29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Binboğalar efsanesi

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

Yaşar Kemal, Türk romanının büyük ustası, epeydir ondan söz etmek istiyordum, klasikler denince bu eşsiz yazarı unutmak olası mı? Bu güne değin yazmakta gecikmemin nedeni, doğrusu hangi kitabını seçmem gerektiğine karar verememektendi. Onun her romanı okunmalı bence, İnce Memet mutlaka okunmalı; Teneke, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu vb. usta yazarın geride bıraktığı büyük hazinenin önemli yapıtları.

Yaşar Kemal denince öncelikle şunu vurgulamamız gerekir, Türkçeye büyük bir güç vermiştir, Yunus Emre gibi, Dede Korkut gibi, Karacaoğlan gibi, sanki Tanrı vergisi diyebileceğim bir güç, bir dil yeteneği var onda, Türkçenin, özellikle halk dilinin çağımızdaki en büyük ustasıdır. Osmanlının “lisan-ı avam” diye, yani alt tabakanın dili diye aşağıladığı Türk dilinden büyük bir edebiyat dili, roman dili yaratılacağını gösterdi, destanların, masalların, türkülerin dilinden yararlanarak çağdaş bir Dede Korkut gibi çıktı karşımıza… Modern roman teknikleriyle birlikte, destanlardan, masallardan, türkülerden yararlanarak kendi dilini, üslubunu yarattı. Sık sık yinelerim şu sözü: Bizim tarihimiz ölü sözcükler mezarlığı, coğrafyamız yarı ölü sözcükler mezarlığı. Yaşar Kemal, Anadolu’da, o “lisanı avam” aşağılaması yüzünden dil dışı kalmış bir dil olduğunu gördü ve bu dili bu günkü edebiyat dilinin tam ortasına getirdi.

Onun onlarca romanı arasında hangisini seçip tanıtsam diye düşünürken, sonunda bir rastlantı işimi kolaylaştırdı. Ustam saydığım bu değerli yazarımızla ölümünden bir iki yıl önce tesadüfen İstanbul’da bir kitabevinde karşılaştık. Elimi uzattım, kendimi tanıttım, beni tanımaz, hatırlamaz diye düşünürken yanılmışım, hemen hatırladı: “Aa, o sen misin? Şu günlerde hakkında iyi yazılar yazılıyor!” diye gönül alıcı sözler söyledi, ilgi gösterdi, hemen bazı kitaplarını imzaladı orada. “Kemal Ateş kardeşime” diye imzaladığı kitapları arasında Binboğalar Efsanesi (YKY) de vardı. Kısa söyleşimizden şunu anladım; benim çekingenliklerim yüzünden geç kalmış bir tanışmaydı, rahmetliyi keşke daha erken tanısaydım.

Binboğalar Efsanesi’nde de gene Çukurova çıkıyor karşımıza, bu bölgenin romana dönüşmüş tarihidir Binboğalar Efsanesi, Yörüklerin, Türkmenlerin Çukurova’daki tarihidir. Konacak toprak bulamayan göçerlerin son topluluklarının, son kalıntılarının hikâyesi anlatılır. Gittikleri her yerde çadırları sökülür, kovulurlar, göçe zorlanırlar. Sürekli, “Kalkalım ama nereye konalım?” sorusuyla yaşayan, göçmen kuşlara benzeyen bir topluluğun, Yörüklerin romanıdır Binboğalar Efsanesi.

Her gittikleri yerde Yörüklerin nasıl aşağılandığı anlatılırken, aşağılanan insanın romanı olur bir bakıma Binboğalar Efsanesi, böylece evrensel yanı güçlü bir roman ortaya çıkar. Bu insanlar, yani Yörükler, bütün kapıları zorlarlar, çiftlik sahipleriyle, ağalarla pazarlıklar yaparlar, kimse dertlerine derman olmaz. Devletten de umduklarını bulamazlar.

Türkmenlerin zorla iskân ettirildikleri yıllarda ataları, bir kılıç vererek, iskândan kurtulmuşlardır, Haydar Usta şimdi bütün hünerini göstererek yaptığı bir kılıçla toprak alma umudundadır, halkını ocakta dövmekte olduğu kılıcıyla umutlandırır. Bu kılıcını devlet büyüklerine beğendirecek, obasını toprak sahibi yapacaktır. Bu arada daha başka hesaplar da yapılır. Bu göçer topluluğun en güzel kızı Ceren’i bir çiftlik sahibiyle evlendirerek amaçlarına ulaşmak isterler, ancak Ceren, Halil adında bir genci sevmektedir. Aşkıyla, aşiretinin istekleri arasında bunalıp kalmış kızın durumunu da roman boyunca merakla izleriz, Ceren’in durumu gerçekten zordur, bir yanda aşkı, bir yanda toprak bulma derdindeki aşireti, kendisinden yardım bekleyen topraksız halk... Romanda güçlü bir aşk öyküsü de yer bulur böylece. Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun gibi, önünde engelleri olan bir aşktır bu.

Kılıcını devlet adamlarına göstererek toprak sorununu çözeceğini sanan Haydar Usta’nın umutları düş kırıklığıyla biter, kılıcını, hünerini gösterdiği devlet büyükleri, beyler, “çok güzel” ya da “ilginç” demekten öte bir ilgi göstermezler. Bu kılıç aslında biten, tükenen bir dönemin simgesi gibi anlatılır. Göçerlik gibi, kılıç gibi silahların da ömrü bitmiştir. Yaşar Kemal, eşyaya ya da çeşitli araç ve gereçlere simgesel anlam yüklemekte ustadır. Haydar Usta’nın yaptığı kılıcın da böyle bir simgesel anlamı vardır.

Başka okuma önerisi: Varlık dergisi eylül sayısı.