25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hizbullah-PKK çatışması nasıl bitti, niçin başladı?..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

17 Ocak 2000'de, İstanbul Beykoz'da yapılan operasyonda yalnızca Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu öldürülmedi; "Hizbulkontra"adı verilen cinayet zincirinin önemli halkaları da koparıldı...

O tarihe kadar kimi kaynaklara göre 700 kişi, PKK-Hizbullah çatışmalarında öldürülmüştü... Kurbanların yeraltı sığınaklarında işkenceyle sorgulandığı bu süreç, Mersin, İstanbul, Diyarbakır ve Konya'da "mezar ev" rezaletini de gözler önüne sermişti...

Hizbullah ile PKK arasındaki çatışmayı bıçak gibi kesen 17 Ocak operasyonunun ardından iki örgüt pek karşı karşıya gelmedi... Yalnızca 2009'da yaşanan örgütlenme gerginliği yeni bir çatışmaya ramak kalmışken, Güneydoğu'nun ileri gelen "melle"lerinin araya girmesiyle önlenmişti...

O dönemde; dinci örgüt, yayın organları üzerinden, "Şüphesiz ki, çıkacak bir çatışmada kaybeden Hizbullah olmayacaktır" diye tehdit de savurunca, işin ciddiyeti anlaşılmış ve gerginlik aracılar tarafından buzdolabına kaldırılmıştı...

Güneydoğu'da aktörlük kavgası!..

PKK ile Hizbullah, Güneydoğu'daki "Kürt sorunu"nda aktör olma kavgası verirken, dinci grup geri planda kalmıştı... Yalnızca Hizbullah'ın etkin olamaması değil, radikal İslamcıların bu mücadelede yerlerini Fethullahçılara bırakmaya başlaması da Hizbullah'ı hem germiş hem de geriletmişti...

Ne ilginçtir ki, bir dönem birbirine düşman olan iki grup da; "Kürt meselesi"nde 1 numaralı aktör olmaya çalışan Fethullah cemaatine karşı daha sonra birlikte cephe almak zorunda kalmıştı...

Yayın organları üzerinden cemaati hedef alan iki terör grubunun da kaygısı aynıydı; "Fethullahçılar ekonomik ve bürokrasi gücünü kullanarak iki örgütün tabanına oynuyordu..."

Hizbullah, Fethullahçılara karşı şiddete başvurmasa da, PKK, 2009-2011 arasında cemaatin market-dershane ve okul gibi ekonomik merkezlerini hedef alan kundaklama eylemlerine girişmiş; cemaate yakın üç imam da PKK saldırılarında öldürülmüştü...

Ne şaşırtıcıdır ki; KCK operasyonları da bu saldırıların ardından başlatılmıştı!.. PKK'ya göre bu operasyonları, "cemaat Güneydoğu'da rahat faaliyet göstersin diye, polis içindeki Fethullahçı unsurlar" yapıyordu...

KCK operasyonları PKK'nın milis yapısını geriletti, cemaat bugünlerde AKP'nin de hedefi olunca, Güneydoğu'daki uzantıları da önemli oranda geri çekilmeye başladı...

İşte tam bu sırada PKK-Hizbullah çatışmasını anımsatan olaylar yeniden başladı!.. Peki, Güneydoğu'da iki grubun siyasal partileri arasında yaşanan ve provokasyon da kokan gerginlik neyi haber veriyor?..

Tehlike çok büyüyor!..

Geçen hafta, Diyarbakır'ın Lice ilçesinde BDP ile Hizbullah yanlısı Hüda-Par üyeleri arasındaki çatışma sokaklarda araçların yakılmasına kadar uzanmıştı... Bıçak, sopa ve taşların kullanıldığı saldırı, bölgede son 4 ayda yaşanan onuncu gerginlikti...

Peki, Lice'deki kavga niçin büyüdü?.. Buna bir çeşit "intikam" saldırısı da denilebilir... Çünkü 3 Kasım 2013'te Batman'daki bir düğünde bildiri dağıtmak isteyen Hüda-Par üyeleri, çıkan kavgada BDP yanlısı Özcan Temel'i öldürmüşlerdi...

BDP-PKK çizgisi bu saldırıyı hiç unutmadı... Lice'de Hüda-Par'ın gövde gösterisi yapması fitili yeniden ateşledi ve iki grup arasında gerginlik önceki gün de Van'ın Çaldıran ilçesinde Hüda-Par binasının yakılması ve BDP Elazığ İl binasının kapısına molotof kokteyli atılmasıyla iyice büyüdü...

Kürt meselesinde "aktör" olmak için partileşen Hizbullahçılar artık bölgeyi PKK-BDP çizgisine bırakmak istemiyorlar... Bir yandan da ilk kez partileşirken etkilerini kanıtlama peşindeler... PKK-BDP çizgisi ise bölgeye tam hâkim olmak için çırpınırken milis grupları kontrol etmekte zorlanıyor...

Yerel seçim yaklaşırken iki grup arasındaki mücadele büyük çatışmalara dönme tehlikesi de yaşıyor... Unutmayalım ki kanlı gerginlik, her ne kadar iki yasal partinin mücadelesi gibi görünse de, geçmişte yaşanan ağır travmalar nedeniyle bilinçaltında halen PKK ile Hizbullah çatışıyor!..

Güvenlik güçleri ise ne yazık ki tehlikenin hiç de farkında değil ve geçmişten ders de çıkartamıyorlar!..

Cemaatin parmağı!..

PKK-cemaat-Hizbullah gerginliği derken ilginç bir ittifakın iyice su yüzüne çıkması ise büyük partilerin yürüttükleri erozyon siyasetini de tartışmalı kılıyor...

Baksanıza; kim derdi ki, "laiklik karşıtlarının odağı" ilan edilmiş AKP'nin lideri Erdoğan, Atatürk'ün partisini eleştirirken, "Cemaat CHP'yi parmağında oynatıyor" diye vahim bir eleştiri de yapabiliyor...

Yalnızca eleştirenin son dönemde cemaate çok ağır taarruzlarda bulunan bir siyasetçi olması değil, muhatap CHP'nin de giderek yaygınlaşan bu cemaatle ittifak ilişkilerine yanıt vermemesi de çok düşündürücü!.. Vah ki ne vah?..

'İmam' bürokrasi, gaflet!..

"Ah, vah" kaygısı yukarıdaki örnekle de bitmiyor...

Biliyorsunuz, başta Sabah ve Takvim gazeteleri olmak üzere hükümete yakın medya günlerdir cemaate taarruz ediyor...

Bir yandan Fethullah Gülen'in büyük işadamlarıyla ananaslı-tespihli ilişkilerini deşifre eden telefon konuşmalarını yayımlıyorlar, bir yandan Gülen için hazırlanan malikâneleri ifşa ediyorlar, diğer yandan da cemaatin bürokrasiyi nasıl kuşattığını anlatırken mürit-imam ilişkisinin şaşırtıcı belgelerini gösteriyorlar...

AKP yanlısı medyanın bu süreçte hükümetten yana tavır alması artık normal sayılıyor da bu medya taarruzu sırasında; hukuk ve siyasal bilgiler gibi önemli eğitimler almış polis müdürleriyle savcı ve hâkimlerin "imam" diye nitelendirilen cemaat şefleri tarafından yönetildiğinin anlaşılması, laik cumhuriyet ve hukuk devleti açısından ne kadar endişe verici değil mi?..

Bir polis müdürü ya da bir savcının, cumhuriyetin ilkeleri yerine cemaat şeflerinin talimatlarıyla hareket etmesi hukuku da güvenliği de kuşkulu hale getirmez mi?..

Dünyanın neresinde acaba yargı elemanları adalet bakanları yerine "yargı imamı"ndan, polis şefleri ise içişleri bakanları yerine "emniyet imamı"ndan emir alırlar ki?..

Deşifre olan mürit bürokrat-militan imam yapısına bakınca, yalancıdan hukuk ve demokrasi naraları atanlarla; bir zamanlar "Yargıda ve poliste cemaat olduğuna inanmıyorum" şeklinde çok vahim bir açıklama yapan CHP lideri Kılıçdaroğlu ne düşünüyordur acaba?..