Yandex
23 Haziran 2025 Pazartesi
İstanbul 26°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Siyasi tutumunuz ölümcül olabilir

İstanbul’daki nüfusun Anadolu’ya aktarılmasını tartışmayıp, deprem sonrası tahliyeyi tartışan herhangi bir programın bu meseleyi çözemeyeceği açık değil mi? O halde siyaseti acilen enkazların oluşmasını önlemeye yöneltmeliyiz

Siyasi tutumunuz ölümcül olabilir
TOLGA DİŞÇİ

Bugün ucuz atlattık, yarın atlatamayabiliriz. 6 Şubat'ta atlatamamıştık. Bir sistem seçimine sebep olan siyasi tercihlerimiz hayatımıza ya da sevdiklerimizin hayatına mal oldu, yeniden mal olabilir. Dürüst olalım, depremin yaraları sarılamaz ancak önceden önlenebilir.

İstanbul depreminden neden korkuyoruz? Birincisi, şehir deprem riskine rağmen bir şehrin kaldıramayacağı büyük bir kalabalığı taşıyor; ikincisi, binalara güvenmiyoruz.

KORKMAKTA HAKLIYIZ

Şehir neden bu kadar kalabalık? Çünkü, serbest piyasa ekonomisi diye pazarlanan neoliberal piyasa modelinde eşitsiz gelişme esastır. Bu tip bir piyasada planlama olmadığı için sermaye sahipleri, en düşük maliyetli yatırımı yapmak adına hâlihazırda sermayenin ve bu sebeple iş gücünün yoğunlaşmış olduğu alanlara yatırım yaparlar.

Neoliberal piyasada kimse, uzun vadede kazançlı olma ihtimali taşısa bile henüz kalkınmamış bir bölgeyi kalkındırmak için bugünkü kârından vazgeçmez. Sermaye ve dolayısıyla istihdam kapıları sürekli aynı merkeze doğru yığılırken, ülkenin daha az yatırım alan bölümleri yatırımsız kalmaya ve iş imkânı oluşturamamaya devam eder. Bunun sonucu olarak, çalışan nüfus mecburen ona iş imkânının sunulduğu tek merkeze yığılır.

Peki, binalara neden güvenmiyoruz? Aslında kendi yaptığımız evlere ya da kamu eliyle inşa edilen binalara güveniyoruz. Sorun binanın bina olmasından ileri gelmiyor.

Güvenmediklerimiz, kâr amacıyla inşa edilmiş olan binalar. Bunlara güvenmememizin temelinde de kâr etmek hedefiyle yola çıkan müteahhitlerin, maliyetleri azaltmak amacıyla girdilerin miktarını ya da kalitesini düşürmesi yatıyor. Diğer yandan, toprak ve konut piyasalarından elde edilebilecek rant kapısını gören belediyelerin bu ranta ortak olmak amacıyla denetimsizlik ve ihmal suçlarına ortak olabileceklerini ve olduklarını biliyoruz. Hatta inşaat sektörünün bileşenlerinin bizzat bu belediye yönetimleri içindeki koltukları doldurdukları bir komediye şahitlik ediyoruz.

Barınmanın her insanın en temel ihtiyaçlarından biri ve dolayısıyla her yurttaşın en temel hakkı olduğu herhalde açıktır. O zaman ücretli çalışanların önemli bölümü aile gelirinin yarısını kiraya verirken, sokaklarımızda evsizler yatarken; 2 milyon konutun boş durması kimin eseridir? Neoliberal ekonomi politikalarını uygulayanların ve ekonomik çıkarları bu politikaya dayananların eseridir. Demek ki bu politikalar barınma hakkının sağlıklı şekilde sağlanmasını önlemektedir. O halde bu politikaların doğurduğu bir piyasada, inşaat sektörünün "güvenli binalar" üretmesi beklenebilir mi?

BU PARTİLER NEYE YARIYOR?

Bu koşullarda, İstanbul depreminde hayatımızı kaybedip etmeyeceğimizi belirleyecek olan şey izlenecek ekonomi politikasıdır. Neoliberal bir piyasa ekonomisi ve müteahhit kârları ile arsa rantları çevresinde örgütlenen saadet zincirlerini kesemezsek, İstanbul depreminde on binlerce insanımızı kaybedeceğiz.

Zira bu politikalar, tehlikeyi göre göre emekçileri İstanbul'a yığmaya ve tehlike teşkil eden konutlarda servet ödeyerek kalmaya mecbur bırakıyor.

Bu politikalar, inşaat sektöründe düşük maliyetli üretimi temele koyarak, yıkılacağı belli olan binalar inşa ediyor.

İstanbul'daki riskli bölgeleri acilen tahliye etmek için oradaki halka, başka şehirde iş ve barınma imkanı sağlayabilmek gerekiyor. Bunun için de var olan şirketlerin ve yeni yatırımların İstanbul dışına yönlendirileceği bir sistem gerekiyor. Bu durumda, böyle bir sistemi inşa etme hedefi gütmeyen partiler ya da siyasetler, on binlerce insanın enkaz altında kalmasını önlemeye çalışmıyor demektir. O zaman neye yarıyorlar?

KENDİMİZE SORMA ZAMANI

Şimdi şapkamızı önümüze koyup kendimize soralım.

Benim desteklediğim, desteklemesem bile "mecburen" oy verdiğimi söylediğim partinin bu gruplarla ilişkisi ne durumda? Partinin merkez yöneticileri ya da yöneticilerin çevresi müteahhit baronlarından, bu yığılmadan fayda sağlayan büyük finans kuruluşlarının ya da dev holdinglerin sahiplerinden mi oluşuyor? Bu gruplarla iş, bağış, ihale ve oy gibi alanlarda ilişkiler kuruyorlar mı? Ya da doğrudan kendileri bu gruplardan birine mi aitler?

Eğer bu sorulara cevabınız evetse, oy verdiğiniz parti yöneticileri ellerini kana bulamak için hazırda bekliyorlar demektir. Zira, İstanbul depreminde yaşanacak can kayıplarının sebebi doğrudan onların ekonomik çıkarlarıdır.

Cevabımız evetse, önümüzdeki seçimde ya da sonraki seçimde "oyum boşa gitmesin" diyerek, "şu olmasın da öbürü olursa olsun" diyerek vereceğimiz oy kararlarını sorgulamalıyız. Seçimde oy vermek dışında bir siyasi mücadelenin olmadığı düşüncesiyle, enkaz altında kalmaya göz mü yumacağız yoksa tek başımıza dahi kalsak o enkazın oluşmaması için mücadele mi edeceğiz?

İstanbul’daki nüfusun Anadolu’ya aktarılmasını tartışmayıp, deprem sonrası tahliyeyi tartışan herhangi bir programın bu meseleyi çözemeyeceği açık değil mi? O halde siyasi tavrımızı, enkazların oluşmasını önlemeye acilen yöneltmeliyiz. Buna hizmet etmeyen bir partiyi, “kötünün iyisi” diye destekliyorsak bundan da acilen vazgeçmeliyiz.

Her seçimde siyaseti tek seçimlik bir eylem olarak düşünüp, "başka seçeneğimiz yok" diyenlere şimdi biz soralım, enkaz altında kalmaktan başka seçeneğiniz yok mu?

İstanbul Deprem