28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İlk kadın opera sanatçısı Semiha Berksoy

Semiha Berksoy hemen hemen bütün konuşmalarında, içinde aşk olmayan, hissedemediği ve tutkuyla bağlanmadığı hiçbir şeyde yer almadığını söyler. Onu etkileyen kişilerin başında ise Nazım Hikmet gelir

İlk kadın opera sanatçısı Semiha Berksoy
SELDAĞ ÖZALP

Mustafa Kemal Atatürk, 1913 yılında Sofya Askeri Ataşeliğine atandığı dönemde, klasik müzik konserlerine ve operalara giderek bu müzik türlerini tanıma fırsatı bulmuştur. Sofya’da ‘Carmen Operası’nı seyrettikten sonra “Çok sesli müzik çağın gereğidir… Bulgarlar bunu başarmış… Bizim ülkemizde de operaya kavuşacağımız günleri görebilecek miyiz acaba?” diyen Atatürk; Cumhuriyetin ilanından sonra, müziğin uygarlaşma yolundaki değişimi ile ilgili görüşünü, 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM açış konuşmasında, “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir” sözleriyle vurgular. Atatürk, çok sesli müzik çalışmaları yanında, özellikle ‘Opera Sanatı’na önem verilmesini istemiştir.

Ulusal operamızın başlangıç eseri olarak, Münir Hayri Egeli’nin librettosunu yazdığı, Ahmet Adnan Saygun’un bestelediği “Özsoy Operası”, Türk müzik tarihindeki saygın yerini almıştır. Bu eser Türkiye Cumhuriyeti’nin her konuda olduğu gibi müzik konusunda da çağdaşlaşma yolunda emin adımlarla ilerlediğini göstermektedir. Atatürk’ün ilk ulusal Türk operasının hazırlanmasındaki fikirleri, yardımları, sanatçıları teşviki ve operanın librettosunun temasını bizzat kendisinin hazırlaması, bu konuya verdiği önemi göstermektedir. Kısa sürede tamamlanan eser, İran ve Türklerin aynı soydan gelen kardeş halklar olduğu temasını işler.

ATATÜRK’ÜN HUZURUNDA

Semiha Berksoy,1934 yılında Atatürk’ün daveti üzerine, konservatuardan şan hocası Nimet Vahit ve Nurullah Taşkıran ile birlikte ilk Türk operası olan ‘Özsoy’u oynamak üzere Ankara’ya gider.

“1934 yılında Atatürk’ün emriyle ilk Türk operası Özsoy’un başrolü Ayşim’i oynadım. Operalarımızın önüne Atatürk’ün heykeli dikilmelidir. Harf, kıyafet ve şapka devrimlerini yapan Atatürk, sanat devrimi de yapmak istiyordu. Şöyle düşünüyordu: ‘Operada reform yapmakla bütün sanatlarda reform yapmış olurum.’ İşte ben, ömrüm boyunca Atatürk’ün yüksek sanat görüşünün temsilcisi olmaya gayret ettim. 1934 yılında ilk Türk operası olan Özsoy’u prova ettiğimiz bir gün Atatürk’ün gelip provayı izleyeceği haberini verdiler. Gazi geldi ve locasından provayı seyretti. Hepimiz heyecanlıydık. Oyun bitince ‘bravo’ diye bağırdı. Gece ise bizi Çankaya Köşküne davet etti. Ben 24 yaşında heyecandan korkuyor ve tir tir titriyordum. Çankaya Köşkü’ne gittiğimizde Gazi bizi İnönü’yle birlikte karşıladı. Sarışın, heybetli, çok yakışıklı bir insandı Atatürk. Bana hangi okulda okuduğumu sorup, şarkılarımı okumamı istedi. Ben de Madam Butterfly Operası’ndan bir arya okumak istediğimi belirttim. Hemen emir verdi, piyanoyu ve ses alma cihazını açtırdı. Sesimi plağa çektiler. Piyanonun yanında, benim başımda beni dinledi. Tebrik etti.”

İlk Türk operası ‘Özsoy’ 19 Haziran 1934 günü Halkevi Sahnesi’nde Atatürk ve İran Şahı Rıza Pehlevi’nin huzurunda sahnelenir.

BERKSOY’UN EĞİTİMİ

Semiha Berksoy, 24 Mayıs 1910’da İstanbul Çengelköy’de dünyaya gelir. Babası Merkez Bankası memurlarından şair Ziya Cenap Bey, annesi ressam Fatma Saime Hanım’dır. Semiha daha dört yaşındayken melodiler söylemeye başlar, ilkokul yıllarında hikâyeler yazar, yazdıklarını resimler. Gençlik çağlarında oturdukları Kadıköy’de o zamanki tiyatroları, operetleri ilgiyle izler ve evde kendine parlak yaldızlı elbiseler dikip, dans ederek sahnede izlediklerini taklit ederdi.

1928 yılında İstanbul Konservatuarı sınavlarına girerek, sanat eğitimine başlar. Yıllar sonra o günlerdeki duygularını şöyle anlatır: “Nimet Vahit Hanım’ın şan sınıfında benim ruhumu sürükleyen, bende alev haline gelen o sanat aşkıyla derslere başladım.” Berksoy, konservatuara devam ederken aynı zamanda Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail Atölyesi’nde resim eğitimi alır.

Semiha Berksoy, 1930 yılında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun açtığı sınavı kazanır. İlk kez tiyatro sahnesine Tolstoy’un Yaşayan Kadavra oyununda, çiçek satan kız rolüyle sahneye çıkar. 1931 yılında Muhsin Ertuğrul’un çektiği “İstanbul Sokaklarında” isimli ilk sesli Türk filminde başrolde yer alır. 1932’de Nazım Hikmet’in yazdığı, Muhsin Ertuğrul’un sahneye koyduğu “Kafatası” adlı piyeste “Kara gözlü Sinyorina” tangosunu söyleyerek rol alır. Nazım Hikmet’le tanışması da bu piyes sayesinde olur. Aynı yıl şiirlerini yine Nazım’ın yazdığı “Yalova Türküsü” müzikalinde Muammer Karaca ile başrolde oynar. Fakat bir süre sonra Şehir Tiyatrosu kadrosunda yer olmadığı söylenerek işten çıkarılır. Bir süre işsiz kalır. Derken, Süreyya Paşa Opereti’nden teklif alır ve Emir, Çardaş, Maskot, Leblebici Horhor gibi operetlerde sahneye çıkarak büyük ün kazanır.

SANAT AŞKI

Semiha Berksoy hemen hemen bütün konuşmalarında, içinde aşk olmayan, hissedemediği ve tutkuyla bağlanmadığı hiçbir şeyde yer almadığını söyler. Onu etkileyen kişilerin başında ise Nazım Hikmet gelir. İki büyük sanatçının uzun yıllar dostlukları sürer, bağlarını hiç koparmazlar, her fırsatta mektupla haberleşirler. Aşkları, arkadaşlıkları ve pek çok şeyi barındıran bu mektuplar, yıllar sonra “Nazım Hikmet ve Tosca’sı Semiha Berksoy” adıyla kitaplaştırılır.

Nazım Hikmet, Semiha Berksoy için, Selma Muhtar takma adıyla “Bu Bir Rüyadır” adlı opereti yazar. 1934-35 sezonunda Semiha bu oyunu başrolde oynar. Berksoy aynı zamanda “Mezardan Gelen Mektup” (1935) adlı hikâyenin yazarıdır. Türk Edebiyatı’ndaki ilk gerçek üstü yazılardan biri olarak dikkat çeken eserini, çok sevdiği dostu Fikret Mualla’nın çizdiği desenlerle tamamlar. Fikret Mualla,1939’da Türkiye’den ayrıldıktan sonra Semiha Berksoy ile mektuplaşmaları yıllarca sürer. Berksoy, resimde hiçbir akıma bağlı olmadığını şöyle anlatır arkadaşına:

“Ne hissediyorsam onun resmini yapıyorum. Kiminde çocuk gibiyim, kiminde melek, kiminde şeytan… Melekliğim karşılık beklemeden sevmemden geliyor. Sevince melekleşiyorum, sevince çocuk saflığına kavuşuyorum… Şeytanlığım ise, sevdiğimi bırakıp gidebilmem.Sanatım için çekip giderim, gidebilirim… Bana şeytanlığı yaptıran sanat aşkı.”

Bu mektuplar daha sonra “İki Aykırının Mektupları” adıyla kitaplaştırılır.

Semiha Hanım, 1936 yılında sanata ve kariyerine iyice odaklanır. Berlin Devlet Yüksek Müzik Akademisi Opera Bölümü’nden 1939 yılında birincilikle mezun olur. Sanatçı, bu dönemde Avrupa’da opera sahnelerine çıkan ilk Türk sopranosu unvanını alır. İkinci Dünya Savaşı çıkınca Türkiye’ye döner ve İstanbul Konservatuarı’na ses uzmanı olarak atanır. Bu görevinin yanı sıra İstanbul ve Ankara’da konserler verir.

NAZIM HİKMET VE BERKSOY

Semiha Berksoy, Puccini tarafından bestelenen üç perdelik bir opera olan Tosca’yı oynamak istiyordu. O sıralarda cezaevinde olan Nazım Hikmet’e bu isteğini iletir. Nazım, Tosca’yı 1940’ta Çankırı Cezaevi’nde hemen çevirmeye başlar ve aynı yıl içersinde eserin çevirisini bitirir. 1941 yılında Tosca sahnelenir, Semiha dramatik soprano sesi ve ’Scarpia’ rolüyle başrolde sahneye çıkar. Sanatçı daha sonra, 1942 yılında Ercüment Siyavuşgil ile hayatını birleştirir ve kızı Zeliha Berksoy dünyaya gelir.

Yurt dışında da pek çok konser veren sanatçı, 1950’de açılan Devlet Operasına solist olarak atanır. 1951 opera sezonunda temsil edilen Tiefland Çukurova Operası’nda başrol ‘Marta’yı oynayan Semiha Berksoy, ses uzmanı A. Lombardie başta olmak üzere, uzmanlar tarafından devlet operası kadrosunda “Birinci Sınıf Dramatik Soprano” olarak belirlenir.

1963 opera sezonunda Verdi’nin II. Trovatore Operası’nda “Azucena” rolüyle 30. sanat yılı jübilesini yapar. Berksoy, Devlet Tiyatrosu’nda çeşitli oyunlarda rol alarak, “Deli Dolu”,”Lüküs Hayat” operetlerinin ilk icrasını da gerçekleştirir. Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilişinin 50. yılında, TBMM tarafından ilk kadın opera sanatçısı olarak “Atatürk Opera Ödülü”ne layık görülür.

Berksoy, bütün bu çalışmalarının yanı sıra resim yapmaktan hiçbir zaman vazgeçmez. Resimlerinde ruhunu yansıtır, duygularını en samimi şekilde dışa vurur. Türkiye ve yurtdışında açtığı pek çok sergi ses getirir. 1997 yılında İstanbul Bienalinde resim sergisinin yanısıra, Kutluğ Ataman’ın yönetmenliğini yaptığı Semiha Berksoy yaşam öyküsünün anlatıldığı “Semiha Berksoy Unplugged” adlı filmi gösterilir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 1998 yılında “Devlet Sanatçısı” unvanı verilir. 1999 yılında New York City Lincoln Center’da, Umberto Eco’nun eseri “The Days Before” adlı oyunda, Isolde’nin “Aşk Ölümü” aryasını söylediğinde 89 yaşındadır.

Opera, tiyatro, müzik, resim ve edebiyatla var olan sanatçı Semiha Berksoy… Hayatının sonuna kadar sanat yapan, üreten sanatçı, hiçbir zaman üretmekten vazgeçmez. “İlklerin kadını” 15 Ağustos 2004’te hayatını kaybeder.

NOT: Gündeme getirdiğimiz ‘Özsoy Operası’ ise, ilk sahnelenişinden (1934) sonra unutulup, ancak Atatürk’ün 100. doğum yılında (1981), Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından sergilenmiştir. 1981’den bu yana kurumun repertuarında yer almamış olan Cumhuriyetimizin ilk operası “Özsoy”, umuyoruz ki, bu vesile ile tekrar sahnelenir. Örneğin, 1981 yılında Fransa’da başlatılan ve uluslararası bir müzik festivali olan, 21 Haziran Dünya Müzik Günü’nü kendimize özgü bir eser Özsoy’la kutlamak, büyük anlam katacaktır.

Son Dakika Haberleri