20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hangisi tuzak?

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

A+ A-

Dijital teknoloji en küçükten en büyüğe sonsuz boyutlarda evrensel deney, uygulama, edim ve kuram için elverişli zeminlere ulaştıkça insanlığın bilgi birikimi de her an en azdan en çoğa yeni sınavlardan geçiyor. Geçenlerde basında, kara deliklerle ilgili olarak yer alan şu haber, çok etkili:
“Merkezinde bulunduğu bir galaksiden yerçekimsel kuvvetlerin etkisiyle ‘kovulan’ bir karadelik tespiti”, “Einstein’ın genel görelilik kuramını 4 milyar ışık yılı uzaklıktan doğrulama” derinliği taşıyor.
İnsanın beş duyuyla edindiği veri toplamını özdeneyimin diyalektik süreçleriyle durmaksızın yükselterek ilerleyen aklın araç kullandıkça pekişen sonsuz gelişme yetisini bundan daha iyi hangi örnek gösterebilir? Ama aynı Einstein, şunu da öngörmemiş miydi: “Önyargıyı yıkmak, atomu parçalamaktan çok daha zordur.”

BİLGİ VE SANAT BEYHUDE Mİ?

4 milyar ışık yılının yanında önyargının zamansal derinliği nedir? Ama bilinçsizliğin yol açtığı kör inanç ve hurafelerin beslediği çok farklı biçim ve düzeylerdeki önyargılar günümüze hükmediyor, geleceğe yönelme hızımızı kesiyor.

Halûk Cengiz, Üvercinka’daki yazısında (S: 59, Eylül 2019), yaşamının son demlerinde Tolstoy’un yazmayı uğursuz bir iş olarak gördüğüne değinerek yazmanın beyhudeliğini tartışıyor. Edebiyat; saplantılardan kurtulma, yanlışlardan ve kötülüklerden arınma yolunda insanın duygusal eğitiminde ve ruhsal gelişiminde gerçekten yararlı oluyor mu? Yoksa topluma ve dünyaya dair gerçekleri yansıtma adına edebiyatı herkes kendi bencilliği uğrunda araç olarak kullanma derdinde mi?
Marx; ereği ne olursa olsun, yaşamı dönüştürmede insanın ancak verili koşulların sağladığı güce yatkın bir adım atarak ilerleyebileceğinin altını çiziyor. Hem de bilim ve hakikat uğrunda, geçmişin nice yanılsamasını çocuk yaşta yüklenen kişiye, katılaşmış toplumsal inanç ve alışkanlıkların nasıl da ayak bağı oluşturduğunu özellikle vurgulayarak...

BUZLU SULARDA YÜZMEK

Güncelin sıcaklığı içinde kişi, olayları çoğu kez uzun erimli ya da ilkesel kalıcılık isteyen hakikati es geçerek, Marx’ın anlatımıyla, “bencil hesabın buzlu sularında”, üste çıkma tutkusuyla, nesnellikten uzak vargılarla değerlendirebiliyor. Üvercinka’nın Ekim sayısında (S: 60) ise Mecit Ünal, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin başlattığı savaşımın yol açtığı polemikleri değerlendirdiği yazısında, derneğin başlıca esin kaynaklarından birini şöyle anımsatıyor:
“Bugün insanın biyolojik varlığı tehdit altındadır. Ozon tabakasının delinmesi yanında, denizlerin, nehirlerin, toprağın zehirlenmesi, şehirlerdeki gürültü, kirlenen hava, trafik gibi sorunlar, özel mülkiyet ve kâr sisteminin acı meyveleridir. Dünyanın damını yamayacak bir holding bulunmuyor. Bu durumda kâr sisteminin sonu gelmiştir. Doğa ve insanın yıkımı da, insanlığı özel mülkiyetten vazgeçmeye zorluyor.”
(Doğu Perinçek, Bilimsel Sosyalizm ve Bilim, Kaynak Y., Aralık 2011, İstanbul, s. 258)
Arkasından, derneğe yönelik saldırıların nedenini, cehalet ya da belleksizliğe dayandırıyor: “Demek okumamışlar ya da okumuşlarsa da unutmuşlar!”

PERDELEMEK Mİ?

Osmanlı deyişidir: “Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür.” Ünal, olayı geniş bir akışta ele alıyor ve zincirleme unutuş sakatlıklarını üşenmeden sergiliyor. Bu arada elbette “vatan” kavramı da tartışmanın odağına oturuyor. Yeri gelmişken, Dağlarca’nın adı kötüye kullanılarak adına düzenlenen ödülün şaire ve edebiyatımıza verdiği zararı tartıştığımız sıralarda, kendini olayın birinci sorumlusu gören Ataol Behramoğlu’nun açıklamasına karşı, önce Aydınlık KültürSanat sayfasında manşetten, ardından daha genişletilmiş olarak Üvercinka’da (Aralık 2016) yayımladığım, “Vatan birikmiş emektir” savını işleyen yazıların yanı sıra şu yazımı anımsatmalıyım: https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/seyyit-nezir/2017-ocak/vatan-savasi-anomali-mi
Şu da var ki, her düşünce ya da eylemin ardında her kuruşun hesabını sorarak parasal çıkar arama tutumu şu karanlık soru işaretini uyandırmıyor değil: Acaba kendisi hangi parasal çıkarları perdeleme derdinde?
Gerçekçi edebiyatımıza nice zarar vermiş bir yazarı mesela yıllarca en baba holding yayınevinin ekmeğini yemiş olmaktan ötürü göklere çıkartmak ya da Batı’nın hokkabazlarıyla al takke ver külah festivallerde bir eli yağda bir eli balda konaklama ya da tanıtma telifleriyle hemhal olmak bencil hesaplardan pek mi uzak? Peki okur için hangisi tuzak?