vatandaşı uyutma fantezisine dönüştüğü, “sözünde durma”nın, namusluluğun, dürüstlüğün para etmediği bir çöküş kültürü ile karşıkarşıyayız. Seçimlerde halka verilen sözlerin kolaylıkla geçiştirildiğini, hokkabazlıkla güya unutturulup çöpe atıldığını, hatta tam karşıtı uygulamalara dönüştürüldüğünü onlarca kez yaşamadık mı? Özellikle AKP iktidarının 16 yıllık döneminde yaşanan büyük bozulma, kültürel ve ahlaki çürüme sürecinde sahteleşmenin, düzenbazlığın, yalanın bütün biçimlerini, siyaset ahlakının tamamen yok edildiğini ve kirletildiğini görmemek mümkün mü? Özetle, lafın her şey, işin ise hiçbir şey olduğunu yüksekten, iddialı ve etkili konuşmalarla sergileyen bu davranış biçiminin iktidardan en uç muhalefete doğru bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığını söylemek mümkün. Oysa şu söz tam da bugünler için söylenmiş olmalı: Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!

Kısacası, Cumhuriyet Devrimi'nin ürettiği bütün değerler, küreselci karşıdevrim programının prizmasında sahteleştirildi. Dolayısıyla, bilimsel gerçekler, doğrular, halkın gerçek çıkarını yansıtan, Türkiye'nin çıkış yolunu gösteren çözümler, sözkonusu çarpıtma ve yalan üretme prizmalarına, yani, emperyalist, yandaş, küresel medya ve iletişim aygıtlarının gerçeği yalana çevirme ekranına çarpıp buharlaşıyor. Halka ulaşabilen bilginin yüzde 80'i ise, halkı uyutan ve aptallaştıran kirlenmiş, uyuşturucuya, bozaiye dönüşmüş sahte bilgiden ibaret.

En başta demokrasi, mafyatik güçlerin, tarikatların ve bunların en tepesindeki sultan özentili tek adam yönetiminin belirlediği bir sahte demokrasiye dönüşmüştür. Özgürlük, hepsi de ABD güdümünde neoliberal, şeriatçı ve bölücü siyasetlerin adeta kapatması durumundadır. Devrimciliğin onlarca sahtesi üretildi; başta ABD piyonu PKK/HDP ve kuyrukçuları, liberal sol olmak üzere. Milliyetçilik, özellikle AKP, MHP ve İyi Parti yöneticilerinin, yalan ve sahteliklerini örten, üstü bol işlemeli, parlak, gösterişli bir şal niteliğinde.

En çok sahteleştirme de dinsel alanda gerçekleşti. Çünkü, öteden beri, emperyalizm işbirlikçisi büyük dolar vurguncusu, rantçı ve dolandırıcı sermaye, samimi ve inanan geniş kitleleri aldatmak için en etkili yöntem olarak onların dini duygularını kullanmayı seçmiştir. Bütün yalanlar, alçaklıklar, düzenbazlıklar, ihanetler çoğunlukla dindarlık kisvesi asltında yapılmıştır. Bugün bu dinsel takiyyecilik, sahtecilik ve dalaverecilik, AKP iktidarının ve dayandışı mafyatik vurguncu, rantçı sınıfların en temel araç ve yöntemlerinden biridir.

Son günlerde, sahte üretim fabrikalarının en çok mesai yaptığı konu Atatürkçülük olmalı. Amerikancı ve CHP'nin başına çöreklenmiş Amerikancı-Soroscu çevreler, AKP ve yandaşı İhvancılar ve tarikatlar, kendi çıkarlarından, ideolojik ve stratejik hedeflerinden vazgeçmeden, Cumhuriyetçi ve yurtsever kitleyi kandırabilmek için harıl harıl yeni Atatürkçülükler imal etme çabası içindeler. Pragmatk Atatürk, Batıcı-liberal Atatürk, mandacu Atatürk, Soroscu Atatürk, İslamcı Atatürk, Vahdettinci Atatürk, Abdülhamitçi Atatürk vb... Her kesimin kendi Atatürk'ünü imal etmeyi amaçladığı çok sayıda “Atatürk” kitabı yayımlanıyor.

KÜRTESELCİ BURJUVAZİNİN DEVRİMCİ VE DEMOKRATİK DEĞERLERİ SAHTELEŞTİRME OPERASYONU

Bu sahteleştirme mekanizması, 20. yüzyıl boyunca emekçi sınıfların ve ezilen ulusların toplumsal ve ulusal mücadeleleriyle ipliği yeterince pazara çıkan emperyalist burjuvazinin sömürüsünü sürdürebilmek ve kendini meşrulaştırabilmek için hayati önemdeydi. Çünkü, 1975-80'lere gelindiğinde, ABD merkezli emperyalist sistem ne demokrasi, ne özgürlük ve eşitlik, ne insan hakları, ne ulusal bağımsızlık, ne toplumsallık, insanilik ve ne de bilimsellik, akılcılık ve bunların türevi diğer çağdaş, insani değerler açısından inandırıcılığa ve meşruluğa sahipti. O nedenle, bütün bunları daha inandıcı kılabilmek, en azından gerçeğin bilgisine henüz ulaşamayan ezilen emekçi kitleleri kandırabilmek için büyük ideolojik yalanlara başvurmak zorundaydı.

1980'lerde başlayan küreselleşme ile birlikte ise, geleneksel yalan ve sahte üretme mekanizması iflas eden emperyalist ideolojik sistem, inandırıcılığını ve meşruiyetini yeniden kazanabilmek için kapsamlı ideolojik-kültürel operasyonlara girişti. Sosyalist Doğu Bloku'nun çökmesinden ve yeni iletişim teknolojilerinden de yararlanarak, Aydınlanmacı ve akılcı değerlere karşt, ortaçağ kültürü ile sentezlenen çok daha incelikli, “estetik” ve karmaşık bir ideolojik-kuramsal yapıya kavuştu. Simülasyonla ve simülasyon teorileriyle medya üzerinden öyle bir sanal dünya yartıldı ki, gerçek dünyayı “aptal kutusu” tv'den ibaret gören tüketici-izleyici için gerçekle sanal ya da sahte olan arasındaki ayrım neredeyse ortadan kaldırıldı.

Bu olgular dikkate alındığında, son 40 yıl boyunca, sosyalistlerin ve devrimcilerin 150 yıldır toplumsal pratikte gerçek anlamlarına kavuşturdukları ve yücelttikleri yukarıdaki temel değerlerin başına gelenler daha iyi anlaşılacaktır. Kuşkusuz küreselleşme projesinin en temel amaçlarından birisi de, sçzkonusu değer ve kavramların içeriğini değiştirip sahiplenmekti. Böylece sosyalistler ve devrimciler, tarihe zorla midahele eden jakoben teröristler ve fanatikler olarak toplumdal dışlanacaklardı. Görünüşte sahiplenmek, ama içeriklarini tamamen kendi çıkarlarına göre -tam karşıt anlamda- değiştirerek kendi kültürleriymiş, pardon mallarıymış gibi pyasaya sürmekti amaç. Dolayısıyla sosyalistlerin ve devrimcilerin işçi sınıfı ve dünya halkları üzerindeki büyük itibarını, saygınlığını hem yıkmak, hem de yavuz hırsız misali “sureti haktan” görünüp bu değerlerin “liberal-ögürlükçü” gerçek savunucusu maskesiyle çağdaş demokrasi sahnesinde boy gösterebilmekti... Bu bilinç ve algı operasyonu Batı'da ve onun büyük ölçüde kültürel etki alanındaki Türkiye gibi ülkelerde başarılı oldu.

TÜİK'İN AKAMLARLA OYNAYARAK ENFLASYON BELİRLEME MARİFETLERİ

Peki, ideolojik, kültürel ve siyasal, toplumun her alanını kucaklayan bu sahteleştirme mekanizması nasıl işliyor? Kuşkusuz bunun başarılı olabilmesi için önce, algı ve yalan bilinç üretmede kullanılacak zihin emekçisini, yani “aydın” ve “sanatçı”yı satın almak gerekiyor. O da ekonomik güce bağlı. Ekonomik gücü yaratmak için ise, kapitalist sermaye birikimi anlamında bile artık ahlaki bir kurala gerek yok. Çünkü küresel sistem, kişinin parayı nereden kazandığına bakmıyor. Dolayısıyla, her türlü mafyatik, insanlık dışı, ahlaksız, karanlık yol ve yötemlerle para kazanma mübahtır, meşrudur!..

İkincisi ise, ruhunu, ahlaki ve vicdani değerlerini satmış, bu fırıldak, düzenbaz takımının yeteneklerini medya ve reklam dünyasında kullanmaktır. Bu düzenbazlığın ve yalan üretme hünerinin bütün toplumu ve özellikle de emekçileri ilgilendiren en üst biçimi, TÜİK'in (Türkiye İstatistik Kurumu) rakamlarla oynayarak, gerçek büyüme, gerçek kişi başına yıllık gelir, gerçek işsizlik, gerçek enflasyon yerine sahte rakamlar üreterek, yani rakamlarla oynayarak kamu oyunu aldatmasıdır. Örneğin, bugünlerde gerçek enflasyon rakamı yerine, bilinçli bir şekilde sahte enlasyon rakamları açıklanıyor. İktidarın bundaki amacı kuşkusuz çok açıktır; enflasyon rakamı ne kadar düşük çıkarsa ücretlere yapılacak zam da o kadar düşük olacaktır. Bu, hem iktidarın, he de yüzde 80'i iktidar yandaşı olan işverenlerin kesesinden çıkacak milyarlarca lira demektir. Daha önemlisi ise, ne yapıp edip, kriz filan yok, her şey güllük gülistenlık algısını yaratmaktır.

Bu numaranın kamuoyuna yutturulması sadece TÜİK'teki uzmanları marifetiyle mümkün olmaz. Bu numarayı “gerçek” ve “bilimsel”miş gibi allayıp pullayıp sunmak da diğer yüksek maaşla satın alınmış “aydın”ların görevini oluşturuyor.

AVM'LERDE ALIŞVERİŞ POŞETLERİ DÜZENBAZLIĞI

Kuşkusuz sözkonusu ideolojik-kültürel ya da algısal operasyonun, başka deyişle “yanlış bilinç” veya bilinç çarpıtma üretiminin günlük yaşamdaki karşılığı nedir? Örneğin çarpıcı bir olay, AVM'lerdeki alışveriş poşetleriyle ilgili düzenbazlıktır. Hatırlanacaktır, bir yıl önce, basında, plastik poşetlerin 2018 Ocak ayından itibaren kaldırılacağı, hükümet kararı olarak duyuruldu. Bu poşetlerin yıllardır doğa üzerinde yarattığı büyük kirlenmeye karşı önemli bir uygulama ve tedbir düşüncesiyle karara çok sevindik ve destekledik.

Ancak ne 2018 başında, ne de daha sonraki aylarda hiç bir ses çıkmadı. Demek ki dedik, bu önemli kararı hükümetin, çıkar çevrelerinin direnişi karşısında uygulamaya gücü yetmedi. Sonuçta bir yıldır hiçbir açıklama yapılmadı ve AKP hükümeti milleti uyuttu; hiç bür tepki olmadığına göre tüketici de, halk da uyutulmayı kabul etti. Bildiğim kadarıyla basında konuyla ilgili ciddi hiç bir haber, hiç bir eleştiri ve tartışma da yaşanmadı.

Son bir-iki aydır marketlerde konuyla ilgili duyduğumuz ise, alışveriş poşetlerinin 2019 başından itibaren ücretli olacağı idi. Bütün bunların anlamı neydi? Biz, tüketiciler, poşetlerin kaldırılmasını beklerken, bırakalım kaldırılmayı onlar ücretli bir kazık olarak karşımıza nasıl çıkıyor? Demek ki AKP iktidarı, dayandığı vurguncu, rantçı çevrelerin, AVM kodamanlarının baskısıyla, kamunun yararına az sayıda kararlarından biri olan bu projeyi de sessizce geri çekmek zorunda kaldı. Dahası ve üstelik tam tersi, sahte çevreci, yetmiyormuş gibi tüketiciye yönelik yeni bir soygun uygulamasına dönüştürdü.

İSTABUL'DA “KENTSEL DÖNÜŞÜM” CAMBAZLIĞI YA DA KUYRUĞUN KÖPEĞİ SALLAR HALE GELMESİ

Özellikle Avrupa'da, sosyalizmin dibe vurmasıyla yükselen yeni bir muhalefet hareketi olarak çevrecilik, kapitalist sisterme karşı yeni ve devrimci bir alternatife sahip olmadığı için son otuz yıllık süreç içerisinde kapitalizmin liberal-postmodern bir kültürel biçimine evrildi. Bu nedenle çevreci bütün talepler, önce burjuvazinin kendini yenilemesinin ve daha şirin göstermesinin bir aracına dönüştü. Giderek sistemin çirkinliklerini, doğa ve insan karşıtlığını, vicdansızlığını gizlemesinin bir süsüne, parodisine, hatta acımasız sömürüsünün bir meşrulaştırma, gizleme kılıfı haline geldi.

Diğer önemli bir olgu, AKP'nin temel ekonomik dayanağını ve gücünü oluşturan inşaat sektörü ve TOKİ'nin İstanbul depremi ve kentsel dönüşüm uygulamasıyla ilgilidir. Bilindiği gibi, beklenmekte olan büyük depremin yıkıcı etkisini asgarıye indirmek için, kaçak ve sağlıksız yüzbinlerce konutun sağlamlaştırılması ya da yıkılıp yeniden yapılması, ayrıca deprem toplanma alanlarının düzenlenmesi ve genişletilmesi, İstanbul halkı için hayati önemdedir. Oysa, 1999 Kocaeli-Düzce depreminden bu yana yaklaşık 20 yıldır yapılan bilimsel uyarıları dikkate alan ciddi hiçbir kamusal çaba görülmemektedir. Tam aksine, yandaş müteahhitlerin ve inşaat firmalarının çıkarına yeşil alanlar daha daraltıldı ve yok edildi. Sağlıksız konutların akıbeti ise, çıkarılan yasalar ve uygulamalarla, “kentsel dönüşüm” adı altında tamamen büyük vurgunlar vuran yandaş inşaat kodamanlarının insafına bırakıldı.

Başka deyişle, gerçek ve hayati bir toplumsal sorun, onun kamusal olarak ele alınması zorunda olan çözümü, görünüşte, yasak savıcı, gözboyayıcı, sahte proje çözümlerle tersi sonuçlara yol açtı. İnşaat sektörü kodamanlarının büyük vurgun kârlarının kılıfını, bahanesini oluşturan kaymaklı bir alana dönüştürüldü. Hiç kuşkusuz yıkılıp yeniden yapılan her inşaat deprem riskini büyük oranda atlatmış sayılır ve bu alnda her şeye rağmen epey yol alındığı da inkar edilemez. Ama asıl sorun, bu yıkılıp yapılma sürecinde oynanan oyunlarda, çevrilen dolaplarda yatmaktadır.

Somut ifade edersek, asıl amaç, kamu desteğiyle yoksulundan zenginine bütün yurttaşların deprem riskinden kurtarılması ve ama aynı zamanda büyük ekonomik yıkımlara, sıkıntılara uğramadan huzurla evinde oturabilmesi iken, asıl amaç, kapitalist serbest piyasanın kuralı gereği, daha fazla kâr olmuştur. Bir inşaatın yenilenmesinde bütün etkenleri dikkate alıp bir yüzdeleme yaparsak, gerçek amacın payı yüzde 70, inşaatçının kâr amacı en fazla yüzde otuz olması gerekirken, bu, tam tersine çevrilmiş, amaçla araç yer değiştirmiştir. Özlü bir deyişle, köpek kuyruğu değil, kuyruk köpeği sallar hale gelmiştir.

ABDÜLHAMİK KAŞIĞIYLA CUMHURİYET PLAVI...

AKP iktidarının bütün uygulamaları, aşağı yukarı, küreselci projeyle biçimlendirilen bu sahteleştirme ve çarpıtma operasyonunın bir uzantısıdır. En başta Milliyetçili, özellikle 15 Temmuz'dan sonra Atatürkçülük ve antiemperyalizm, keza Bilimsellik, Çağdaşlık hepsi de içine biraz, zorunlulukların dayatmasıyla samimiyet unsurunun katıldığı, ama esası sahte ve yalana dayanan düşünce ve davranışlardır. Kuşkusuz, bu çarpıklığın ve sahteliğin gerisinde, AKP'nin, Kemalizm ve Cumhuriyet karşıtı yeni Osmanlıcı bir ideoloji ve stratejiyle, Türkiye'yi yönetme ısrarı vardır. Yani, Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin değiştirilmesine izin vermeyen Türkiye'nin ulusal dinamikleriyle, AKP'nin stratejik niyeti başka olduğu halde, salt iktidarda kalmak ve büyük ekonomik çıkarlarını korumak için başvurduğu günlük taktik ve siyasetler arasındaki uyumsuzluk... Özcesi, Abdülhasmit ya da Vehdettin kaşığıyla Cumhuriyet pilavının yenmeyeceği kesindir!

Ve toplum, emekçiler, egemen sınıfların ustaca ve kurnazca planladığı bu düzenbazlıklara karşı, çeşitli ve çok önemli nedenlerle ciddi, sonuç alıcı tepkiler göstermekte sıkıntı çekmektedir. Eski tür geleneksel mücadele ve tepki biçimleri konusunda sanki yorulmuştur, kanıksamış bir ruh halindedir. Diğer yandan, bir tarafta Soroscu Kılıçdaroğlu ekibinin Atlantikçi siyaseti, diğer yanda Cumhuriyet Kemalizm düşmanı AKP arasında, kırk satır mı, kırk katır mı seçenekleri arasında kuşatılmış durumdadır.

Diğer yandan ise, sanki yeni tepki ve mücadele biçimlerinin beklentisi içindedir. Ancak tüm bu sorunlara ve sıkıntılara rağmen, Türk halkı, Türk emekçisi, yaşanan ekonomük krize karşı kendi özgün mücadele yolunu, biçimlerini yaratma birikimine, deneyimine sahiptir.

Bütün bunlar, kuşkusuz merkezinde ekonomik ve siyasal çıkarlar olan, ama siyasetin de ötesinde derin bir kültürel, insani ve ahlaki çürümenin çarpıcı göstergeleridir. Kökleri emperyalizm ile ortaçağ ideolojisi ve kültüründe olan bu ahlaki çürüme ve yozlaşmayı değiştirmek, tersine çevirmek, yeni bir ansan ve toplum yaratmayı amaçlayan uzun süreli bir ideolojik-kültürel mücadeleyi gerektirmektedir. Sözkonusu mücadele, ancak yepyeni söylem, akıl yürütme tarzı ve üsluplarla, yepyeni araç, biçim ve tekniklerle, özcesi olağanüstü yaratıcı yol ve yöntemlerle olanaklıdır.