28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Atatürk Afganistan cephesinde-1: Hemdert olan milletlerin birliği

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

ABD birliklerinin Afganistan'dan geri çekilmesine karşı çıkan Silahlı Kuvvetler Komitesi üyesi, Senatör E. Yarbay Joni Ernst (R-İowa), “Afganların kendileri için savaşmalarını nasıl sağlarız, bu hiçbir zaman gerçekleşmeyebilir.” dedi. 88 milyar dolar havaya uçtu başlıkları atıldı. Aslında bu yalnızca askeri alanda açıklanan miktar. 2011'den bu yana birçok harcama, 2017'den sonra bazı kısıtlamalar kaldırıldıysa da hâlâ ABD kamuoyundan, onlar “vergi mükelleflerinden” diyorlar gizli tutuluyor. Biz bu “vergi mükellefi” tanımının gerçeği yansıtmadığını düşünüyoruz. Çünkü bir de ABD toplumunda ve sokaklarında “vergi mükellefi” olabilmeleri bile engellenmişlerin hakları var. Ayrıca sanmayın ki bu paralar Afganlara harcanmış. O da belli değil. Müthiş yolsuzluklar yapıldığı biliniyor. Tek diş kalınca sindirim zorlukları başlar ve için için çürürsünüz. Göreceksiniz artık ABD'nin bütün kirli çamaşırları ortalığa dökülecek. Düşmeye gör.

Ama 1900'lerin başında böyle miydi... Hâlâ o zamandan bu yana Bob Dylan'ın şarkılarında adınız anılıyorsa “gençsiniz” ve “Türksünüz”!(1)

Neden?

Atatürk, 7 Temmuz 1922'de Sovyet Sefiri Aralof'un Yüce İran devletinin muhterem fevkalade sefiri Mümtazüddevle İsmail Han Hazretleri adına verdiği ziyafette bir konuşma yapar. Söze “Doğu'nun masum ve mazlum olan milletlerinin hissiyatını temsil eden insanları bir araya getirmek ve onları dertleştirmekle pek büyük bir vazife” yapan “Aralof arkadaşımız”ı kutlayarak başlar.(2)

HEMDERT OLAN MİLLETLER BİRBİRİNİ BULUR

Türkiye, Sovyetler Birliği ve İran, o zaman da devrimler coğrafyasında birlikteler.

Neden?

Atatürk aynı konuşmada onun da yanıtını veriyor:

“Hemdert olanlar yekdiğerini arar ve bulurlar.”

Çünkü onlar:

“Aynı samimiyetle mütehassis olan arkadaşlar ve aynı samimiyetle mütehassis olan milletlerin temsilcileri”.

Türkiye ve Rusya uzun zamandır birlikteler. Ancak “İçimizde hakikaten büyük bir boşluk vardı; o da İran milletinin temsilcisinden mahrumiyet! Bugün ona da muvaffak olduğumuzdan dolayı bahtiyarız.”

Bu bahtiyarlığın sebebi nedir?

Mustafa Kemal her dönem geçerli olabilecek nedenleri ve alınması gereken tutumu çok net bir biçimde dile getirir:

“Türkiye halkının Doğu milletleriyle, Rusya ile, Azerbaycan ile, Afgan ile, İran ile olan bağları yalnız hissiyat üzerine kurulu değildir. Hakiki, maddi, değiştirilemez birtakım esaslara dayanmaktadır. Bu suretle düşmanlarımızın içimize girerek yapacakları telkinler ile bu bağların sarsılmasına imkân tasavvur etmek doğru değildir.”

Bir anlamda siyaset ve dış siyaset dersidir.

“Atatürkçü” olmak demek sosyal medyada “profil” fotoğrafına Atamızın kalpaklı yakışıklı fotoğrafını koymak anlamına gelmiyor.

Dış siyasetimizde aynı gemide olmanın, hissiyata değil “maddi, değiştirilemez” bazı esaslara bağlı olduğunu bileceksiniz. Bugün Afganistan siyasetini de daha ilk günden işte o temellere göre belirleyeceksiniz. Tam da tıpkı Atatürk gibi. Doğrunun verdiği cesaretle!

Tanıma devam ediyoruz.

Mustafa Kemal Paşa'dan önce ziyafette yapılan konuşmalarda bütün konuklar Türkiye'nin mücadelesinin yalnızca Türkiye'ye ait olmadığını vurgulamışlardı.

Sıra Atatürk'ün konuşmasına gelince o da bunun altını bir kez daha çiziyor.

Başka konuşmalarında da sık sık değinir.

Eğer Türkiye'nin emperyalistlere karşı “mücadelesi yalnızca kendi adına ve hesabına olsaydı çok daha kısa ve az kanlı” olurdu.

Ancak;

“Türkiya azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği dava, bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu'nun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiya, kendisiyle beraber olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.”

BÜTÜN DOĞU'NUN DAVASI İÇİN BİRLİKTE YÜRÜMEK

Bu dayanışma ve kader birliği Türkiye başarıya ulaştıktan sonra da anlamlı bir biçimde sürecektir. Türkiye bunu bir görev bilecektir. Hâlâ daha bilmek zorundadır. Yukarıda yapılan yön gösterici tahlil sonucu yaşam zaten bunu dayatmaktadır. Burada tayin edici olan ülkelerin gelişme düzeyleri ve başındaki yöneticilerin niteliği değildir. Onların “bütün Doğu'nun davası için” birlikte yürümesini sağlamaktır. Biden'ın Atlantik'i mi, yükselen Doğu mu? Önemli olan bu soruya yanıt vermektir. O zaman iki seçenek berraklaşıyor. Atatürk'ü de doğru anlıyorsunuz.

Millî devriminizi başarıya ulaştırabilmek için de, sonrasında sürdürebilmek için de emperyalizmle karşı karşıya gelindiğini, çatışmak zorunda kalacağınızı Atatürk çok doğru bir biçimde saptıyordu.

Üstelik bu ateşin bir tek Türkiye'yi tutuşturmayacağını da biliyordu.

Ateşin neden Türkiye'den başlayacağını da.

Zaten onun için “Atatürk” olmuştur.

Atatürk Afganistan cephesinde-1: Hemdert olan milletlerin birliği - Resim: 1

Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Çakmak, Ali Fethi Bey, Refet Bele, Afganistan Elçisi Sultan Ahmet Han, Azerbaycan Elçisi İbrahim Abilov Ankara Hipodrom'da yetim çocukların yararına yapılan at yarışında. (11 Kasım 1921)

BIDEN TASARIMI ÇİZGİSİ HEP VARDI

O dönemde de vatanı çıkmazdan kurtarmak için başka seçenekler önerenler vardı.

“Biden tasarımları” çizgisi her zaman olmuştur.

14 Ekim 1921'de “hemdert” kardeş ülkelerden Azerbaycan'ın Elçisi Abilof itimatnamesini sunduğu zaman da Atatürk aynı konuya değinmiştir.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra amaçları zaten Türkiye'yi istila etmek olan galiplerin “Asırlardan beri İslam’ın ve Türklüğün fedakâr muhafızı olan milletimizi esir derekesine indirmeye” kalkıştıklarını söyler.

Oysa biz “Milli sınırlarımız içinde hür ve bağımsız yaşamak istiyorduk. Bu meşru emelimizi elde etmek için uğraşıyorduk. Bu kutsal mücadelede milletimiz, İslam'ın kurtuluşuna, dünya mazlumlarının refahının artmasına hizmet etmekle iftihar” etmekteydik.(3)

Kuşkusuz Atatürk o zaman İslam ülkelerinin başında kimler vardı, hangi yasalarla yönetiliyorlardı, kıyafetleri nasıldı, kadınların durumu neydi iyi biliyordu. Ama onları refaha ve kurtuluşa götürecek yolun da “Wilson prensiplerinden” değil; emperyalizme karşı birlikte mücadeleden geçtiğini de biliyordu. O büyük mücadeleyi hapisaneden izleyen Gandi'nin dediği gibi “Tanrı'nın İngiliz olmadığını” kanıtlamak kolay iş değildi.

Ama bugün hâlâ “hür ve bağımsız” yaşamak istiyorsanız işiniz kolaydır. Başarının yolu bellidir.

18 Ekim 1921'de Ankara'da açılan Azerbaycan Sefareti'ne bayrağı çekerken “bize sevinçli bir bayram günü” yaşattıkları için teşekkür etti ve şöyle seslendi:

“Ankara'ya Yunanlıların, düşmanların bayrağı çekilmek isteniyordu. Bu fırsatı, hamdolsun ki düşmanlarımız elde edemediler.”

Evet, onun yerine Azerbaycan'ın sancağını çekmek gerçekten bir bahtiyarlıktı, sevinçli bir bayramdı. Başarıydı.

Kardeş hükümetin önemli özelliği ve kıymeti Atatürk'ün değerlendirmesine göre neydi?

Bunun yanıtı da genel siyasi tutumuna ışık tutan bir vurgudur ve öğreticidir:

Azerbaycan “Bir halk hükümetidir; mukadderatına kendi sahiptir ve hâkimdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti de bu esasa dayalı bir halk hükümetidir. Türkiye halkı bu gayeye elde etmek için mücadele etmiş, etmekte ve edecektir.”

Başarı yolunda önemli bir koşul daha,bu esaslara dayalı bir halk hükümeti olacaksınız.

Atatürk Afganistan cephesinde-1: Hemdert olan milletlerin birliği - Resim: 2

“Rusya, Azerbaycan, Afgan ve İran'la bağlar yalnız hissiyat üzerine değil, hakiki, maddi, değiştirilemez birtakım esaslara dayanmaktadır.” (Atatürk, 7 Temmuz 1922)
İsmet Paşa, Sovyet Elçisi Aralov, Mustafa Kemal Paşa, Azerbaycan Elçisi Abilov, Ali İhsan Paşa (Konya-Akşehir, 28 Mart 1922)

BÜTÜN DOĞU’YA YÖNELİK HÜCUMLARA SET ÇEKİYORUZ

Azerbaycan'ın ayrıca şu açıdan da çok önemli bir görevi vardır; Asya'daki kardeş hükümet ve milletlerle bir temas ve birleşme noktasıdır. Bu bir stratejik saptamadır. Aynı coğrafyada varlığımızı sürdürdüğümüze göre bu ilke de yol göstericidir.

Atatürk sağ tarafında asılı olan haritayı işaret eder.

Haritadan çok güzel görüldüğü gibi Anadolu bütün Asya'nın, bütün Mazlumlar Dünyası'nın Zulüm Dünyası'na doğru ileriye sürdüğü bir durumda bulunmaktadır. O nedenle Anadolu bütün zulümlere, hücumlara, saldırılara maruz bulunuyor. Anadolu yıkılmak, çiğnenmek, parçalanmak isteniyor. Ancak bu hücumlar Anadolu'yla sınırlı ve kısıtlı değildir. Genel hedefi bütün Doğu'dur. Anadolu bu müdafaasıyla yalnız kendi hayatına ait vazifeyi yapmıyor, bütün Doğu'ya yönelik hücumlara bir set çekiyor.(4)

Bu harita hâlâ geçerlidir.

Türkiye'nin bugün de emperyalizme karşı mücadelede koçbaşı görevi sürmektedir.

İlginç olan dost ve düşmanları da, sorumlulukları da buna göre benzer biçimde belirlenmektedir.

“Neticede dünya iki zümreye ayrılmaktadır. Birisi Doğu; ki kendi mevcudiyetini, insanlığını, bağımsızlığını idrak etmiştir; bu şuurla el ele vermiştir.”

Elbette, o zaman da bu zaman da Doğu'nun içinde bu şuura sahip olmayan el ele vermeyenler bulunmuştur, bulunacaktır.

“İkinci zümre” de Atatürk tarafından son derece tanıdık biçimde tanımlanmamıştır. Çünkü “maddeyi anlamaya”, bilimsel gerçeğe dayanmaktadır.

İkinci zümre “istilacı, mütecaviz ve saldırgan devletlerdir. Yerküreyi kendilerinin malikânesi kabul etmektedirler, insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkûm esirler saymaktadırlar.”

Emperyalistlerin de niteliklerinde pek değişiklik olmadığı görülüyor.

Mustafa Kemal, bunu garip ve gülünç diye niteler.

Onun için de başarı yoluna koyulur.

Onun için de o beğenilmeyen Doğu’nun, başka deyişle Asya halklarının mücadele süreci ve koşulları belirlenir.

Ancak Atatürk'ün bu tanımını okuyunca, ABD'nin dünyanın birçok ülkesine “demokrasi ve laiklik” adı altında ne götürdüğünü anlamak daha kolaylaşıyor. Ancak ABD emperyalistleriyle birlikte kadınları kurtarmaya kalkışanları anlamak da bir o kadar zorlaşıyor. Aslında Atatürk'ü yalnızca sosyal medya hesaplarında bir süse indirgemenin doğal bir sonucu.

Bu ikinci zümre devletler “ilan ettikleri insanî ve adaletkârane esasları, kabule değer gördükleri için değil, (Burada gönderme yapılan Wilson Prensipleri'dir. ŞP) senelerden beri tahakküm zinciri altında tuttukları insanlık kütlesini büsbütün silahlarından tecrit etmek ve daha kolay esaret altında tutmaya devam etmek için bir aldatma vasıtası kabul etmektedirler.”

Zavallı emperyalizmin eskiden bu yana hâlâ kullanmaya çalıştığı silah!

Bugünkü dille söylersek, kadınların bedenini sergileme özgürlüğünü; kadınların özgürlüğü ve eşitliğiyle bir tutan, sözde çevreci çocukların kullanımıyla bizim gibi devletleri üretimden vaz geçiren, LGBT haklarına kadar (Afganistan için de daha ilk günden dile getiriliyordu) içtiğiniz suya yeşilden mora kadar değişik renkte zehirli ilacı atıp o arada memleketi soyup soğana çeviren, bağımsızlığınıza zincir vuran “aldatma vasıtaları.” İstanbul Sözleşmesi'nden Greenpeace'in küçük kız çocuklarının bile eline verdiği sopalara kadar şöyle bir anımsayın.

Mustafa Kemal “Bunların gayesi insanlığın iyiliğine yönelik değil, kendi hırslarını tatmin içindir” diye çok açık söylüyor.

Üstelik “birbirlerini aldatarak biri diğerinden daha fazla menfaat koparmak için, hilekârlıkta yarış” yaptıklarını da saptıyor. Ve bugünün Afganistan'a bakan kara gözlüklülerine de bu arada aydınlatıcı gözlüğü takıyor:

“Bunların mazlumlara menfaat ve şefkat göstermelerine imkan yoktur. Buna inanmak büyük gaflettir. Bunları maddi ve manevi silahlarından tecrit etmemiz gerekir.”

“Garip ve gülünç olan” da üstelik arkada böyle bir yaşanmışlık olmasına karşın bugün bu gerçeğin görülememesidir.

Atatürk o zaman görüyor, bugünkü kendine “Atatürkçü” diyenler göremiyor.

Peki, Türkiye neden ve nasıl davranmalı...

Atatürk bunun da yanıtını veriyor:

Biz Doğu'daki dostlarımızla bağlarımızı âlemi aldatmak ve kendi lehimize sonuçlar elde etmek için kurmuyoruz. Yalnızca kendi haklarımızı ve bağımsızlıklarımızı korumak istiyoruz.

Amaç ve hedef bu olmalı.

Genel stratejiye de açıklık getiriyor:

Doğu'yu Batı'dan ayıran ta kuzeyden güneye kadar uzanan ortak bir cephe vardır. Bu cephede savunmalarda bulunmak, yekdiğeriyle hemdert olmuş milletlerin gerçek ve samimi dayanışmasıyla mümkün olacaktır. Hepimiz ayrı ayrı güçlü ve bağımsızlık fikriyle donanmış olmalıyız. Batı ancak o zaman silahını teslim etmek zorunda kalır ve baskı ve zulme son verir. Bizim de aramızdaki mesafeler karşılıklı güven ve muhabbetle azalır.(5)

İşte Atatürk Türkiyesinin iç ve dış siyasetine bu bakış açıları egemen oldu. Bunun kanıtı da o dönemde izlediği siyaset ve kurduğu ilişkilerdir. Atatürk Doğu Milletlerinin devrimcisi olarak yaşadı ve Batı emperyalizminin “mahv ve perişan olacağını” öngördü. Hiç kimse Batı emperyalizmine göre bir Atatürk icat edemez.

Bugünün siyasetlerini ona göre çizemez.

DİPNOTLAR:

(1) Bkz. “Gotta Serve Somebody.”

(2) Atatürk'ün Bütün Eserleri, c.13, s.136.

(3) Hâkimiyeti Milliye, 15 Ekim 1921, Numara:323, s.1; ATABE, c.12, s.36.

(4) ATABE, c.12, s.50; Hâkimiyeti Milliye, 20 Kasım 1921, Numara:357, s.1.

(5) ATABE, c.12, s.299,300; Hâkimiyeti Milliye, 5 Mart 1922, No:447, s.1.