24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İdlib ve mücadeleyi kazanmak!

R. Bülend Kırmacı

R. Bülend Kırmacı

Eski Yazar

A+ A-

27 Şubat gecesinde İdlib’den gelen şehit haberleri içimizi yaktı.

Türkiye ile Suriye askeri güçlerinin, Rusya’nın da dahli olduğu anlaşılan, çatışma ortamına yol açtı.

Önce kimi tespitleri yapmalıyız.

Dış siyasette uzun yılların yanılgılarından arındık, Türkiyemiz toprak bütünlüğünü korumak için Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarını yaptı.

Mehmetçiğimizin büyük kahramanlıkları ve ulusumuzun fedakarlıklarıyla bugüne kadar geldik.

Bu harekatları icra ederken, “toprak bütünlüğüne saygılı olduğumuz” Suriye ile dolaylı ve bölgeye yakın bir ülke olan Rusya ve İran ile de belli ölçülerde doğrudan irtibat içindeydik.

Gerçekten, Astana süreci ve Soçi mutabakatı, haklılığımızı pekiştiren gelişmelerdi.

İşte tam da bölge ülkeleriyle işbirliği sayesinde “konu” Fırat’ın doğusuna gelecekken, adeta “gizli bir el” devreye girmiş, askerlerimize alçakça saldırılmış, bu saldırılara misliyle karşılık verilmeye başlanmıştır.

Bununla birlikte, bizim nihai hedefimiz, sınırlarımızın yamacında “2. İsrail devletinin” kurulmasına engel olmaktır.

Bu amaçla PKK eliyle kotarılmaya çalışılan bir “Kürt koridorunu” kesinkes dağıtmaktır.

Bunun en kestirme yolu bölge ülkeleriyle işbirliği ya da eşgüdüm içinde davranmaktır.

İdlib’teki son gelişmeler de, bu gerçeği değiştirmemelidir.

Devlet aklı galip gelmeli, Türk Milletinin, Suriye ile Rusya ile savaş istemeyen sesine kulak verilmelidir.

Tırmanan gerginliğin, artan gerilimin, bize yönelik tahriklerin, doğal olarak düşündürdüğü şudur:

İdlib’de ve hatta ülkenin genelinde Suriye ile savaşın eşiğine getirilmek istenmekteyiz...

Bu, büyük tuzaktır.

Bu tuzağın boylamında, Türkiyemizi Atlantik sistemine tekrar yöneltmek/bağlamak, nice fedakarlıklarla püskürtülen 15 Temmuz ve FETÖ ile PKK ile mücadelede elde edilen kazanımları kaybettirmek vardır.

Bu tuzağın enleminde ise, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Kıbrıs’ta, Karadeniz’de, çıkarlarımızı savunmada, bizi zayıflatmak vardır.

Sonuçta Türkiye, bölge ülkelerinden koparılmak ve tekrar Atlantik güçlerinin çekim alanına sokulmak istenmektedir.

Böyle bir yönelim, yeni bir alt-üst oluştur.

Bu süreçte, CIA tabanlı kuruluşların kimi raporlarında da vaaz edilen, ABD’nin “yeni ve yandaş iktidar” arayışı, ayrıca hatırlanmalıdır.

Olup-bitenleri tesadüflerle açıklamak neredeyse olanaksızdır. Tam tersine, çok-boyutlu bir tuzağın içine çekilmeye çalışıldığımızı düşündürmektedir.

Türkiye’nin böyle bir tuzağa düşmeyeceği ve Sayın Cumhurbaşkanının itidalden ayrılmayacağı ümit edilmelidir.

Çünkü aksi, dramatik ve geri dönülmesi zor bir yanılgıyı oluşturacaktır.

Yanılgılardan yalnızlığa ve de haklıyken haksız duruma düşmemeliyiz.

Günümüzde ve dahası tüm demokrasi tarihimiz açısından doğrusal çizgisiyle; (karasal ve deniz sahalarındaki) asıl tehdit -15 Temmuz’daki gibi- Atlantik’ten, gelmektedir.

Bu tehdit daha “kararlı” ve önlem alınmazsa zararları açısından daha kalıcıdır.

Kuşkusuz, daha önceleri başlattığımız haklı harekatlar nedeniyle ve nihayet İdlib alanında da tehditler vardır ve bu doğrultuda Bahar Kalkanı operasyonunun yürütüldüğü ifade edilmiştir.

Fakat bu tehditler -halen güncel acı sonuçlarını yaşıyor olmamızla beraber- Atlantik’ten gelen asıl tehditlere göre daha konjonktürel ve daha çabuk savuşturulabilecek niteliktedir.

Bu tespitime bir rezervle şunu da eklemeliyim: Bölgemizde ve alanda “dostluk ve düşmanlık” yer değiştirebilmekte; yer yer vekaleten icra edilebilmektedir.

Açıktır ki, bölge ülkelerinin de sorumlulukla hareket etmesi ve sonunda kendi düşecekleri “tuzaklar” kurmaktan kaçınmaları da yaşamsal önemdedir.

Nihayet, gelinen noktada, dış siyasette, güvenlik mekanizmasında, hızlı ve doğru kararlar alınması, stratejik eksende beliren devlet aklının daim canlı ve diri tutulması zorunludur.

İçinde bulunduğumuz durumda ve her koşulda, kahraman Mehmetçiklerimiz ve aziz Vatanımız için dua ederken, bu tabloda en uygun sonucu almak için şunları önerebilirim:

1) İdlib’de sivillerin güvenliği için yeterli ve güvenli bir bölge temini,
2) Türkiye ile Suriye’nin teröristlerin silah bırakması için (dolaylı da olsa) etkin işbirliği,
3) (Suriye ve) Rusya kuvvetlerinin, teröristle mücadele sırasında, sivil halka son derecede özenli davranmayı kesin olarak taahhüt etmeleri,
4)Fırat’ın doğusunda PKK’nın “sonlandırılması” için Rusya’nın işbirliği taahhüdünü içeren yenilenmiş bir Soçi mutabakatı,
5) Türkiye toprak ve sınır güvenliğini bölgeden başlayarak korumak amacıyla bölgede silahlı güçle bulunmaya devam ederken, kalıcı barışın bölge ülkeleriyle işbirliğiyle sağlanacağı gerçeğinden ayrılmamak; Astana’ya bağlılığın ifadesi,
6) Libya dahil Akdeniz’deki çıkarlarımız konusunda, Rusya başta olmak üzere, Türkiye’nin içtenlikle desteklenmesi,
yanı sıra,
7) Irak Merkezi hükümeti ile, - İran’ın da gözlemciliğinde - Türkmenlerin haklarını ifade eden prensipler manzumesinin değerlendirilmesi,
8) Sığınmacılarla ilgili “iktisadi giderlerimizi” bir ölçüde hafifletmek için uluslararası kuruluşlara olan dış borcumuzun dörtte birinin silinmesi talebi,
9) Halkımızın ve dünya kamuoyunun tek merkezden bilgilendirilmesi, öncelikli uğraşlarımız olmalıdır.

İnanıyorum ki tehdidi doğru algılayacak, “devlet aklı” ön plana çıkacak, bu mücadeleyi Milletimizle birlikte kazanacağız!