20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Linç

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Linç yayınlandığı yıllarda (Ağaoğlu Y. 1967) epey ses getirdi. Ardından Tatar Ramazan da gelince yazarı Kerim Korcan birden ünlendi. Solcuların, 68 Kuşağı’nın hapishaneleri doldurmaya başladığı dönem… Linç ve Tatar Ramazan, gençlerin elinden düşmeyen kitaplardandı… Hapishane ziyaretlerimizde tutuklu arkadaşlarımıza bu kitapları götürürdük. Neşet Ertaş’ın, “Hapishanelere güneş doğmuyor” bozlağı da o günlerin havası içinde doğdu.

Linç, Ankara Sanat Tiyatrosunca sahnelendiğinde DTCF’de öğrenciydim. Yıl 1969 ya da 1970 olmalı… Bir kış günü Kerim Korcan’la röportaj yapma olanağı da bulmuştum. Ne de alçakgönüllü bir insandı. İki üniversite öğrencisiyle uzun uzun konuşmuştu. AST’tan birlikte çıkmış, Ihlamur Sokağı’nda söyleşerek yürümüştük. Barış’ta yayınlanan bu yazımı keşke bulabilsem şimdi… Hapishaneyi dünyanın en kötü icadı sayar Korcan. “Her kim icât ettiyse insanlığa büyük bir kötülük etmiştir” der. Korcan, hemen her röportajında söyler bu sözleri, benim bir yazarla yaptığım o ilk röportajımda da aynı sözleri söylemişti.

Linç’te, yazarın “dünyanın en kötü icadı” saydığı hapishane anlatılır.

Ne zor bir yaşamdır hapishane yaşamı… Ne karmaşık bir düzeni vardır. Buralar yasalarla yönetilir sözde; ama bir de hapishane ağalarının, koğuş kabadayılarının, iş bilmez, kurnaz yöneticilerin koyduğu yasalar vardır. Müdüründen, başgardiyanına, gardiyanına değin, herkes bu zor yaşamın bir parçası olmuştur, yöneticilerde de huzur yoktur. Onların bile canı tehlikedeyken, bir de mahkûmun durumunu düşünün. Kafalarda şeytanla melek adeta tahterevalli oynar.

Arap Kadir, gözü kara bir mahkûm. Arkadaşı için bir kız kaçırma işine bulaşmış. Hapishanede adam sırasına girmenin bir yolu da kabadayılık… Hapishane ağası Feti Bey’in bu yoldaki öğütlerini dinler:

“Çomak nedir biliyorsun Arap,” dedi. “Yatak döğdüğümüz sopalar… Nalın ve ranza ayakları… Bunlardan birini ‘ya Allah!” deyip kaldırdın mı kafaya koyacaksın ineğin. İnek bocalayacak, şaşkın ördeğe dönecek, kaçacak delik bulamayacak. Ancak kantarlı olacak tarif ettiğim işler. Kantar dedik! Bu alacağın cezanın ölçüsünü ayarlar. Bir çıkışın cezası katiyyen altı ayı geçmeyecek. Yoksa ne beylik inek biter, ne de ceza. Postu bok yoluna zindanlara koyarsın…” (s. 19)

Arap’ın dramını bu sözlerde bulmak olasıdır. Kantarlı olmak… Tepkilerinde “kantarlı” olamaz, ölçüyü kaçırır. Arap, müdürü, başgardiyanı bıçaklayacak kadar ileri gider. İçerdeki insan öyle bir ruh hali içindedir ki, o ölçüyü tutturmak, kantarı doğru kullanmak herkese nasip olmaz.

“İçerdeki insan diri diri mezara konulduğuna inanır. Onu bu saplantıdan kimse kurtaramaz. Ümit orada anlık bir saman alevi gibidir. Fecri kâzip gibi, mevsimden mevsime bir görünüp ve aniden silinip gider. Efkâr basınca haftaları ay, ayları yıl diye hesap eder mahkûm. Esrara saldırır gam dağıtmak için. Topak topak afyon yutar. Yalnız ilaç fabrikaları değil, mahpusaneler çeker afyonun mühim bir kısmını…” (s. 30)

Arap, idare işlerine fazla karışır. Gözünün önünde adam döğmelerini istemez örneğin. Oysa dayak nedir ki bu düzende. Arap anlamaz. Müdürle, gardiyanlarla takışır. Sonunda köpeğin bile sağ çıkamayacağı bodrum katındaki zindanı boylar. Zindandaki insanı anlatır Kerim Korcan:

“Her şey ufacıktan başlar karanlığa dikilen gözlerde. Sonra duygu olur çöreklenir yüreğe. Sonra içten içe bir şey kabarmaya başlar, kara ekmek mayası gibi. Sonra gırtlakta bir düğümlenme olur, ham ahlat gibi, olmamış ayva gibi. Gözlerde bir yanma başlar git gide. Yaşlar damla damla akar yanaklardan. En acı şeydir dünyada bu, pek de bilinmez mahkûmun karanlıkta için için ağlaması. Ağlar, ağlar, fakir tarlasına yağmayan içli yağmurlarca. Kirli bir mendil bile bulunmaz zifiri karanlıkta. Yumruklarını gözlerine götürür mahkûm, acı çeken etine siler gözyaşlarını…” (s. 61)

Kaçmayı da dener Arap, kalın duvarları aşmayı başarsa da, dışardan yardım olmayınca zor bir iştir firar etmek. Gene yakalanıp getirilir. Hapishane yönetimi için önemli bir sorun olmuştur Arap Kadir. Başgardiyan kurnazdır, başka planlara başvurur. Sürgün gelen belalı mahkûmları onun koğuşuna verir. Amaç iti ite kırdırmaktır… Arap sonunda yönetimin bu taktiğinin kurbanı olacak, bir linç girişimiyle kim vurduya gidecektir.