Hangi kadın nasıl aile?
Kadın ve aile ile ilgili hafta boyunca karşımıza çıkan konular pek iç açıcı değildi. Bu konuları yan yana getirdiğimizde ilginç bir tezat ortaya çıktı


Konulardan biri, Pınar Gültekin cinayeti davasıyla ilgiliydi. 4 yıldır süren davada katile verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası “canavarca hisle öldürmediği, haksız tahrik indirimi uygulanması gerektiği” gerekçeleriyle Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından bozuldu. Hukukçu veya davanın hâkimi değiliz, kararı sorgulamıyoruz. Ancak tasarlanma, cenin pozisyonunda varile konma, diri diri yakılma, üzerine beton dökülme, nehre atılma detayları sabit bir cinayette katilin 7 yıl hapisle kurtulacak olması ihtimalinden ve bu ihtimalin toplum vicdanında açacağı yaradan endişe ediyoruz.
Kadın ve çocuk cinayeti davaları bitmiyor, bir başka örnek Narin Güran… Haftanın değil, yılın, belki on yılın davası olarak hafızamızda derin izler bırakıyor.
NAFAKA LÜTUF MU?
Cinayet davalarını kenara koyup gündemdeki başka bir konuya, nafakaya geliyoruz. Nafaka uygulamasının evlilik süresine göre belirleneceği yasa değişikliğinin detayları bu hafta çok konuşuldu. Cumhuriyet’le gelen Medeni Hukuk’un yargısal içtihatlarla kökleşmiş “yoksulluk nafakası” kurumu yanlış algıların, lobi faaliyetlerinin etkisiyle bozulmaya çalışılıyor.
Nafaka kadınlara lütufmuş gibi ele alınıyor. Yasada kadın erkek ayrımı olmadığı halde yoksulluk nafakası alacaklılarının neden hep kadın, borçlularının erkek olduğu sorgulanmıyor. Ekonomik durumun kadınların aleyhine olduğuna, yoksulluk nafakasının kadını koruduğuna ilişkin sosyal gerçekliğimiz göz ardı ediliyor. Nafaka sürelerinin sınırlanmasıyla sorunların çözüleceği, en azından azalacağı yanılgısı fütursuzca işleniyor.
Medyaya geliyoruz. Kadına yönelik şiddette medyanın sorumsuzluğuna, bu sorumsuzluğa hukukun duyarsızlığına ilişkin alışılmış örneklerin yanında bu hafta, ismi lazım değil, bir dizi dikkat çekti televizyonda.
“Gerçeklerden esinlenildiği” belirtilen dizide, Türk edebiyatına, resmine, gravür, seramik, grafik sanatlarına ilk ve en önemli eserleri kazandıran bir ailenin hatırası çarpık ilişkilere, skandallara, kehanetlere, dedikodulara kurban ediliyor. Reyting uğruna tarih, ulus, aile, ahlak, kültür değerlerimizin çarpıtılmasına herhalde değiyor. Bu haftaki bölümden melun bir sahne gözümüzün önünden gitmiyor.
Survivor starı, 2014 ve 2015 yıllarında Survivor Türkiye’de 2 kere şampiyon olmuş; 2019 yılında ise benzer bir yarışmayı ABD’de kazanmış Turabi Çamkıran’ın “hit” şarkısının sözleri ise kulaklarımızdan silinmiyor.
AİLESİZLİK YÜKSELEN DEĞER
Haftaya özel örneklerin yanında, geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı, işsizlik, plansızlık, gelir adaletsizliği gibi konularsa gündemin en başında yerini alıyor, ailelerin kâbusu olmaya devam ediyor. Ekonomik sıkıntılardan kim bilir kaç aile daha dağılıp yıkılmaya, kaç kadın aile içi şiddet mağduru olmaya, kaç genç hayal kırıklığı ve yılgınlığa mahkûm oluyor.
Bu şartlar altında ailesizlik, başına buyrukluk, bireycilik yükselen değer; aile kurmak, çoluk çocuğa karışmaksa enayilik olarak görülüyor. 2025 “Aile Yılı” kapsamında ve nüfus azalmasına tedbir olarak açıklanan para yardımlarıysa sadaka bile değil, sadakanın zekâtı, suyunun suyu olmaktan öteye gidemiyor. Yapısal çözümler gerekiyor.
Tezat demiştik, hâlâ anlaşılmadıysa, şu soruyla bitirelim en son!.. 100 yıl sonrasından nesnel olarak bugünlere bakacak sosyal tarihçiler örneğin, Türkiye’de 2025’i “Aile Yılı” mı, “ailede dibi görme yılı” mı olarak değerlendireceklerdir daha çok, ne dersiniz?