24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Düşünce ve İnanç Özgürlüğü-5: Allah katında inanç özgürlüğü

Düşünce ve İnanç Özgürlüğü-5: Allah katında inanç özgürlüğü
A+ A-
PROF. DR. ŞAHİN FİLİZ - AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

Milliyetçilik ilkesi, toplumsal ilerleme ve gelişme için vazgeçilmez bir ilkedir. Herhangi bir etnik kökene göndermede bulunmaz. Türk Milliyetçiliği, kültürel ve tarihsel birlik ve beraberliği resmeder. Bununla da kalmaz; Türk toplumu içinde mevcut farklı etnik kökenlerin, din ve mezheplerin birbirlerine tasallut ve tahakkümlerinin de önüne geçer. Türklük bu sebeple şemsiye bir kimliktir; ırki kökene dayalı hiç bir kimlik, belirli bir din ya da mezhebe bağlı hiçbir din yorumu diğerlerinin üstünde ya da altında olmak imtiyazı ya da mahrumiyeti ile karşı karşıya değildir. Milliyetçilik ilkesi bu bağlamda tüm farklı etnisitelere geniş bir özgürlük alanı yaratmakla kalmaz; mevcut bütün din ve mezheplere, hatta aynı din içindeki farklı anlayışlara da inanç özgürlüğü alanı yaratır. Milliyetçilik milli özgürlükle birlikte toplumsal ve bireysel özgürlüğün de can suyudur.

Gerek Fransız, gerekse Rus devrimlerinin birer milliyetçi hareket haline dönüşmüş olmaları göstermektedir ki, modern çağda milliyetçilik, kitle heyecanının en yoğun ve en sürekli kaynağıdır ve devrimci heyecanın başlatmış olduğu büyük değişiklikler zincirine son verilmek isteniyorsa, milliyetçi heyecanın önü alınmalıdır. (3)

Japon milliyetçiliğinin yeniden canlanma ruhundan yararlanılmasaydı, Japonya’nın olağanüstü kalkınması belki de mümkün olmazdı. Batı Avrupa ülkelerinin özellikle Almanya’nın hızla modernleştirilmesinin de, milliyetçi heyecanın iyi bir şekilde teşvik edilmesiyle kolaylaştırıldığı düşünülebilir. Mevcut belirtilere göre bir yargıya varıldığında, Asya ülkelerinin uyanışını gerçekleştirecek ortam, milliyetçi hareketlerden başka bir şey olmayacaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün hemen hemen bir gecede Türkiye’yi modernleştirmesine imkân veren durum, samimi bir milliyetçi hareketin doğuşu olmuştur. (4)

1924 Anayasası Türk sözcüğünün siyasal ve sosyal yönden çok açık tanımını yapmıştır: “Türkiye halkına din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık yönüyle ıtlak olunur.” (md. 88). Anayasa, dinsel ve ırksal farklılıkların bir anlam taşımadığını yalın bir dille belirtmiştir. Bu tanım, Cumhuriyet yönetiminin milliyetçilik anlayışını da ortaya koymaktadır.

Atatürk ilkelerinden biri olan milliyetçilik, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı, insani ve cihanşümul bir öz taşır, soyu ve dini temel alan bir anlayışa dayanmaz. (5)

Millet ve ulus kavramları farklı kesimler tarafından kullanılmakla birlikte esasen aynı anlamdadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin özel konumu ve tarihsel olayların gelişimi sonucunda aynı anlama sahip olan bu iki kavram değişik dönemlerde devreye girmiştir. Milliyetçilik kavramı millet sözcüğünden kaynaklanmaktadır. Ümmet sözcüğü bir dine dayanan insanlar topluluğu demektir. Zaman içinde dini toplumdan laik düzene geçilirken ümmet kavramının yerini millet kavramı almıştır. Ne var ki daha sonraları da millet kavramının ümmet kavramını çağrıştırması nedeniyle Türklerin Orta Asya döneminden gelen ve Orhun Kitabeleri’nde yer alan ‘ulaş’ kavramından yararlanılarak ulus sözcüğü türetilmiştir. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden önceki bir dönemden gelen bu kavram din dışı bir birlikteliği ifade ettiği için laik ve çağdaş bir devlet kurmak üzere yola çıkan Cumhuriyetimizin kurucuları tarafından benimsenmiştir. Sonraki yıllarda toplumun sağcı kesimleri, muhafazakârlar ve dindarlar millet ve milliyetçilik kavramlarını kullanmışlar, Türk toplumun ilerici ve çağdaş kesimleri ile laikliği benimseyen gruplar ve sol düşünceli aydınlar ise ulus ve ulusalcılık kavramlarını sıcak karşılayarak kullanmışlardır. (6)

ATATÜRK’E GÖRE ÖZGÜRLÜK VE SINIRLARI

Atatürk diyor ki: “İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği şekilde bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Mukaddes ve ilahi inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi karanlık ve kararsız olan ve her türlü çıkar ve tutkulara görüntü sahnesi olan siyasal işlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an evvel ve kesin şekilde kurtarmak, milletin dünyevi ve uhrevi mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak bu yolla İslam dininin yüksekliği belirir.” (7)

VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ

Atatürk diyor ki: “ Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak kendine özgü siyasal bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına egemen olunamaz.

Vicdan özgürlüğü sınırsız ve sataşılmaz, bireyin doğal haklarının en önemlilerinden tanınmalıdır.

Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz.” (8)

İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

İslam dini anlaşılmayı amaçlar. Kur’an’da “bu kitap anlaşılsın diye indirilmiştir, diye belirtilir. İnanç özgürlüğü işte anlaşılmanın sınırları ölçüsünde insanidir ve insana göredir. Ne var ki, dinin anlaşılması, kötü niyetli kimselerce kitleler üzerinde haklı olarak etkili olmayan bir yoldur. Tam tersine bu kimseler dinin anlaşılmadığı oranda etkili olabileceğini keşfetmişlerdir. O yüzden insanların dini yeterince hatta hiçbir şekilde anlamalarını arzu etmezler. Bunun için ellerinden geleni yaparak önce onların zihinsel ve ruhsal özgürlüklerine, dini öne sürerek bir takım engeller koyarlar ki insanlar dinin doğasında onu anlamamak olduğu yanılgısına düşürülürler.

Böylece bir öğretinin etkililik derecesi hakkında varılacak yargı, onun derinliği, yüceliği ve doğruluğundan değil, fertleri kendi nefsinden ve gerçek çevresinden ne kadar iyi ayırabildiğinden çıkarılmalıdır. Pascal’ın etkili bir din hakkında söylediği, etkili bir öğreti için de kabul edilebilir: “Etkili bir din, doğaya, sağduyuya ve zevk almaya karşı olmalıdır.” Bu suretle açıkça görülmektedir ki, bir öğreti etkili olabilmek için, anlaşılmaz fakat inanılır olmalıdır. İnsanlar sadece anlamadıkları şeylerden kesinlikle emin olurlar. Anlaşılabilir bir öğreti güçten yoksundur. (9)

Din kimseyi inanmaya ve inandıklarını tatbike zorlamaz. İnanmak zorunlu olmadığı gibi inandığını yapıp yapmamak da zorunlu değildir.

“Dinde zorlama yoktur.” (10)

“Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (11)

ALLAH’IN İRADESİ

İslam kelamı, başka bir deyişle İslam ilahiyatı, Allah’ın iradesini ikiye ayırır. İlki, Tekvini İrade’dir: Doğum, ölüm, güneşin doğup batması, mevsimlerin birbiri ardına gelmesi gibi doğa yasalarıyla ilgili olan iradededir ki, burada zaten kendiliğinden zorlama vardır. Canlı cansız tüm varlıklar, doğal süreç içinde tekvini iradeye ister istemez bağlıdır. Hiçbir varlık bu irade dışında ve ona rağmen ne var olabilir, ne de ölebilir. İkincisi Teşrii İradedir ki, bunda ilahi ve doğal bir zorlama söz konusu değildir. Allah bu iradesiyle, insanların kendine ve yolladığı dinlere inanmalarını arzu eder, ama yaratılış ve doğa ile ilgili iradesinde olduğu gibi, kimseyi doğa kanunlarına boyun eğdirdiği gibi inanmaya boyun eğdirmez, her insanı inanç konusunda özgür bırakır. İnanmalarını arzu etmesi, insanların iyiliğini dilemesinden dolayıdır. İsteseydi, doğa kanunlarındaki doğal zorlamayı bu iradesiyle de gerçekleştirebilirdi. Ancak bu zorlamayı kendi şanına uygun görmemiş; insana değer vermekle kalmayıp, onun özgür tercihine de değer atfetmiştir. Kimseyi doğa yasalarındaki zorunlulukta olduğu gibi zorla inandırmayı kendi yüceliğine münasip görmeyen Allah, bu konuda bu ve benzeri birçok ayette(12) ifade edildiği gibi, kendi Peygamberine bile herhangi bir yetki ya da izin vermemiştir. Dolayısıyla inanç özgürlüğünü yine Allah kendi katında ve şanında himayesi altına almıştır.

TÜRKİYE’DE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

Türkiye’de inanç ve düşünce özgürlüğü, uluslaşma ve dolayısıyla bireyleşme süreçlerinde yaşadığımız toplumsal sancılar hafiflediği zaman yerli yerine oturacaktır. Uluslaşma ve buna bağlı olarak bireyleşme gerçekleşmeden inanç ve düşüncenin konusu olan konuların doğasında olgunlaşma beklenemez. Bireye sunulan inanç ve düşünce konularının bilim, aydınlanma ve insan merkezli felsefi birikimle yeniden gözden geçirilmesi, özgürlük ve onun sınırlarını da doğal olarak yeniden belirleyecektir. Felsefi sorgulamaya karşı derin kuşku, bilimsel yöntembilim eksikliği, okuma-yazma oranındaki düşük seviye, kısacası bilgi aleyhine inancın her şeyi belirlemesi gibi düşünsel sorunlar aşılmadıkça; aşiret, bölge ve etnik temelli sosyal yapının ulusal yapıya beklenen hızda dönüşememesiyle ilgili sosyolojik problemler çözülmedikçe, inanç özgürlüğü ve sınırları her zaman birbirini tamamlayan unsurlar olarak değil, birbirine karşıt iki cephe olarak konumlandırılacaktır.

- BİTTİ-

Dipnotlar:

3- Eric Hoffer, a.g.e., s.31.
4- Eric Hoffer, a.g.e., s.32.
5- Bkz. Fethi Karaduman, Çöküş ve Doğuş, Atatürk Devrimi, Günizi Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.609-612.
6- Anıl Çeçen, “Ulusalcılık-Milliyetçilik Kavramları”, (Milliyetçilik: Neden Şimdi?, Hazırlayan: Çetin Yetkin, Yar Y., Antalya 2006 içinde), s.54-63.
7- Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Üçüncü Basım, Ankara, 2007, s.192.
8- Utkan Kocatürk, a.g.e., s.193.
9- Eric Hoffer, a.g.e., s.122.
10-2 Bakara 256.
11-5 Maide 99.
12-Mesela bkz. 3 Al-i İmran; 20 16 Nahl 35, 82; 24 Nur 54; 29 Ankebut 18; 88 Ğaşiye 21-22.

İlk yazıyı okumak için TIKLAYINIZ.

2.yazıyı okumak için TIKLAYINIZ.

3.yazıyı okumak için TIKLAYINIZ.

4.yazıyı okumak için TIKLAYINIZ.

Son Dakika Haberleri