24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kurtuluş Savaşı’nı bitiren, 'Mavi Vatan' savaşımızı bitiremeyen Lozan

NATO’ya girişimiz Türk Boğazları’nın sağladığı jeopolitik gücü tek elden kullanma sürecinin sürekli ertelenmesi sonucunu doğurmuştur.

Kurtuluş Savaşı’nı bitiren, 'Mavi Vatan' savaşımızı bitiremeyen Lozan
A+ A-
Halil Özsaraç / Emekli Deniz Kurmay Albay

Atalarımızın Marmara Denizi’nde 1453’e kadar süren 150 yıllık savaşlar silsilesi, Türk Boğazları ve Marmara Denizi’nin Osmanlı Devleti’nin bütünleşik bir iç denizine dönüşmesiyle sonuçlanmıştır. Yine atalarımız, 15-17. yüzyıllarda Katolik dünyası ile (Yunanlılar değil) savaşarak Doğu Akdeniz’in tüm sularına, kıyılarına ve adalarına egemen olmuşlardır. Ama 18. yüzyıldan itibaren denizde zayıflayan atalarımız, 1830-1913 arası dönemde, atadan miras Doğu Akdeniz “Mavi Vatanı”nı kıyı ve adalarıyla birlikte parçalar hâlinde devreden antlaşmalar imzalamışlardır.
Benzer şekilde, 321 yıl boyunca titizlikle koruduktan sonra, 1774, 1807, 1829, 1833, 1856 antlaşmalarını imzalayan atalarımız; Türk Boğazları geçiş rejimi üzerindeki inisiyatifini de kademeli olarak kaybetmişlerdir. Sonunda iç boğazlarımızın ve iç denizimizin yavaş yavaş uluslararası su yoluna dönüşmesine engel olunamamış, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra bu paha biçilmez jeopolitik alan, emperyalizme teslim edilmiştir. Bu teslimiyet, Osmanlı’nın 10 Ağustos 1920’de Sevr’de imzaladığı utanç belgesi ile kalıcılaştırılmak istenmiştir. İtilaf Devletleri tarafından işgal edilen Türk Boğazları, aynen Sevr’de yazdığı şekilde çok uluslu emperyalist bir komisyonun kontrolüne alınarak fiilen Türk egemenliğinden çıkarılmıştır.
Unutulmamalıdır ki Sevr, resmen yürürlüğe girmemişse de, İtilaf Devletlerince işgal ettikleri bölgelerde fiilen uygulanmış bir antlaşmadır. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde örgütlenen Türk Milleti, Anadolu’da emperyalizme ve taşeronlarına direnerek çok güçlü bir cevap vermiştir. Bu durum karşısında, İngiltere ve Fransa, Türkiye’yi Karadeniz’e sıkıştırarak taşeronlaştırmaya çalışmanın uygulanabilir bir proje olmadığını anlamışlardır. Bunun üzerine İngiltere, gönüllü taşeronu Yunanistan’ın aşırı yıpratılması pahasına Kurtuluş Savaşı’nı Anadolu’nun içlerine taşırken; buna karşılık Karadeniz üzerinden Millî Ordumuza yapılan lojistik nakliyatı engellememeyi tercih etmiştir. Bu yolla İngiltere, Türk-Yunan Savaşı’nın uzun sürmesini istemiş ve buna bağlı olarak savaş kaynaklarını tüketecek Türkiye’yi kendiliğinden Sevr’e razı etmeyi planlamıştır. Emperyalizmin Karadeniz’in güney kıyılarında birbirleriyle daimî gerilimleri nedeniyle zayıf düşürülecek Türkiye, Yunanistan ve Ermenistan’ı gütme projesi şeklinde özetleyebileceğimiz Sevr bağlantılı bu proje, Mustafa Kemal Paşa’nın dehası ile çökertilmiş, Büyük Taarruz ile dengesi sürpriz bir şekilde bozulan Yunan Ordusu imha edilmiştir. Hızlı gelişen bu durum karşısında inisiyatifini kaybeden emperyalizm, kendini Sevr yerine Lozan’da bulmuştur.Kurtuluş Savaşı’nı bitiren, 'Mavi Vatan' savaşımızı bitiremeyen Lozan - Resim : 1


İKİ TARAF DA MAĞLUP MUAMELESİ YAPTI


“Mudanya”dan gelen Kurtuluş Savaşı galibi Türkiye ile “Mondros”tan gelen I. Dünya Savaşı’nın galibi emperyalist devletlerin barış görüşmeleri niteliğindeki Lozan Konferansı, her iki tarafın da birbirine mağlup muamelesi yapması nedeniyle tarihte ender rastlanan bir olaydır. Lozan Konferansı’nda, başta İngiltere olmak üzere emperyalist devletlerde Türklere diz çöktürememenin asabiyeti; Türkiye’de ise 11 yıldır aralıksız devam eden, büyük kayıplara ve yıkımlara yol açan savaşlar silsilesini askerî gücünün son bir gayretle erişebildiği bu noktada sonlandırma çabasının yanında, bağımsızlığından ve bir an önce başlatmak istediği devrimlerden emperyalizmi uzak tutma kararlılığı gözlenmiştir.
Lozan’ın siyasi bağımsızlığımızı tanıyan, Anadolu’da Yunan varlığına son veren, Türk-Yunan kara sınırını belirleyen, emperyalizmin adli ve ticari sömürü mekanizmalarını (kapitülasyon) ortadan kaldıran, Osmanlı borçlarını Osmanlı’dan ayrılan devletlere pay edecek şekilde yeniden yapılandıran ve 3 yıllık bir geçiş sürecinden sonra gümrük bağımsızlığını elde etmemizi sağlayan hükümleri, Türkiye için memnuniyet verici sonuçlar olmuştur. Peki, anlaşmazlık yaşanan güney sınırlarımızın sonraya bırakıldığı Lozan’da, diğer bir anlaşmazlık konusu olan “Mavi Vatan” için ne yapıldı?
Açıkçası, Lozan’a “Mavi Vatan” çıkarları için mücadele edecek bir deniz kuvveti olmadan giden Türkiye, kara savaşını sürdürme yeteneği varsa da bir deniz harekâtı yapma olanağından %100 olarak yoksundu. I. Dünya Savaşı’na teknolojisi eski (Yavuz ve Midilli hariç), zayıf ve az sayıda savaş gemisiyle giren Osmanlı Donanması’ndan batmayıp arta kalan gemiler, 20 Kasım 1918’den itibaren İtilaf Devletleri’nce Haliç’te (Yavuz ve Zuhaf Tuzla’da) enterne edilmişler, top mühimmatları ve torpidoları ile top kamaları ve nişangâhları sökülerek İngiliz ve Fransız askerlerinin kontrolündeki depolara teslim edilmişlerdi. Haliç’teki “Tersâne-i Âmire” de İtilaf Devletleri’nin işgalinde olduğundan Osmanlı savaş gemilerine gerekli bakımların yapılmasına izin verilmemiş, yani 5 yılda çürütülmüşlerdir. Hatta, Lozan’dan sonra geri alınarak uzun süren ve yüksek maliyetli onarımlarla hurda hâle gelmekten kurtarılabilen Turgutreis ve Hamidiye zırhlı fırkateynleri 1924’te, Mecidiye kruvazörü 1928’de ve Yavuz zırhlı muharebe gemisi ise ancak 1930’da faal hâle getirilebilmiştir.Kurtuluş Savaşı’nı bitiren, 'Mavi Vatan' savaşımızı bitiremeyen Lozan - Resim : 2
Osmanlı Devleti’nin sahil güvenlik maksatları için İtilaf Devletleri’nden izin alarak 1919 başlarında Karadeniz’e gönderdiği Preveze ve Aydınreis gambotları, daha sonra İstanbul’un emirlerine uymayıp Ankara’daki TBMM Hükûmeti’nin emrine girmişse de, ateş gücü zaten çok zayıf olan bu gemiler, Lozan sürecinde Türk Boğazları’ndaki İtilaf Donanması’nı aşamayacaklarından Karadeniz’de mahsur kalmışlardı. Yani, savaşı Türk Boğazları’na, Marmara Denizi’ne ve Adalar Denizi’ne taşıyabilecek tek bir savaş gemisi bile bulunmayan TBMM Hükûmeti’nin deniz çıkarlarımızı korumak adına Lozan’da, eli bomboştu. Bu durum, Türkiye’yi Lozan’da “Mavi Vatan” anlaşmazlıklarında deniz kuvvetimizin güç kazanacağı gelecek dönemleri düşünen ve gelecek dönemlerde inisiyatifli duruş sergilememizi kolaylaştıran formüller geliştirmeye sevk etmiştir.


İNİSİYATİF YAKALADIK
MONTRÖ'YÜ İMZALADIK


Deniz kuvveti bulunmadan gidilen Lozan’da Türk Boğazları’ndaki kıyıların emperyalist işgalcilerden arındırılması başarılırken, askersizleştirilme kuralı uygulanmak zorunda kalındığından bu kıyılara egemen olunamamış, başkanlığını yaptığımız çok uluslu bir komisyonun denetiminde askerî/ticari gemilerin serbest geçiş rejimi esası kabullenilmek zorunda kalınmıştır. Dış politikasını, Lozan’da çözüm bulamayan anlaşmazlıkların, inisiyatif kazanılabilecek diğer zamanlarda çözülmesine uygun şekilde kurgulayan ve -henüz zayıf da olsa- Cumhuriyet Donanması’nı ayağa kaldırmayı başaran Atatürk, aradığı inisiyatifi 1933-1936 arası dönemde yakalamıştır. Bu inisiyatif sayesinde Atatürk, Lozan’ın değiştirilmesi için bir konferansın toplanmasını, 20 Temmuz 1936 tarihinde 20 yıl süreli olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türk Boğazları’ndaki kıyılarda askersizleştirme kuralının kaldırılmasını ve geçiş rejiminin belli kurallar içinde kısmen denetimimiz altına alınmasını sağlamıştır. Boğazlar’dan sonra, benzer bir biçimde Hatay konusunda da bir inisiyatif yakalanacak ve 1939’a kadar barışçıl bir çözüm bulunacaktır.
Aslında, Lozan’a göre çok daha iyi olmakla beraber, dünyada benzeri olmayan Türk Boğazları’nın coğrafi gücünden özellikle barış zamanda sağlayabileceğimiz faydayı sınırlayan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin hesaplanmış şekilde 20 yıl süreli olma durumu, Boğazlar’ın jeopolitik gücüyle tam olarak bütünleşecek güçlü bir Türk deniz kuvvetini oluşturma süresi olarak algılanmalıdır. NATO’ya girişimiz Türk Boğazları’nın sağladığı bu jeopolitik gücü tek elden kullanma sürecinin sürekli ertelenmesi sonucunu doğurmuştur. Mavi Vatan’ın en güçlü coğrafyası olan Türk Boğazları’nda geçiş rejimini uluslararası kurallar yerine ulusal çıkarlara göre belirlemek için NATO’dan çıkılması ve Montrö’nün fesh edilmesi için gerekli inisiyatifin oluşmaya başladığı bir döneme girilmiştir. Fırsatı bulunduğunda iyi değerlendirilmelidir.
Atatürk’ün dış politikasında Lozan’dan Montrö’ye gidiş yöntemini dikkatinize sunmak istiyorum. Lozan Barış Antlaşması’nın değiştirilmesi anlamına gelen bu süreç, Lozan’ı imzalayan devletlerin yine bir konferansta toplanmasıyla ve barışçı bir ortamda gerçekleşmiştir; bir emrivaki denenmemiştir. Bir barış antlaşmasının maddelerini değiştirmenin yolu, ya Atatürk’ün başarıyla uyguladığı barışçı konferanslar yöntemidir ya da savaşı göze almaktır.
Kurtuluş Savaşı’ndan mağlup ayrıldığı hâlde, Lozan’a dipdiri ve güçlü bir deniz kuvveti ile gelen Yunanistan’ın Adalar Denizi’nde kayıplara uğramadığını söylemeliyiz. Ama Adalar Denizi’nde daha önce yapılan antlaşmaların tekrarı niteliğinde olan ve kendisi için yüksek kazanımlı olan Lozan’dan memnun kalmayan Yunanistan, değiştirmek istediği Lozan için konferans yöntemini benimsememekte, savaşa yol açabilecek ciddiyette krizlere dayalı salam politikasını tercih etmektedir.


LOZAN'DAKİ 16. MADDE
ADALARDAKİ HAKKIMIZ


Lozan’ın 4. maddesi ile Limni ve Semadirek adaları, askersizleştirilmesi koşuluyla; yine Lozan’ın 13. maddesi ile Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları, üzerinde sadece ölçülü miktarda polis ve jandarmanın bulundurulması, ayrıca hiçbir deniz üssü ve istihkâm kurulmaması koşuluyla; Menteşe Adaları (Oniki Ada) ve Meis Adası ise, 1947 Paris Barış Antlaşması ile (Türkiye’nin rızası alınmadan- İtalya’dan alınarak) üzerinde sadece asayişe yetecek kadar polis/jandarma bulundurulması şartıyla Yunanistan’a verilmiştir. Mutsuzluk çektiği Lozan’ın ilgili maddelerini değiştirmek üzere konferans toplamayı talep edeceği yerde Lozan’ı tanımaz davranışlar sergileyen Yunanistan, kıyılarımızın dibindeki bu adaları, üst düzey askerî yeteneklerle donatmıştır.
Lozan Antlaşması’nın 16. maddesi, Türkiye’ye “antlaşmalarla geleceği saptanmayan toprak ve adaların sahipliğinden vazgeçmeme” hakkını vermiştir. Nitekim Türkiye, 1994’te yaşanan Kardak Krizi sırasında, Adalar Denizi’nde 4.000 kadar formasyonun arasında bulunan ve egemenliği Lozan’dan önce yapılan antlaşmalarla devredilmemiş, çoğu insan yaşamına elverişli olmadığı için henüz kullanıma açılmamış durumdaki 152 ada, adacık ve kayalığa Yunanistan’ın el koyma girişimine izin vermemiştir. Lozan’ın taraf ülkelerini egemenliği devredilmemiş bu formasyonlar konusunda konferansa davet etmekten özellikle kaçınan Yunanistan, savaşı tetikleyebilecek tehlikeli bir krizi yönetme çabası içindedir.
Ayrıca Lozan’ın Adalar Denizi’ndeki kara sularını da belirleyici bir etkisi vardır. Uluslararası ortamda 6 deniz mili kara suları genişliği 1930’lu yıllarda, 12 deniz mili de 1970’li yıllardan sonra gündeme gelmiştir. 1923’te imzalanan Lozan’ın, dönemine uygun olarak 3 deniz mili kara suları genişliğine göre kurgulandığını unutmamak gerekir. Yani, Adalar Denizi’nde 3 milin ötesinde uygulanan kara suları, her iki taraf için de hukuksuzdur. Daha açık ifade etmek gerekirse, Yunanistan’ın salam politikası üzerinden Adalar Denizi’nde bırakın 6-12 deniz millik kara sularını zorlama niyetlerini, 3 deniz milinin üstüne çıkan bir kara suları oldubittisi bile başlı başına bir savaş nedenidir. Lozan tadil edilmediği sürece, Yunanistan da Türkiye de 3 deniz mili kara suları genişliğine dönmek zorundadır.
Unutulmamalıdır ki, savaşın koşullarını sona erdiren bir barış antlaşmasına uyulmuyorsa, savaş yeniden başlar. Lozan’dan mutsuz olan Yunanistan, barışçı konferanslar yerine, sırtını kriz tetikçisi, emperyalist ABD’ye dayamak istiyor. Yunanistan’a bir soru sorarak yazımı sonlandırıyorum: “Sırtını ABD’ye dayayan hangi kukla, aradığı mutluluğu buldu?”

Son Dakika Haberleri