Turhan Özlü'ye saygıyla-2: Ben yok, parti var!
Turhan Özlü, PKK tarafından katledilen yakın arkadaşı Hasan Erkılıç’ı, bir gece yatakhanede pusu kurularak gözleri önünde öldürülen Hüseyin Aslantaş’ı, cezaevi günlerini, Gazi Mahallesi olaylarında paltodan nasıl zincir yapıp barikat kurduklarını, 1 Mayıs 1977 katliamına giden günleri anlatıyor


Turhan Özlü 1980 Temmuz ayında askere gider. İki ay sonra 12 Eylül darbesi olur. Ankara’da Hava Kuvvetleri Komutanlığında görevini yaparken, yedek subaylığı iptal edilir ve er yapılır. Askerde Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin Toprak Devrimi Programı davasından tutuklanır. Bir süre Konya Dutlukırı ve Ankara Mamak Cezaevlerinde kalır. Sonuç olarak 23 buçuk ay askerlik yapar.
Öncesinde ise Eylül 1975’te Hasan Erkılıç’la birlikte yakalanır ve 4 yıl 2 ay Niğde Cezaevi’nde kalırlar.
FETÖ’nün Ergenekon tertibi kapsamında da tutuklanarak Silivri zindanlarına atılır. 3 yıl cezaevinde yatan Özlü, 12 Mart 2014 tarihinde tahliye olur.
O hayatını, son nefesine kadar, her anını gelecek güzel günler için partisinin yılmayan bir neferi olarak yaşadı…
- 1968 yılında Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na başladınız. Okulunuzda gericiler mi hakimdi?
Okulumuzda işler kötüye gitmeye başladı. Üniversiteler Dev-Genç içinde hâkim olan maceracı gruplara kalmıştı ve bizler de o gücün etki alanına girdik.
Çapa Yüksek Öğretmen Okulu, önemli bir eğitim kurumuydu. Anadolu’nun çeşitli illerindeki Öğretmen Okulları’ndan gelmiş köy çocuklarıydık. Öğrencilerin büyük çoğunluğu, aldığımız eğitimin doğal sonucu, ilerici Atatürkçü kesimden oluşuyordu.
Karşımızda ise, o zamana kadar hiç rastlamadığımız tipte öğrenciler gördük. Şeriatçılar, padişahçılar diye adlandırılan muhafazakâr köy çocukları bu gençler, çeşitli imkânlar sunularak tarikat ve cemaatlerin ağına düşürüldü. Çapalı Hüseyin Gülerce’yi FETÖ’nün sağ kolu yapan ortamdan bahsediyorum.
- Kimden güç alıyorlardı?
Milli Eğitim’e bağlı okul yönetiminden güç alıyorlardı. Aynı kafadaki okul yönetimi eğitimci gibi davranmadı, bizleri hasım gibi gördüler, kavgada taraf oldular. 17 yaşımda geldiğim İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda, safımı belirlemede bu ortam belirleyici oldu.
ASLANTAŞ’A YATAKHANEDE PUSU KURURAK KATLETTİLER
- Hüseyin Aslantaş da bu dönemde katledildi değil mi?
Yakın arkadaşım Hüseyin Aslantaş, 1970 Aralık ayında bir gece vakti, yatakhanede gözümüzün önünde pusu kurularak katledildi. Böylece bizi okula bağlayan her şey bir anda koptu. Vicdanımızda ve bilincimizde kapanmayan derin yaralar açıldı. İstanbul’da on binlerce kişinin katılımıyla uğurlanan cenazeyi, yakın arkadaşları olarak Sivas’ın Zara ilçesi Ekinli Köyü’nde toprağa verdik.
Sonunda şeriatçı kesim, okula bütünüyle hâkim oldu. Yüzlerce öğrenci yersiz yurtsuz dışarıda kaldık.
- 1968’in bildiğimiz büyük eylemleri vardı. Bunlara katılıyor muydunuz?
Tabii, zaman zaman katılıyorduk. İstanbul’a 1967-1968 öğretim yılında geldim. Demek ki, 1968 hareketinin zirvede olduğu zaman. Ama ilk kez bir büyük şehre gelmiş, yoğun siyaset ve gençlik olaylarına ilk kez tanık olan gençlerdik.
Haziran 1968’de “demokratik üniversite” talebiyle İstanbul Üniversitesi’ndeki “işgal” eylemine çiçeği burnunda bir üniversite adayı olarak katıldım.
Fen-Edebiyat Fakültesi’nde ve merkez binadaki öğrenci eylemleri ile İTÜ Gümüşsuyu ve Taşkışla’daki mücadelelere de zaman zaman katılıyorduk.
15-16 Haziran 1970’teki o büyük işçi eylemine de arkadaşlarımla birlikte katıldım. İTÜ Gümüşsuyu’ndan kamyon kasasında yürüyüşe dâhil olduk. Büyük yürüyüş kolu Kurbağalıdere’de durduruldu ve polisle çatışma sonunda dağıtıldı.
HASAN ERKILIÇ’LA CEZAEVİ GÜNLERİ
- Siz cezaevindesiniz, sonra ne oldu?
Hasan Erkılıç ve ben bir süre Sağmalcılar Cezaevi’nde kaldık ve ardından Niğde Cezaevi’ne gönderildik.
Niğde Cezaevi, THKO ve THKPC davalarından ağır cezalara mahkûm olup 1974 affı ile tahliye olamayan 40 civarında ismin kaldığı bir cezaeviydi. Bizler için bir okul gibiydi; Aydınlıkçı olmamızda belirleyici oldu. Günübirlik pratiğin dışında, ilk defa derinlemesine okuma, araştırma ve tartışma imkânı bulduk. 8-10 yıllık devrimci hayatımızın bir muhasebesini yapma fırsatı da bulduk.
ÜÇLÜ BLOK
- 1977 1 Mayıs’ında ne belirleyici oldu sizce?
Aydınlık hareketinin siyasi etkisi ve örgütüyle hızla büyüdüğü koşullarda Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu ve Halkın Birliği grupları giderek eriyor, güç kaybediyordu. Çareyi Aydınlık’a karşı barikat amaçlı blok oluşturmakta bulmuşlardı. Aydınlık bunlara “Üçlü Blok” adını takmıştı.
1 Mayıs öncesi cezaevine ziyarete gelenlerden, ciddi ciddi miting kürsüsünü ele geçirmeyi bile düşündüklerini öğreniyorduk. Bizler dilimiz döndüğünce bunu asla yapmamaları gerektiğini, böyle bir girişimin çok büyük tertiplere yol açacağını söyledik. Ama dinletemedik.
PROVOKASYONA ALET OLMAYIN ÇAĞRISI
Aydınlıkçılar ise sürekli uyarılar yapıyordu. “Halkın Sesi” dergisi adına Hüseyin Karanlık, bir basın toplantısı yaptı. Bu grupları son bir kez daha uyardı. Aydınlıkçıların mitinge ayrı bir grup olarak katılmayacağını ilan etti. Herhangi bir pankart dahi açmayacaklar, sıradan emekçilerle yan yana olacaklardı. Diğer bütün gruplara da bu tavrı önerdi. Göstere göstere hazırlanan bir provokasyona “alet olmayın” çağrısı yaptı.
Bağıra bağıra “geliyorum” diyen tertiple ilgili uyarılar fayda etmedi. 1 Mayıs akşamı cezaevinde toplu olarak radyodan ana haber bültenini dinlediğimizde korktuğumuz başımıza gelmişti. 35 insanımızın öldüğü açıklandığında, Kâmil Dede’nin “Eyvah!” feryadını hatırlıyorum.
Oysa “Halkın Yolu”nun Niğde Cezaevi’ndeki liderleri, yapılan uyarı ve çağrılara destek verselerdi böylesi bir facia önlenebilirdi.
- Katıldıktan sonra parti size ne görev verdi, ne yaptınız?
1978 Haziran’ın da Niğde Cezaevi’nden tahliye olduk.
Altı ay kadar önce 20 Ocak 1978’de Doğu Perinçek başkanlığında Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) kurulmuştu. İki ay geçmeden 21 Mart 1978’de Aydınlık günlük olarak yayınlanmaya başladı.
TİKP İstanbul İl Merkezi o zaman Beyoğlu Tepebaşı’ndaydı. Parti üyeliğimizi resmen de yaptık ve göreve başladık. İlerleyen günlerde TİKP il ve ilçe kongreleri oldu. İl Yönetim Kurulu’nda görev aldım.
1979 yılında, partide tanıştığım Gülseren Çarkacı ile evlendim. Düğünü de hep birlikte parti binasında yaptık. Eşim ve ben ertesi gün yine partide görevlerimizin başındaydık.
DÜĞÜN TAKILARIMIZI AYDINLIK’A VERDİK
- Balayı yok mu?
Balayı yok. Çünkü mücadeleye, bir hafta, on gün ara vermeye hakkımız yok. O bilince sahibiz. Herkes böyle.
Kimse bize şöyle yapın, yapmayın demedi. Tamamen kendi tercihimizdi. Partideki genel iklim buydu. Devrimci olmayı seçtiğiniz anda mutluluk kaynakları ile ilgili de bir seçim yapıyorsunuz.
Ve yine ertesi gün ailemizin, hısım akrabalarımızın taktıkları altın, yüzük ve bilezik vb. ne varsa Aydınlık gazetesi kampanyası için teslim ettik. Tabii diğer bütün yönetici ve partili arkadaşlar da aynı şeyi yapıyordu. Gümüş yüzükler takıyorduk.
HASAN ERKILIÇ’I PKK İŞKENCEYLE KATLETTİ
- Şimdi gelelim acı bir olaya. Hasan Erkılıç’la yakın arkadaş olduğunuzu biliyorum. Biraz Erkılıç’ı anlatır mısınız?
1975 sonlarına kadar Aydınlıkçıların kurduğu Haliç Halk Birliği Derneği’nde, Haziran 1978’e kadar ise tutuklu olarak Niğde Cezaevi’nde birlikteydik Hasan’la.
Hasan Erkılıç ile birlikte Eylül 1975’te tutuklandık. İkimizde, TCK.’nın 141. Maddesi’nden 4 yıl 2’şer ay ceza aldık. Önce Sağmalcılar, hüküm kesinleşince de Niğde Cezaevi’ne gönderildik.
Birlikte Türkiye İşçi Köylü Partisi’ne katıldık. Hasan, Eyüp İlçe Başkanı, ben İstanbul İl Yöneticisi oldum.
O günlerde PKK, doğu ve güneydoğu illerinde “Aydınlık” gazetesi kamyonlarına saldırmaya, parti önderlerimizi şehit etmeye başladı.
Gaziantep İl Başkanımız Zeki Ön ve çok sayıda parti önderimiz katledildi. Partimiz de o bölgelerdeki çalışmayı güçlendirme kararı aldı. Doğu ve Güneydoğulu arkadaşlara öncelikle görev düşüyordu. Hasan Erkılıç, Tunceli’nin Nazimiye ilçesindendi. Bugün gibi hatırlıyorum.
Tunceli’de başta PKK olmak üzere terör grupları çok yaygındı. Nazimiye ilçe örgütünün başına geçmesi konuşulduğunda Hasan, en ufak bir tereddüt göstermedi. Bavulunu hazırladığı gibi Tunceli’ye hareket etti, Nazimiye’de göreve başladı.
- Olay nasıl oldu?
Tunceli’ye gittikten kısa bir süre sonra Hasan Erkılıç PKK tarafından kaçırıldı ve dağda işkence edilerek katledildi. Cansız bedeni bir mezrada bulundu.
Hasan Erkılıç, partimizin PKK terörüne ve bölücülüğe karşı mücadelesinde ilk şehitlerimizden biridir. Kendisini özlemle anıyorum. Tek oğlum onun ismini taşıyor. Başka birçok arkadaş da çocuklarına Hasan Erkılıç’ın ve diğer şehitlerimizin isimlerini verdiler.
GAZİ OLAYLARININ BÜYÜMESİNİ ÖNLEDİK
- Şimdi de Gazi Mahallesi olaylarına gelelim. Yıl 1995, topluluğun en önünde elinizde bir megafon, cenaze sahiplerine sesleniyorsunuz. Cenazelerin Gazi Mahallesi’ne götürülmesini engelliyorsunuz. Olayı anlatır mısınız?
12 Mart 1995 tarihinde İstanbul Gazi Mahallesi’nde dört kahvehanenin taranması sonucu bir kişi öldürüldü, çok sayıda yaralanan oldu. Caniler saldırı öncesinde bir taksi şoförünü de katletmişlerdi.
Öldürülen kişinin Alevi dedesi olduğu, saldırının Alevilere yönelik olduğu yayılıyordu. Ama bunun aslı astarı yoktu.
Olay medyada duyulur duyulmaz İstanbul’un her yanından binlerce insan Gazi Mahallesi’ne akın etti, Gazi Cemevi önüne yığıldı, protestolara başladı.
O zaman İşçi Partisi var ve ben il başkanıyım. Bu sıcak gelişme üzerine Genel Başkanımızla birlikte değerlendirmeler yaptık. Ve talimatıyla derhal en yakındaki Gaziosmanpaşa ilçesinde toplandık; hemen ardından Gazi Mahallesi’ne hareket ettik.
Orada Alevi toplumunun önde gelen liderleri, Lütfü Kaleli ve diğerleri cemevi terasından sürekli çağrılar yapıyorlardı. Fakat binlerce insan içindeki, çeşitli gruplarda her kafadan bir ses çıkıyor; caddenin biraz aşağısında bulunan polis karakolunu ele geçirme hatta yakma benzeri sloganlar duyuluyordu.
PALTOLARDAN BARİKAT
- Alanda PKK var mıydı?
Tabi PKK da var. Uzun paltoların altındaki silahlarını seçebiliyorduk.
Partili arkadaşlarımızla var gücümüzle yeni ve daha büyük tertiplere yol açacak hareketleri engellemeye çalışıyoruz. Başıbozuk grupların başını çektiği kalabalık sloganlar atarak polis karakoluna doğru yürüyüşe geçiyor, yoğun silah sesleri sonrasında o kalabalık, pazar tahtası üzerinde taşıdıkları yaralılarla dönüyordu.
Bu gidiş gelişler birkaç kez sürdü. Ölü ve yaralıların sayısı giderek artıyordu. Sonunda partililer ve aklı başında insanlarla birlikte paltolarımızı birbirine bağlayarak zincir yaptık ve barikat oluşturduk. Bu sayededir ki o gece başka bir ölüm yaşanmadı.
Olaylar ertesi günü de devam etti. Çoğu polis kurşunuyla 15 kişi daha hayatını kaybetti. İstanbul Valiliği üç mahallede sokağa çıkma yasağı ilan etti. Bölgeye askeri birlikler sevk edildi. Ama çok geç kalınmıştı. İdari makamların ağır ihmali vardı.
PARTİMİZ DOĞRU ÖNDERLİK ETTİ
- İşçi Partisi, olayları önlemede nasıl bir rol oynadı?
Olaylar içinde katledilenlerin cenazeleri de tertibin tırmandırılmasında kullanıldı. Ailelerinin Alibeyköy Mezarlığı’nda toprağa vermek istediği iki cenazenin zorla Gazi Mahallesi’ne götürüleceğini haber aldık. Bu uzun güzergâhta İstanbul’un her tarafından katılımla oluşacak on binlerce kişilik topluluk da Gazi Mahallesi’ne götürülecekti.
Mahalleye giriş ve çıkışlar yasaklanmış, bölgeye asker de sevk edilmişti. Bu durumda olayların askeri de içine alacak şekilde daha üst boyuta tırmanması kaçınılmazdı.
Bir kez daha Genel Başkanımızın talimatıyla harekete geçtik. Seçilmiş 40-50 kadar gözü pek, güçlü kuvvetli, çelik disiplinli partili arkadaşımızla Alibeyköy’e hareket ettik. İyi bir zamanlama ile kortejin en önüne ani bir çıkarma yaptık.
Omuzlarda tabutlar ve yürüyen 20 bin civarında bir topluluk var. Aileler ve yakınları, mahalle muhtarları ve aklı başında insanlar cenazeleri hemen oracıkta bulunan Alibeyköy Mezarlığı’nda toprağa vermek istiyor.
Çünkü aile mezarlıkları burada ve kazılıp hazırlanmış. Ama başıbozuk gruplar kimseyi dinlemiyor. Cenazeleri ille de Gazi Mahallesi’ne götüreceklerini söylüyorlar. Böylece cenazelerle üç dört kilometre öteye yürüyen kortej daha da büyüyecek ve yeni büyük olayların zemini oluşacak.
- Bu durumda ne yaptınız?
Parti olarak ani bir kararla yürüyüş kolunun en önünde esaslı bir set yaptık. Elimizde megafonumuzla vaziyete el koyduk. Gruplar dâhil kimsenin beklemediği bir hareketti bu. Megafonu ailelere ve muhtarlara uzattık ve taleplerini kalabalığa duyurduk. Ve dönüp bütün o gruplara ve kalabalığa seslendik: “Bakın duydunuz, aileler böyle istiyor, muhtarlarımız böyle istiyor, onların dediği olacak” dedik.
Ve derhal harekete geçerek birkaç dakika içinde binlerce kişilik topluluğu Alibeyköy Mezarlığı yönüne çevirdik. Provokatör grupların şefleri şaşkınlık içindeydi, ama yapacak fazla bir şeyleri kalmamıştı. Bütün planları bozulmuştu. Cenazeler orada toprağa verildi. Böylece kuvvetle muhtemel daha büyük tertiplerin önünü kesmiş olduk.