Suriye: İç savaş sona erdi mi?
Başlangıçta Washington yönetimi, dünya genelinde askeri varlığını azaltma çerçevesinde Suriye’den çekilme niyetindeydi. Ancak 2025 baharına gelindiğinde, bu planlar adeta unutulmuştur. Bunun, ABD’nin İran yönelimli politikalarına yeniden odaklanmasıyla ilişkili olduğu düşünülebilir


Suriye’de on yılı aşkın süredir devam eden belirsizlik dönemi sona ermiş görünüyor: Bitmek bilmeyen iç savaş nihayet sona erdi, mülteciler yavaş yavaş evlerine dönmeye başladı, siyasî atmosfer istikrar kazanmaya başladı. Ancak gerçekten istikrar sağlandı mı? Kalıcı bir istikrar için, dış kaynaklı krizlerin başlatılan ekonomik reformları ve günlük hayatın normalleşme sürecini sekteye uğratamayacağına dair güven duygusu gereklidir. Ne yazık ki, büyük uluslararası aktörlerin hiçbiri bu istikrarı destekleme yönünde bir irade göstermemektedir.
Bilindiği üzere, bugünkü hâliyle Suriye, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa ve Birleşik Krallık tarafından Sykes-Picot Anlaşması çerçevesinde oluşturulmuştur. Sömürgeci Avrupalı güçler, kendi hâkimiyet alanlarında idari sınırları belirlerken neredeyse her zaman “böl ve yönet” stratejisini benimsemişlerdir. Yerel elitlerin çıkarlarını birbirine zıt şekilde kurgulayan bu sınırlar, yalnızca Avrupa destekli bir hakemin devreye girmesini mümkün kılacak bir denge yaratmıştır. Suriye de aynı mantıkla, kuzeydeki Türkmenler, Kürtler, kıyı bölgelerindeki Aleviler, Arap Hristiyanlar, Dürzîler ve Sünni Arap çoğunluk arasındaki çelişkilerin iç içe geçtiği bir “yamalı bohça” şeklinde tasarlanmıştır. Yalnızca Hatay, 1939 yılında Suriye’den ayrılarak Türkiye’ye katılma şansına sahip olmuştur.
Başlangıçta, Suriye’nin birliği Fransız manda yönetiminin sert uygulamalarıyla korunmuştur. Ardından 20. yüzyılın ikinci yarısından 21. yüzyılın başlarına kadar Esad ailesi iktidarı ele almış ve her türlü demokratik muhalefeti sert baskılarla bastırmıştır. Günümüzde ise ülke bir iktidar geçiş sürecinden geçmektedir ve bu dönemde devlet yapısının kırılganlığı daha da belirgin hale gelmektedir. İlk olarak çatışmalar Lazkiye’de başlamış, ardından İsrail sınırındaki Dürzî topluluklar ile Şam’da protesto hareketleri baş göstermiş, son olarak Dera ilindeki Sünniler de Şam yönetimine karşı tepki göstermeye başlamıştır.

İSRAİL RADİKAL UNSURLARI DESTEKLİYOR
Tüm bu gelişmelerin tesadüf eseri yaşandığına inanmak zor. Ancak, Suriye’nin komşuları ile küresel güçlerin çıkarları dikkate alındığında pek çok şey açıklık kazanmaktadır. Muhtemelen yalnızca Türkiye, Suriye’nin uluslararası toplum tarafından tanınan sınırları içinde kalmasından gerçek anlamda fayda sağlayacak ülke konumundadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu konudaki açıklamaları da bu yaklaşımı desteklemektedir.
Öte yandan, 7 Ekim 2023 sonrası açık bir İslam karşıtı politika izleyen İsrail yönetimi ise giderek Suriye’yi Ankara’nın bir uzantısı olarak görmeye başlamıştır. Başbakan Binyamin Netanyahu, Gazze’de öldürülen çocuklar nedeniyle Suriye halkının intikam arayışına girebileceğinden endişe duymakta ve geçmişi itibarıyla Ahmed eş-Şara’nın, siyonizme karşı mücadele eden HAMAS’ın çizgisini sürdürebileceğini öngörmektedir. Bu nedenle İsrail, Suriye’de kendisine daha yakın gördüğü etno-dinsel gruplar içerisindeki radikal unsurları destekleme yoluna gitmektedir. Bu bağlamda, İsrail sınırında yaşayan ve bazı temsilcileri İsrail Savunma Kuvvetleri'nde (IDF) görev yapan Dürzî topluluğu öne çıkmaktadır.
Dürzî yerleşimlerinin, İsrail sınırına yakın Suriye’nin güneyinde yer alması, Tel Aviv’in “güvenlik” gerekçesiyle bölgeyi silahsızlandırılmış bir alan hâline getirme söylemini daha da anlamlı kılmaktadır. Nitekim Şubat ayında İsrail tarafından dile getirilen bu talepler doğrultusunda, Dürzî milislerin silahlandırılması ve ülkenin kuzeyindeki Kürt bölgelerinde olduğu gibi bir “özerk yapı” kurulmasına yönelik hazırlıklar yapılmaktadır.
TRUMP’IN ÇEKİLMEYE NİYETİ YOK
Bu noktada Kürt bölgesinin geleceği de hâlâ netlik kazanmamıştır. Başlangıçta Kürtler, “Demokratik Suriye Güçleri”nin yeni oluşturulacak devlet güvenlik yapısına entegrasyonunu öngören bir anlaşmaya imza atmış olsalar da, mart ayı sonuna gelindiğinde özerk yönetim, Ahmed eş-Şara’nın liderliğindeki geçiş hükümetinin meşruiyetini tanımak zorunda kalmıştır. Bu tutarsızlık şüphesiz ki Kürt yapılarının ana destekçisi olan ABD’nin Suriye’ye ilişkin belirsiz tutumundan kaynaklanmaktadır.
Başlangıçta Washington yönetimi, dünya genelinde askeri varlığını azaltma çerçevesinde Suriye’den çekilme niyetindeydi. Ancak 2025 baharına gelindiğinde, bu planlar adeta unutulmuştur. Bunun, ABD’nin İran yönelimli politikalarına yeniden odaklanmasıyla ilişkili olduğu düşünülebilir. Tahran üzerinde etkili baskı kurabilmek için Donald Trump, hem devlet hem de devlet-dışı bölgesel aktörlerden oluşan geniş bir Ortadoğu koalisyonuna ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda, Şam yönetiminden bağımsız hareket edebilecek Kürt yapılar büyük önem arz etmektedir. Unutulmamalıdır ki, Kürt nüfusunun önemli bir bölümü İran topraklarında yaşamaktadır ve ABD gibi neo-sömürgeci yaklaşımlara sahip bir ülke, her zaman ayrılıkçı yapılarla çalışmayı tercih etmiştir. İranlı Kürtler, ABD’nin Suriye’den çekilmesini, Suriyeli Kürt kardeşlerine ihanet olarak değerlendirebilir ve bu durum, CIA’nın bölgedeki etkisini ciddi biçimde zayıflatabilir.
ABD, benzer teşviklerle Suriye’nin diğer komşuları olan Irak ve Ürdün’ü de etkileyebilir. ABD ile halen müttefiklik ilişkisi sürdüren bu ülkeler de, sınır bölgelerinde benzer “proksi yapılar” kurma düşüncesine sıcak bakabilir; bu planlar da “sınır güvenliğini sağlama” gerekçesiyle kamuoyuna sunulabilir.

TÜM TARAFLAR NİHAİ POZİSYONLARINI ALMADI
Bu çerçevede Rusya’nın konumu dikkat çekicidir. İran’ın aksine, Suriye’deki askeri varlığını korumayı başaran Rusya, Lazkiye’deki Hmeymim Hava Üssü üzerinden kuzey kıyısında faaliyet göstermeye devam etmektedir. Son olaylar sırasında zarar gören sivil halk da bu üste korunmaktadır. Rusya, Beşşar Esad’a sadık kalan kuvvetlerin planladığı ayaklanmayı desteklememiş, bunun yerine Ahmed eş-Şara başkanlığındaki yeni hükümete destek verdiğini açıklamıştır. Ancak Vladimir Putin’in bu tutumu, Rus kamuoyunda dahi yeterince anlaşılamamış ve hâlen gizemini korumaktadır.
Sonuç olarak, Suriye’deki iç savaşın sona erdiğine dair yapılan açıklamalar, zamansız ve gerçek dışıdır. Aksine, çatışmaların yeni bir aşamasına geçildiği ve henüz tüm tarafların nihai pozisyonlarını almadığı açıkça görülmektedir. Tek net olan husus şudur: Dış aktörlerin büyük çoğunluğu, Türkiye ile dostane ilişkiler yürüten mevcut Şam hükümetinden memnun değildir. Bu nedenle ayrılıkçı eğilimler daha da teşvik edilecek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin güney sınırlarında yeniden istikrarsızlık yaşanacaktır.